Gerçeği tekrar yaratırken

Otogarlar, istasyonlar, pek de üzerinde kafa yormadan inşa edilmiş, şehrin ortasında olanca çirkinliği ile duran ticari merkezler... Ali Bilge Akkaya’nın x-ist’te devam eden dördüncü kişisel sergisi “Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” sergisinin odağında yeni gerçeklikler yaratmak var. Bu “çirkin” binalara gidiyor Ali Bilge Akkaya.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

“Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.”
Görme Biçimleri, John Berger

Ali Bilge Akkaya’ya yeni sergisini gezerken işlerinden neden etkilendiğime dair küçük bir hikâye anlattım geçen hafta. Sonra bu yazıyı yazmak için ekran başına oturduğumda, 2,5 sene önceki sergisi için yazdığım yazıya dönüp bir bakmak istedim. Gördüm ki o yazıda da aynı hikâyeyi anlatmışım meğer... Sanat yolculuğunu izlediğim, seneler içinde yeni sergilerini gördüğüm bir sanatçıdan her seferinde aynı derecede, etkisi hiç azalmadan etkileniyorum. İlk kez anlatır gibi yine aynı heyecanla, aynı hikâyeyi anlatıyorum. Nasıl olur, diyorum her seferinde, böyle bir görme yetisi? Seni diğer insanlardan ayrı bambaşka bir beceri. Görebilmek... Bir de üzerine, gördüğünü gösterebilmek...

Her gün önünden geçtiğimiz şehrin sıradan binaları, çirkin bulduğumuz, belki de ayak bastığımızda içimizi sıkan, bir an önce çıkmak istediğimiz yapılar... Onlara hangi açıdan, nasıl baksak artık yeni bir estetik gerçekliğe bürünürlerdi? Otogarlar, istasyonlar, pek de üzerinde kafa yormadan inşa edilmiş, şehrin ortasında olanca çirkinliği ile duran ticari merkezler... Ali Bilge Akkaya’nın x-ist’te devam eden dördüncü kişisel sergisi “Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” sergisinin odağında yeni gerçeklikler yaratmak var. Bu “çirkin” binalara gidiyor Ali Bilge Akkaya. Adeta bir saha çalışması yapıyor saatlerce: Nereden bakabilirim? Nasıl bakabilirim? Güneşin ışıkları nereye vuruyor? En iyi hangi saatte vuruyor o ışık? Gördüğümü nasıl gösterebilirim? Böyle çıkıyor çirkin dediğim Perpa’nın borularından 3 boyutlu bir metro haritası, Antalya Konyaaltı’nda tahmin etmeyeceğiniz bir öğlen vakti. Göz bakmasını gereken yeri bildiğinde, güneş hayatla doğru simetriyi yakaladığında, o karenin içinde o simetriye kıyafetiyle, duruşuyla, duygusuyla rastgele tam da doğru insan girdiğinde Ali Bilge Akkaya orada oluyor. Orada bekliyor oluyor; en doğru an için binlerce kare çekerken, onun görebildiği, bizim göremediğimiz en doğru, en mükemmel, en estetik, en simetrik o tek kareyi aralarından seçip bulup bize göstermek için. Kendi yarattığı yeni gerçekliğe bizi de davet etmek için... Sonra da o karelerin her biri için belki bir gün belki daha fazlasını harcıyor; baskılar alıyor, provalar yapıyor; bizlerin de en ideal boyda o kareyi görebilmesi için.

.

İZLEYİCİ MİYİZ OYUNCU MU?

Bizler bu fotoğraf karelerine baktığımızı, onları izlediğimizi düşünüyoruz. Bir sır vereyim; Ali Bilge Akkaya’nın karelerinde artık kendimizi de izliyoruz. Sergide gerçekliği dönüştüren, kendi gerçekliğini yaratan sanatçı, bizim de yeni bir gerçeklik yaratmamız için bir yol sunuyor bize. İlk ipucunu İstanbul Bienali’ni gezen insanları çekip bir kompozisyon yaratarak veriyor. Belki de o fotoğraflardan birinde sen varsın, ben varım... Sanat izleyicileri olarak katıldığımız bir etkinlikten Ali Bilge’nin dokunuşuyla sanat eserinin bir parçası olarak çıkmışız meğer.

Belki de sen varsın, ben varım, diyorum çünkü sanatçının fotoğraflarının hiçbirinde fotoğrafta yer alan insanların yüzünü direk görmüyoruz. Hatta genelde fotoğraflardaki “ana karakter”in arkası bize dönük oluyor. Burada da Akkaya’nın fotoğraflarına sakladığı ikinci bir giz ortaya çıkıyor: O arkası dönük ana karakter, belki de sensin; Ali Bilge’nin fotoğraflayıp senin önüne koyduğu o kare, o an aslında o arkası dönük karakterin o an baktığı yer. Böylece o anın, hikâyenin bir parçası oluyorsun; fotoğraf, sadece bakıp geçtiğin başkalarına ait bir an olmaktan çıkıyor, orada kendine ait bir anlam görüyorsun. Nedir senin hikâyen? Fotoğrafta kendi hikâyeni görmeye başlıyorsun.

Bunları fark ederken, Ali Bilge Akkaya ile “İyi fotoğraf nedir?” üzerine konuşuyoruz. Bir kare içinde birden fazla hikâye anlatabilmenin, kavramsal hikâyeler yaratmanın fotoğrafı güçlendirdiğine inanıyor. Örneğin; sanatçının bir karesine baktığınızda, yalnız yürüyen bir insan, karşıdan gelen bir topluluk, dikilen başka bir grup görüyorsunuz. Hepsi aynı fotoğrafta, hepsinin hikâyesi farklı... Daha önceki sergilerinde bir karede iki hikâye yakalayabilmiş, bu sergide ilk kez üç. Giderek kendini daha rahat hissettiği, kendine daha güvendiği bir alana girdiği için de bu sergisinde ilk kez bizzat kendisini de karelerden birinde görmemize izin vermiş. O bahsettiğim güneş ışıklarının en doğru düştüğü bir saatte, güçlü bir yapının yanında, yine tanımadığımız, en doğru anda orada olan karakterlerinin birinin zıt yansıması gibi, o fotoğrafın içinde durup o fotoğrafı çekiyor, güçlü, yalnız ve odaklı...

.

DENEYSEL İNŞAALAR

Bir sanatçıdan her seferinde aynı derecede, etkisi hiç azalmadan etkileniyorum, demiştim yazının başında. Aslında bunun sebebi, Ali Bilge’nin alametifarikası olan özel estetik görüsü değil sadece. Sanatçı, her sergide yeni bir deneyim sunuyor hem kendine hem izleyiciye. Bir önceki sergisinde çerçevelere müdahale ederek başladığı serüveni, video, rölyef hatta bir de galerinin ortasına yerleşmiş bir heykelle ileriye taşıyor.

Mimari öğeler çerçevelerin formuyla devam ederken, rölyef ile Ali Bilge Akkaya’nın pandemi sırasında gidip görmek isteyip yapamadığı bir binanın kendi kafasında yeniden tasarımı ile karşılaşıyorsunuz. İspanya’nın León şehrinde, camlarına bulutların, ağaçların, dış dünyanın yansıdığı büyük oditoryum binasının Ali Bilge versiyonunda, sanatçının arşiv fotoğrafları, kendi mahallesindeki ağaçların fotoğrafları yansıyor. Ali Bilge Akkaya’nın gerçekliğini, gözünün ritmini, simetrisini aynalarla yeni bir dünya videosunda daha da çok hissediyorsunuz. Onun dünyasında her şey ritmik ve düzenli akıyor. Sergide tüm işler birbiriyle paslaştığı için elbet serginin tam ortasında duran heykel de bu bütünlüğün düşünsel bir parçası oluyor. Sanatçı, blok bir kolonun ortasını, bir fotoğraf gibi piksellere ayırıyor; onun kişisel gerçekliğinde materyal nasılsa, galeride de öyle görüyoruz.

Ali Bilge Akkaya, sürekli farklı üretimler yapmayı değil, kendi çizgisini oturtup bu çizgi üzerinden ilerlerken deneyimlere açık olmayı tercih ediyor. Bu sürece, elmasın ilk bulunduğunda bir taş parçası olarak göründüğü ve üzerinde çalıştıkça parladığı yolculuğundan ilham alarak “elmaslaştırmak” adını veriyor. Ve işte geldik, 4’teyiz, buradayız. Bir sanatçının sanatçı olarak kendini, eserlerini yontup parlattığı, kusursuzlaştırdığı, elmaslaşma yolculuğunu izlemek için Ali Bilge Akkaya’nın “Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” isimli dördüncü kişisel sergisini 30 Ekim’e kadar x-ist’in Karaköy Juma’da yer alan galeri mekanında görebilirsiniz.

Tüm yazılarını göster