Genç yoksulluğu, gelecek yoksunluğu
Neyi ölçtüğünü bilmediğimiz sınav sistemleri, dünyadaki gelişmelerden kopuk müfredatlar, temel becerilerden yoksun genç işsizler ordusu yaratıyor.
Enes Kara’nın henüz yirmi yaşında içinde bulunduğu sosyal yapının baskısı ve geleceğe dair umudunu kaybetmesi sonucu hayatına son vermesi en az diğer genç ölümlerindeki kadar sarsıcı oldu. Enes’in yazdığı mektup ve çektiği video ile yaşam koşullarını detaylı bir biçimde anlatması da intihara giden sürecin ana hatlarını sorguya yer bırakmayacak bir biçimde gösterdi. Burada cemaate, aileye, ailesi tarafından arkadaş çevresine yapılan suçlamalar durumun münferit bir vaka, tek bir olay gibi düşünülmesine, değerlendirilmesine yol açıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, Enes’i intihara sürükleyen süreci “tipik bir iletişimsizlik sıkıntısı” olarak niteliyor, konuyu basitleştiriyor, genç ölümlerini birbirine bağlayan koşulları, üstelik bu koşulların ortaya çıkışında devletin sorumluluğunu görmezden geliyor.
Enes Kara’nın ölümünü, Şule Çet’in ve Pınar Gültekin’in öldürülmesinden, Yunus Gezer’in intiharından, Zeynep Şenpınar’ın ve başka gençlerin öldürülmesinden ve intiharından bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Bu genç insanların ölümüne neden olan bazı yapısal koşullar var. Bu yapısal koşullar, bir taraftan ekonomik kısıtlar, diğer taraftan toplumu bir arada tutan değerler sisteminin dönüşümü gençlerin özgür bireyler olarak kendi ayakları üzerinde durmasını, kendi değerleriyle bir kimlik inşa etmesini ve en önemlisi de kendi ülkelerinde geleceğe güvenle bakmasını engelliyor.
GENÇ YOKSULLUĞU
Genç yoksulluğu, 15-24 yaş arası nüfusun ekonomik ve sosyal göstergelere bakıldığında standart altı koşullarda yaşamasını ifade eder. Bu gençlerin bir kısmı, yoksul ailelerden geldikleri için yoksul sayılırlar; ancak bir kısmı da istihdama dahil oldukları halde belli bir gelir düzeyinin altında kaldıkları için çalışan yoksullardır. Yoksulluk yalnızca maddi varlıkla açıklanamaz; bunun yanı sıra sosyal ve kültürel faktörleri de göz önüne almak gerekir. Gençlerin eğitim ve sağlık standartlarına ulaşabilmeleri, sağlıklı beslenebilmeleri, iş ve eğitim hayatı dışında spor ve kültürel faaliyetlere dahil olup olmamaları da yoksulluk statüsünde belirleyici olur. Hayatlarının erken aşamalarında belli bir beşerî sermaye inşa etme fırsatından yoksun kalan bireylerin hayatlarının ileri aşamalarında yukarı yönlü bir sosyal hareketlilik yakalamaları neredeyse imkansızdır.
Türkiye’de genç yoksulluğunun seyrine baktığımızda değişen sınıf dinamiklerinin gençleri de etkilediği görülür. Gelir dağılımındaki dengesizlik, toplumun en zengin ve en yoksul kesimi arasındaki makasın giderek açılması, yoksul ailelerden gelen gençlerin sınıf atlamasını neredeyse imkânsız kılar. Genel olarak kuşaklararası sınıf geçirgenliği olarak ifade edilen süreç, yani gençlerin anne babalarına kıyasla daha iyi imkanlara sahip olması ve hayat standartlarını yükseltmesi bu koşullar altında mümkün değildir. Pandemi ve ekonomik kriz gibi piyasada daralmaya ve ekonomik sorunlara yol açan durumlarda hanelerin ilk feragat ettiği harcama kalemleri eğitim ve sağlık olur; bu da gençlerin maruz kaldığı sınıf dinamikleri açısından belirleyicidir. Böyle durumlarda eğitimden ayrılma, iş arama, işe girme ve ucuz işgücü havuzuna dahil olma yaygındır.
Sınıfsal dinamiklerin ötesinde Türkiye’de bölgesel eşitsizlikler, kır-kent ayrımından kaynaklanan farklar da gençlerin her yerde aynı imkanlara eşit bir biçimde ulaşamadığını gösteriyor. Bölgesel eşitsizlikler yeni ortaya çıkmadı; ancak özellikle piyasa ilişkilerinin, şirketleşmenin bu derece nüfuz ettiği bir ortamda gençlere geleneksel ekonomide kalma, köyünden çıkmadan tarımla geçim sağlama imkânı da bırakılmadı. Her ile bir üniversite kuruldu, ama her üniversiteye aynı kaynak, aynı kadro, aynı gelişim ortamı sağlanmadı. Öğrenciler kendi şehrinde okusun denildi, ancak öğrencilere en temel ihtiyaçları için dahi destek verilmedi. Öğrencilerin barınma, beslenme sorunları çözülmedi, kitaba, sanata, kültüre veya spora erişimleri sağlanmadı. Ortaya ne kıra ne kente ait, ne okumuş ne okumamış bir kesim çıktı. Yıllar önce Karslı bir öğrencimin ifade ettiği gibi, “İzmir’e gelmeden önce köyde çobanlık yapıyordum, şimdi ne burada kalabiliyorum, ne köye dönüp çoban olabiliyorum.”
