Genco Bey’i uğurlarken

Esas zenginlikle onu provada izlediğimde karşılaştım. Onunla ilgili bildik klişelerin aksine, gayet minimalist bir anlayışla, iki ufak hareketle, bir baş çevirişle, asla fazladan dikkat çekmeden, akışa zarar verebilecek bütün boşlukları dolduruyor, yaptığı işin maharet sergileme haline gelmesine meydan vermiyor, temposuyla, ritmiyle hepimizi içine katan bir hareket yaratıyordu.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

Dünyanın, mahallede top oynadığımız yerler dışındaki kısmına bakmaya başladığımda duymuştum Genco Erkal ismini. Solcu olduktan sonraysa hep karşımızdaydı. Yani yanımızdaydı. Sözkonusu olan sahne insanıysa, ikisi birden olabiliyor.

Tamamen kendine has bir tarz yaratmayı becermiş sanatçılardandı. O tarza yakınlık duymuyordum. Fakat ısrarla, istikrarla, usanmadan, üşenmeden, yorulmadan, yorulmadan, yorulmadan… genişleterek, geliştirerek, tek hecesini duyduğunuzda bile sesini, tonunu, tavrını seçebileceğiniz kadar yerleştirerek, herkesi alıştırarak… şu koca yeryüzünde tek bireyin ömrüyle onyıllara yayılan bir sanat pratiğini ayrılmaz kopmaz şekilde içiçe geçirerek, bütünleştirerek, kendi bildiği, kendi çizdiği bir yolda durmadan yürüyen adama gıpta ediyor, içten içe sempati duyuyordum.

Haksızlığa, adaletsizliğe karşı aynı safta olmak böyle içten hissedilen yakınlıkları üretmeye, beslemeye yetmiyor çoğu zaman. O “aynı saf”ın gereği ve armağanı sandığınız içtenliklerin vitrin veya ambalaj malzemesi olduğunu teşhis ettikçe çoğalıp çeşitlenen hayal kırıklıkları, kesici delici molozlar gibi yığılabiliyor yüreğinizin iyilik için çalışması gereken kısımlarına. Bu yüzden, molozlar konusunda maalesef yaşandıkça biriken tecrübe yüzünden, Genco Erkal’a duyduğum özel sempatinin ikimizin de solcu oluşundan ileri gelmediğini biliyorum. Başka bir şey vardı ondan insana doğru gelen. Bir ışık mı, ses mi, titreşim mi, bir şey…

Adını koyacağım diye beklemeyin, koyamayacağım. Ama o şey her neyse onu günün birinde elle tutulur, gözle görülür somutlukta kavrayabildiğimi söyleyebileceğim.

Birkaç yıl önce, çok sevdiğim ve sanatına -boş kibrit kutusuyla iki eski gazete verseniz bundan derinlikli bir sahne tasarımı çıkarabilecek o müthiş yeteneğine- hayranlık beslediğim, ne yazık ki kısa süre önce kaybettiğimiz sevgili, çok sevgili Claude (Leon) aracılığıyla, Genco Bey’le çalışma fırsatı buldum. Claude arayıp, Genco Erkal’ın göçmenler üzerine bir oyun hazırladığını, oyunda fonda videoların kullanılacağını, bunların yapılması için ona beni önereceğini söyledi. Hem oyunun konusu itibarıyla -görev saydığımdan- hem yukarıda sözünü ettiğim “gizli sempatim” nedeniyle Genco Erkal için birşeyler yapmayı onurlandırıcı bulduğumdan hem de onunla çalışmanın nasıl olacağını merak ettiğimden hemen kabul ettim. Genco Bey’le buluşacağımızda epey heyecanlanmıştım. Fakat elbette en az merakım kadar endişe de taşıyordum ilk buluşmaya giderken: Ya acayip kasıntı biri çıkarsa?.. Bunca yıllık tecrübenin ve ortaya konmuş bunca eserin ardından, kendi dışında hiçbir şeyi fazla önemsemeyen, gıcık bir yıldızla karşılaşabilirdik pekâlâ.

Genco Bey tam tersiydi. Samimi ve saygılıydı. Nazik ve alçakgönüllüydü.

