Geçmişten bugüne bir katkı: Dinamik Anayasa Anlayışı…

İlk kitabın ‘gündem’ açısından anlamı çok büyük. Anayasacılığımızda çok ama çok önemli bir eser ama ne yazık ki kimi genç meslektaşların da haberi yok. Aslına bakılırsa bu ‘habersizlik’ başlı başına bir sorun ama bu yazının konusu değil. Kitap, Prof. Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı eseri.

Murat Sevinç yazar@gazeteduvar.com.tr

Bu yazı bir kitap tanıtımı üzerine. Gazete Duvar’da, eğer gücüm yeterse ayda en az bir, umuyorum ‘iki’ kitap yazısı kaleme almaya çalışacağım. Biraz pay bırakıyorum ki kendime, başaramazsam Duvarcıları kızdırmayayım! Malum, ‘iyi de ben baştan söylemiştim ama,’ son derece kullanışlı bir savunma. Muhabbet yazılarının haricinde tabii, onların yeri ayrı…

Belli bir konu ya da yazar sırası izleyecek miyim bilmiyorum şimdilik. Seçeceğim kitaplar, yıllar önce yayınlanmış ya da geçen hafta çıkmış olabilir. Buna mukabil, elimden geldiğince ‘bizim alana’ ilişkin, hem genel okuyucunun ilgisini çekebilecek hem de özellikle öğrencileri meraklandırma ihtimali bulunan eserler olacak. Bazı kitaplar, hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi başlığı altında okutuluyor olabilir. Ya da tarih. Sosyoloji. Bazı kitaplar ise artık çoktan unutulmuş. Hem neden yalnızca kitap olsun ki, bazen de makale. Mesele, yıllardır kuyu kazarken başvurduğumuz irili ufaklı iğnelerin adını anmak, eğer unutuldularsa hatırlatmak, okunmuşlarsa bir kez daha tartıştırmak…

İlk kitabın ‘gündem’ açısından anlamı çok büyük. Anayasacılığımızda çok ama çok önemli bir eser ama ne yazık ki kimi genç meslektaşların da haberi yok. Aslına bakılırsa bu ‘habersizlik’ başlı başına bir sorun ama bu yazının konusu değil.

Dinamik Anayasa Anlayışı, Mümtaz Soysal, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

Kitap, Prof. Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı eseri. 1969’da yayımlanmış. Ana başlığın altındaki alt başlık şöyle: Anayasa Dialektiği Üzerine Bir Deneme. A.Ü. SBF Yayınları içinde 272 numaralı yayın. O zamanlar SBF’nin böyle değerli yayınları var, kitap basıyor. Hatta müthiş bir çeviri furyası içindeler. Siyaset biliminin çok temel ve değerli eserlerini çeviriyor, sosyal bilimlerin büyük isimleri. O çevirilerden de başka bir yazıda söz ederim.

Prof. Mümtaz Soysal, hem anayasacılığımız hem de siyasi tarihimiz açısından önemli bir akademisyen, siyasetçi, entelektüel. Henüz gençken, 1961 Anayasası’nın yapım aşamasında üstlendiği görevden, bir döneme damga vurmuş YÖN Dergisi’ne, 12 Mart’ta Dekan iken ‘dersten’ alınıp cezaevine konulmasına, 1980’lerdeki siyasi çizgisine, Kıbrıs meselesindeki tavrına, Dışişleri Bakanlığına, siyasal parti kuruculuğuna; son derece verimli, hareketli bir yaşam.

Bir de ‘hoca’ Mümtaz Soysal var ki, itiraf etmeli, her zaman en az 15 dakika geç geldiği Konferans Salonu’nda, sandalyesinin kolçağına dayanıp konuşmaya başladığında, cümle salon aşk ile dinlerdi. Mümtaz Soysal üslubunu ve zekâsını. ‘Eski hoca’ üslubunu nasıl anlatabilirim size. İngiltere sistemini bir futbol turnuvası ya da Kraliçe’nin adını taşıyan devasa gemi üzerinden, mesela…

Prof. Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı yalnızca ‘114 sayfalık’ eseri, bana kalırsa bir anayasanın nasıl ele alınması, yorumlanması, anayasaların hangi ‘değerlendirmelere’ açık ya da kapalı olduğunun saptanabilmesini anlatan en yetkin eserlerden biri. Soysal’ın alanımıza çok değerli katkılarından. Kitabın ilk paragrafının ilk cümlesi, günümüz Türkiye’si açısından gerek anayasa tartışmalarının bir ülkenin siyasal düzeniyle ne kadar iç içe olduğunu göstermesi, gerekse bu ilişki nedeniyle aslında siyasal olan tüm alt üst oluşların nasıl anayasal tartışma şeklinde ortaya çıktığını sergilemesi açısından anlamlı:

“Anayasa sözünün bıkkınlık verecek kadar sık kullanıldığı başka bir toplum bulmak herhalde çok güç. Türk toplumu, her tartışmasında, her yazısında, her söylevinde ‘anayasa’ sözünün edildiği bir toplum oldu.” (s.1)

Bir anayasanın nasıl okunması gerektiği ya da okunabileceğini anlatıyor metin. 1961 Anayasası’nın yorumuna yönelik hazırlanmış görünse de genel çıkarımlar yapmak mümkün. Hoca’nın sözcükleriyle: “Anayasa ancak dialektik görüşün yarattığı bir dinamizmle uygulanırsa ayakta kalır; kendi içindeki görünüşleri aşıp daha sağlam temellere oturtulmazsa çöker. Kitap… durgun gözüken dengelerden yaratıcılık çıkarabilmenin yollarını araştırmak amacıyla yazıldı.” Şimdiki zaman açısından bizleri çokça ilgilendiren kısım, özellikle 27 Mayıs öncesindeki anayasa sistemine ilişkin değerlendirmeler. Bakalım:

Anayasalar sonsuza dek ayakta kalacak metinler olamaz. Bu nedenle önemli olan, gelişmesinin belirli bir noktasında bulunan toplumda, siyasal yaşamı belirleyen temel metnin nasıl olması ya da nasıl yorumlanması gerektiği. Demek ki Soysal’a göre anayasalar kaçınılmaz şekilde toplumsal yaşamın ‘bir aşamasını’ yansıtır. 2017 Türkiyesi için de geçerliliğini koruyan bir saptama yapıyor Soysal: “Son yıllarda, Türkiye’deki hukuk tartışmalarının en belirli özelliği, neredeyse geçen yüzyılları hatırlatacak bir kutuplaşmanın görülmesi: Bazıları hükümlerin hurda ayrıntıları ve kelimelerin ince anlamları arasında ‘pozitivist’ bir titizlikle kaybolurken, bazıları, özellikle haklar ve özgürlükler konusunda, pek yüce ve soyut sözler ederek ‘doğal hukuk’ alanına doğru kaymaktadırlar.”(s.3) Ardından kendi çalışmasının iki kutuptan da biraz uzaklaşacağını vurguluyor. Yazar, bir anayasa (örneğin 1961) toplumun belli bir aşamasında neyi sağlamak için ortaya çıkar? sorusunu yöneltiyor. Asıl sorulması gereken bu değil mi? Hele ki sürekli yeni anayasaya gereksinim durulduğu söylenen bir dönemde, ‘ne için anayasa?’ sorusu, ilk ve temel soru olmalı.

Soysal bu minval üzerinde ilerliyor: Anayasa yalnızca bir dönemin endişelerini gidermek için mi yapılır, yoksa metnin içine işleyen daha derin bir amaç mı vardır? Ardından gelen sorular, böyle bir amacın olduğu varsayımından hareket ediyor. Eğer bir anayasanın derin anlamı varsa, bu anlam o metnin kendi içinde bulunan ilişkilerden çıkarılmaya çalışılabilir:

“İncelemenin pozitivist tutuma yaklaşan yönü burada: aranan anlam, yapıcıların sübjektif amaçlarında değil, metnin kendi içinde, ortaya konan yapıtın özünde aranmaktadır. Öte yandan, yine de bir ‘amaca göre’ yorum söz konusu.” (s.5)

Demek ki bir metnin anlamlandırılmasında, yaratıcılarının öznel amacı önemli ama bir de metnin ihmal edilmemesi gereken kendi iç dinamikleri var. İkisi de göz önünde bulundurulmalı.