EĞİTİM VE İSTİHDAM: İMKANLAR VE İMKANSIZLIKLAR
Gençlerin maruz kaldığı yapısal eşitsizlikleri dönüştürmenin en önemli iki aracı eğitim ve istihdam. Ancak eğitim alanındaki özelleştirme süreci ülkedeki sosyo-ekonomik eşitsizliği azaltan değil artıran, hatta kemikleştiren bir unsur. Bir taraftan özel eğitim kurumlarının sayısı giderek artıyor, diğer taraftan devlet okullarına yapılan yatırım giderek azalıyor. İlköğretim düzeyinden başlayarak özel okullarla devlet okullarının arasındaki makas eğitim altyapıları, müfredatları, eğitimin yoğunluğu açısından sürekli açılıyor. Böyle olunca yoksul hanelerden gelen çocuklara sosyo-ekonomik statülerini geliştirmek için çok kısıtlı alan kalıyor. Eğitimin maddi temelleri yanı sıra, sosyal ve kültürel bileşenleri açısından da makas giderek açılıyor. Devletin dindar nesil yetiştirme hedefi, bilimsel eğitimden uzaklaşması, eğitim politikalarında ardı ardına ve hedefsiz değişikliklere gitmesi gençlerin birikim ve beşerî sermaye yaratmasına engel oluyor. Neyi ölçtüğünü bilmediğimiz sınav sistemleri, dünyadaki gelişmelerden kopuk müfredatlar, temel becerilerden yoksun genç işsizler ordusu yaratıyor.
Eğitimdeki aksaklıklar işgücü piyasasına da yansıyor. Genel olarak gözlemlenen yapısal işsizlik sorunun ötesinde, aldığı eğitime uygun alanlarda çalışmayan gençler, sahip olduğu vasfın ücretini almayan gençler, işgücü piyasasındaki rekabetten ötürü yükselme umudunu kaybedenler çareyi nerede arayacaklarını bilemiyor. Sürekli yurtdışına kapağı atma derdindeki insanların sesine, taleplerine kulak vermeyen bir sistem ne kadar sürdürülebilir? 18 yaşındaki Furkan Celep ardında bıraktığı intihar notunda “Sorumluluk almak istemiyorum. Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğuruna yıllarımı aylarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem de dıştan yıpranıyorum. Bir şeyler uğuruna bunca sorun yaşamak bana mantıklı gelmiyor” derken, belki de birçok gencin içinde bulunduğu belirsizlik halini dile getiriyor.
Türkiye’deki en büyük sorunlardan biri de ne eğitimde ne istihdamda olan gençler. 2019 Dünya Bankası verilerine göre 15-24 yaş arası nüfus için işsizlik oranı yüzde 24.6. Bu yaş grubundaki her dört kişiden biri işsiz. Aynı veri setine göre genç nüfusun eğitimde ve istihdamda yer almayan kesimi yüzde 26, bu oran genç erkekler için yüzde 18,3, genç kadınlar içinse yüzde 34. Dolayısıyla sosyo-ekonomik eşitsizlikler genç kadınları çok daha fazla etkiliyor. Ne devletin sosyal politikasına ulaşabiliyorlar ne de piyasa sisteminin sözde fırsat eşitliğinden faydalanabiliyorlar. Eğitimle ya da istihdamla hayatlarını değiştirme umudunu kaybeden gençlerin şiddete maruz kalma, vazgeçme eğilimleri de giderek artıyor.
Bir ülkenin genç nüfusa sahip olması ne anlama gelir?
Öncelikle genç nüfus, ekonomik olarak aktif olan nüfusun fazla olması, yani çalışan, üreten kesimin fazla olması ve bunların yarattığı birikimin devletin düzenleyici rolüyle ekonomik olarak aktif olmayan nüfusla paylaşılması anlamına gelir. Daha açık bir ifadeyle genç ve çalışan bir nüfus, yaşlı, çalışmayan, ekonomik alanında dışında kalan kesimler için de dolaylı olarak kaynak yaratır. Bir ülkenin genç nüfusa sahip olması sosyal açıdan da bir kalkınma, gelişme göstergesidir; özellikle eğitim düzeyinin artması, beşerî sermayesi yüksek kuşakların gelişimi ve gençlerin yeni ve modern işkollarında istihdamı, ülkede yaşam standardına, kültürel etkileşimlere de yansır. Ama bütün bunların gerçekleşmesi için gençlerin gelişimine doğru yatırım yapılmalı, uzun vadeli toplumsal hedeflere yönelik politika araçları kullanılmalı. Genç nüfusun sonsuza dek genç kalmayacağı, yaşlandıkça ekonomik etkinliklerinin azalacağı ve sosyal güvenlik taleplerinin artacağı göz önüne alınarak değerlendirmeler yapılmalı.
*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü