Kadınlar ağır ve yorgun bir rüzgâr gibi gittiler işte. Seçtiler kalın duvarların yankısını. Oysa perdesiz hastane pencerelerinde beklemeli ölümü.
Yıkıntılar içinde geçmişe bakan bir kale. İyi anılarla anılmayan şehrin antik aynası. Değişmeyen yüzler içinde, böylece, bedeninin seni yavaş yavaş terk edişini fark etmelisin. Çünkü artık seslendiğin bir kimse yok. Eski bir yüz bile.
Seni meraklı bir güvercinin gözlerinde gördüm ilkin. O nasıl yadırgayarak baktıysa, hep öyle. Yoksul olmanın bir konforu var dedin durdun. Tepsinin üstüne dökülen çaya ellerini batırıp ağzına götüren o çocuğun gömleğinin kolunda bir zamanlar yaşamış birinin yaşını sildiği gözlerinin izi vardı hani. Nasıl sessizdi anlama terbiyen. Nasıl anladıysa bir güvercin yarasını seven ellerini, işte hep öyle.
Ân saçlarında kırılınca biri çıkıp sorar: “Bayım siz tam olarak burada mı yaralandınız?”Ama hayatındaki şu velut ihaneti görmemek için ne kadar da çok ısrar ettin. Erdemin yankılı bir sözcüğe döndüğü yerde neden hep yenilmeyi seçtin?
Kadınlar ağır ve yorgun bir rüzgâr gibi gittiler işte. Seçtiler kalın duvarların yankısını. Oysa perdesiz hastane pencerelerinde beklemeli ölümü. Düşünmek ve hatırlamak için daha fazla zamanı olur bir ölüm döşeğinin.
Demek neşeli kırların bir bildiği var. Görüyorum, işte bir akşamın terkisindesin. Ay doğacak birazdan. Dön oradan dizlerindeki başakların uykusuyla. Zira sen bir şehirde öleceksin.
Dağları, hep dağları özleyecektin. Ama uyuduğun bütün evlerde erken bir sabahın ertelenmiş telaşı. Neden herkesi mutsuz ettin?
Evlerin bir huyu var, anla artık. Hayat uymuyor yabancı kitaplara. Filozoflar birer tüccar. Aklın kıvrımları hep derin ve sargılı. Şiir okuyanlar asılmalı. Kediler kovulsun şehirlerden.
Her şehirde dışarıda. Otellerin bıkkın çarşaflarında bırakılır bir kâbusun teri. Ve anılar bir kez belirince, senin solgun aynana çarparak büyür. Bir şehirde de iyi bir anın olsaymış. Durduk yere hep şu gitme görgüsü.
Bir yüzde bir yalanı fark etmek hususiyet değil, cefadır. Kanmalısın oysa bir yolun bir yere gittiğine.
İşte dağınık sofrasındayız ömrün. Şurada beklenen birinin gelmemesi gibi bakıyor bulvar. Aşka gerekçeler bulan bir kültür, yaratıcı olmadı demek insanlık bu bahiste bile. İşte dua edenler ve ağlayanlar gitti, bu mezar artık bir yalnızlığa bakacak.
Ama, ama sendeki şu anlamama hırsı. Uyusan bu şehrin herhangi bir dışarısında, bir tutam çiçek koyan olmaz bir vazoya. Keşke hep taksit ödeseydin.
O zaman kırgın aynalardan bakalım, hadi. Düşmanın haine verdiği kıymeti yoldaşına vermeyen bir siyaset olsun senin de özetin. Ve yurdun ve yaraların ve yara izlerin.
Kalkıp gençliğin bu uzak şehrine gelmeseydin keşke. Taşralı bir sabırla ölümü dinleseydin. Bütün bu caddeler şehrin dışına çıkıyor, bak. Bugünün dününde dönüp gitseydin.