Anayasa hukukunun başlıca kaygısının denge aramak olduğunu hatırlatan Mümtaz Soysal, ardından, bunun özgürlük ve otorite arasında soyut bir ‘denge yaratma’ çabası olmaktan öte, sosyal güçler arasında olabildiğince uzun sürecek bir ‘denge arayışı’ olduğunu vurguluyor. Bu denge, bazen egemen olana hizmet eden bir fren, bazen de gelişme olanakları arayan güçler için ayrılmış bir alan olabilir. Ama sonuçta denge arayışı hep var.

Soysal 1961 Anayasasının çok partili yaşamı bambaşka temellere oturtan bir metin olarak değerlendirirken, diğer yandan tarihsel oluşum içinde “keskin bir viraj” olduğu değerlendirmesine de katılmıyor. Tanzimat’tan o güne (27 Mayıs) gelen bir oluşum çizgisi söz konusu ve 1961 Anayasası bu çizginin bir uzantısı. Ancak çok da doğal kabul edilemeyecek bir uzantı. Tabii 1961 Anayasasını hazırlayanlar ve hazırlayıcıların, 27 Mayıs'ı destekleyenlerin anayasaya ilişkin genel görüşü, 1924 Anayasası’nın yanlışlıkları/eksikliklerine bir tepki olduğu yönündeydi. Soysal bu kanıyı eleştirip 1924 Anayasasına ‘insaflı’ yaklaşanlardan. İktidarın (DP) hatalı davranışlarıyla Anayasa’nın eksiklikleri arasında bir ayrım yapılması gerektiği kanısında. Tabii bu itiraz bugün için de çok önemli çünkü siyasal alandaki sorunların nedeninin yalnızca anayasaların metninde aramanın olumsuz yanı, çözümün de madde değişikliklerinde aranması oluyor. Soysal’ın ifadesiyle:

“…muhalefet partilerinin üzerinde durduğu sorunlar, ancak anayasayla ilişkili olarak çözümlenebilecek sorunlar niteliğine bürünmüştür… kurumsal ve kuralsal çözümlerin kolaylığı, bu durumda rol oynayan en önemli etken: Parlamentodaki çoğunluğun anayasaya aykırı tutumlar içine düştüğü durumlarda, anayasaya uygunluğun yargısal denetimini savunduğunuz ya da tek meclisin aceleciliği karşısında iki meclisliliğin erdemlerini saydığınız zaman, hem somut hem de başka yerde denenmiş çözümler ileri sürmenin rahatlığı içindesiniz… Buna bir de Türkiye’deki politika kadrosunun büyük ölçüde hukukçulardan kurulu oluşunu da eklemek gerek: Kurallara ve kurumsal düzenlemelere dayanan çözümler, hukukçu yaklaşımına daha uygun geliyor.”(s.10)

Bu saptama günümüz için de fazlasıyla geçerli değil mi? Her siyasal açmazı anayasal bir sorunmuş gibi gösterip, normların korunaklı dünyasına havale etmek. Yakıcı demokrasi sorunlarının, anayasa metnindeki iki maddenin değiştirilerek çözülebileceğini varsaymak.