İzlenecek, sahnelenecek işler üreten insanların, tasarlama ve hazırlık süreçlerinde, alanları farklı olsa da pek çok ortak unsur vardır. Birbirimizin dilinden kolayca anlayabileceğimizi umuyordum, nitekim öyle oldu. Ayrıca, beraber çalıştığı, yani tasarladığı gösterinin bir unsurunu hazırlattığı insana açtığı alanda neye ne kadar, nasıl müdahale ettiği de onun olgunluğunu ilk andan ortaya koyan, önemli bir kıstastı. Burada da baştan içimi rahatlattı.

Sonra, seksen küsur yaşındaki bir emektar tiyatrocunun basamakları seke seke çıkıp yanınıza gelişini izlemek heyecan vericiydi. Yaşını arasıra, “Yahu, sahiden!..” diye kendinize hatırlatmanız gerekiyordu. İnsana hem tevazu hem direngenlik hem gayret aşılıyordu. Hele sahnedeki dinamizmi inanılmazdı. Top başkasındayken de oyunu hızlandırabilen, çok usta oyuncuydu. Bir buluşmamızdan sonra ayrılırken geniş caddede karşıdan karşıya geçti ve uzaklaştı. Ardından şaşkınlıkla izlemiştim. Bencil tarafı da olan bir sevinçle, aynı zamanda. Yaşlanmanın pekâlâ böyle bir şeklinin de olabileceğini böylesine yakından izlemek… Güzeldi. Moral vericiydi. Aynı zamanda hayranlık uyandırıcıydı. Hızla uzaklaşan Genco Bey, biraz da “nasıl yaşamalı?” sorusuna verilmiş kanlı canlı cevap gibiydi.

Buluşmalarımızda ve yaptığım işle ilgili konuşmalarımızda, sanat âleminde “profesyonellik” denen olmazsa olmaz özelliğin ne olduğuna dair fikrim zenginleşti. Fakat esas zenginlikle onu provada izlediğimde karşılaştım. Onunla ilgili bildik klişelerin aksine, gayet minimalist bir anlayışla, iki ufak hareketle, bir baş çevirişle, asla fazladan dikkat çekmeden, akışa zarar verebilecek bütün boşlukları dolduruyor, yaptığı işin maharet sergileme haline gelmesine meydan vermiyor, temposuyla, ritmiyle hepimizi içine katan bir hareket yaratıyordu. Oyunun bir yerinde kullanılmak üzere, onun Fransa Cumhurbaşkanı rolünde konuştuğu bir video çekmemiz gerekmişti. Çekime hazırlanırken de Genco Bey’in profesyonelliği -kendi yüz yapısı, bedeni, hangi kamera açısıyla nasıl sonuçlar alındığı vs…- konusunda sıkı bir ders daha aldım. (Onun da benim profesyonelliğimden memnun kalmış olmasını umuyorum, hep umdum.)

Genco Bey’le çalışmış olmak benim açımdan hem öğretici oldu hem de yaptığın işe inanmanın, ısrarın, emeğin, öyle savruk, anlık, gelip geçici heves ürünü gayretin değil her adımda tecrübe biriktirerek ilerlenmiş yolun bir sanatçıyı nasıl “kurumlaştırdığını” çok yakından görme şansı buldum. Yaptığın işe inanabilmen için de inanılabilecek işler yapman gerekiyordu.

Genco Bey, alanındaki başarıyı, toplanmış hayranlığı, günler geceler boyu hiç inilmeyen, sahibini hep başkalarından üstte -ve uzak- tutan bir sahne inşasında kullanmamış, bütün o birikimle bir tevazu ve olgunluk şalı örmüş, omzuna bunu atmakla yetinmiş bir insan, benim gözümde. İnsana, özellikle başarılı insana dair kaybolmaya yüz tutmuş umutlarımı ve beklentilerimi canlandırmak gibi bir kabahat işlemiş olsa da.

Öğrenmenin ve çabalamanın sonunun olmadığını da değil, bireyin hayatına anlam katabilmesinin öncelikle bunlara bağlı olduğunu az buçuk fark edebilmiş biri olduğumu sanıyorum. Genco Bey ile tanışmam ve kısacık süre de olsa birlikte çalışma şansı bulmuş olmam, bu sezgiyi bilgi haline getirmeme yardım etti. Dolayısıyla ona borçluyum. Sanırım bu bakımdan borçlu olan başka çok kişi de vardır.

Genco Bey’e derin, güçlü ve kalıcı saygı duymuştum. Onu bu saygımla eğilerek uğurlamak isterim.

Tüm yazılarını göster