Anayasaların, inişli çıkışlı bir çizgi üzerinde, toplumsal güçler arasındaki mücadelede denge kurmaya çalışan metinler olduğunu düşünmeliyiz. Soysal’ın dinamizmini, bir metnin kendi içindeki ‘hareketliliği/esnekliği’ olarak algılamanın yanı sıra, metinler tarihinde işgal ettiği yerin, diğer metinler üzerindeki belirleyiciliğini de kapsadığını düşünmek herhalde çok da yanlış olmaz. Çünkü anayasa tarihi inişli çıkışlı da olsa, keskin virajlar dönmek zorunda da kalsa, darbelerle kesintiye de uğrasa, sonuçta her adımda bir öncekinin izini bulmak mümkün. Yalnızca Türkiye’de değil, kurumlar ve anayasalar tarihinin incelendiği her yerde, en devrimci görünen değişikliklerin dahi az ya da çok bir süreklilik arz ettiği görülebilir. Hâl böyleyken tarihi ve geleneği yadsımak anlamlı ve gerçekçi olmayacağı gibi mümkün de değil.

Nitekim bu nedenledir ki anayasacılığımıza dair çalışmalar, 18. yüzyıl sonu Osmanlı İmparatorluğuna, anayasal belgeler tarihi ise 1808 yılında ilan edilen Sened-i İttifak’a dek götürülür. Aslında hep olan o hattı kavrayabilmek ve eğer varsa, kesintilerin içeriğini anlamlandırabilmek için.

Anayasa metinleri, hukuk metinleri, yoruma muhtaçtır. Canlıdır. Kuru sözcüklerden ibaret değildir. O zaman, Hoca’nın kitabının en ilgi çekici/özgün başlıkları olan ‘Açıklık ve Kapalılık’ (69) ve ‘Kuralların Dinamizmi’ (87) ile bitsin yazı. Bir anayasa neye açıktır, neye kapalıdır?

Soysal’a göre anayasa renksiz, boş bir kutu değil. Yani, her sisteme eşit mesafede olmaz anayasa metinleri. Anayasaların elbette ideolojik bir rengi var ve bu renk, toplumun belli bir döneminde, o toplum içinde karşılaşıp bir araya gelen ve dengelenen güçlerin ideolojik ortalamasını yansıtır. Değil mi ki anayasaların ideolojik bir renk taşıdığını kabul ettik, o zaman ‘anayasanın tarafsızlığı’ kavramı, onun kendi rengi dışındaki ideolojik tutumlara göre değişen, ‘nisbi’ bir kavram olur. Anayasanın kendisi bir ideolojik görüş taşıyabilir ve bu şekliyle, kuşkusuz, başka görüşlere açıklanma, örgütlenme ve gerçekleşme bakımlarından değişik ölçülerde bir rahatlık da sağlayabilir: “Anayasanın ideolojisi budur demek başka bir şeydir, Anayasanın bu ideolojiden başkasına kapalı olduğunu söylemek başka şey.” (71) Yani bir şeyin ‘olmaması’ ile bir şeye ‘kapalı olmak’ arasındaki fark. Bu saptamaların ardından Soysal, 1961 Anayasası’nın hangi ideolojilere, partilere açık olduğu konusunda ve ayrıca temel hak/özgürlüklerin nasıl yorumlanabileceği üzerinde yorum yapıyor.

Soysal’ın, ‘kuralların dinamizmi’ kavramı ile anlatmak istediğiyse, herhalde bugün en çok gereksinim duyduğumuz şey. İlkelerin özgürlükçü yorumunun olanaklılığı ve gerekliliği. Bazen kurucuların dahi hiç düşünmediği şartlar doğabilir ve bu ‘objektif’ koşullar anayasa metnine toplumun tarihsel gelişme çizgisine uygun, çok daha anlamlı bir amaç kazandırır. Ancak bu, kuşkusuz yalnızca yargı organlarının keşfedebileceği bir anlam değil. Hoca’ya göre, anayasanın yanlış raylarda kaybolmasını önlemek, hukukçuların hepsine düşen bir ödev.

Mümtaz Soysal’ın eseri, hem güncel anayasa tartışmaları hem de konunun meraklıları açısından eşsiz değerde, önümüzde kapılar açan, düşünmeye sevk eden bir kitap. Bilimin işlevi de buydu değil mi?

Tüm yazılarını göster