Gerçek okuyucu yazarın devamıdır
Dünyanın neresinde olursanız olun, neresinde hangi dilde yazarsanız yazın; iyi yazar kendini saklayan; arenayı okuru ile kitabına bırakandır.
Feridun Andaç feridun.andac@gmail.com
Novalis çevirmeni İclal Cankorel'in şairin şu düşüncesini anmasını sevdim: gerçek okuyucu, yazarın devamıdır.
Benim düşünceme göre de; yazar okuması’nı seçen okur, kendini var etme yolculuğunda yazardan aldıklarını daha da öteye götürendir. Hem yaşarken, hem yazarken, hem de düşünürken.
Okurun bu seviyesi aslında toplumun gelişmişliğinin de bir göstergesidir.
İyi yazar kadar, iyi okurun da düşüncelerine kulak veririm. Geçenlerde şair dostum Özdemir İnce'yle konuşmamızda iki yazardan söz etmesi beni heyecanlandırmıştı.
O ki; kuşağının hâlâ okuyan/düşünen/yazan ve izleyen birkaç şair/yazarından biri… Onun beğenisine güvenirim.
Söz ettiği Haldun Çubukçu'yu Yıldızsayan romanından biliyor, tanıyordum. O benzersiz bir romandı. Yeni romanı Allah'ın Adamı’nı ise henüz okumamıştım.
İnce'nin övgülediği bir diğer yazar ise, Şener Özmen'di.
İnce'yle geçmişte konuştuğumuz, karşı çıktığı "Türkçe edebiyat" kavramına, şimdi yeni bir bakış getirebilecek; bir yazarın ancak yazdığı dille var olup öyle de anlatabileceğini gösterebilecek anlatılardan söz etmişti bu kez de.
Özmen'in Spinoza'nın Günlüğü romanını ve yeni öykülerini içeren Kifayetsiz Hikâyeler’i okumamıştım.
Spinoza'nın Günlüğü’ne hemen başladım.
Okudukça notlar aldım.
Şener Özmen Kürtçe yazan bir yazar. Çağdaş Kürt edebiyatında nerede duruyor bunu bilemem! Biyografisindeki açıklayıcı bilgiler onu biraz anlatsa da; bir yazarın kendi kitabına düşürdüğü öz bilgilere temkinli bakarım.
Dünyanın neresinde olursanız olun, neresinde hangi dilde yazarsanız yazın; iyi yazar kendini saklayan; arenayı okuru ile kitabına bırakandır. Bırakın okur sizi keşfetsin.
Görevci yazarlar o okuru size yeterince hazırlamıştır, hiç merak etmeyin.
Özmen, bana, yıllar önce okuduğum Danilo Kiš'i çağrıştırsa da; bu (ilk) romanına her şeyi yığan/söyleyen olmasıyla anlatısını zayıflattığını düşündürdü.
Ne yazık ki; dilinin tınısını hissedemedim. Entelektüel bir anlatı ile masal arasında sürekli gidip gelmesi; anlatısını alıntı ve anıştırmalara bağlaması onun "kendi olma" halini görmemizi engelliyor.
Hatırlarım. 1980'lerin başında YAZKO Roman Ödülü'nü alan Seyit Alp'in Dino ile Ceren romanını okurken; anlatımındaki büyülü dil karşısında şaşkınlığa düşmüştüm.
"Bu nasıl olur," demiştim kendime.
Kendisiyle karşılaşıp konuştuğumuzda ilk sözüm şu olmuştu (ki, Alp'le ilgili hiçbir şey bilmiyordum): "Siz mutlaka Kürt olmalısınız, yazdıklarınızda Kürt sözlü anlatılarının tınısı var…"
Bunu biraz Yaşar Kemal anlatılarından, biraz da teyzemin eşinin bizlere Kürtçe söyleyip anlattığı hikâyelerden biliyordum.
Seyit Alp, yalnızca; Haymanalı olduğunu; ama oraya sürgün edilen bir aileden geldiğini anlatmıştı kısaca… Alp'in bu romanı; Şawk, Devran romanları hep elimin altındadır. Ama benim gözümde Dino ile Ceren başkadır. Anlıyordum ki; Alp Kürtçe yazamadığı için Türkçe yazmak zorunda kalmıştı.
Edebiyat, bir dilin sesi/tınısı/duyuşu üzerine kurulur. O dille yaratılanı öyle anmaktan daha doğalı ne olabilir?
Fransız Edebiyatı, Alman Edebiyatı, Rus Edebiyatı dediğimize göre; Türk Edebiyatı ya da Kürt Edebiyatı demekten niye çekinelim?
"Türkçe edebiyat" kavramı utangaçça söylenmiş bir söz! Yani başka edebiyatları da içinde tutan… Bence yok öyle bir şey; her edebiyat kendi dilinde yaratılır.
Şener Özmen, iyi ki kendi dilinde yazmış anlatılarını. Üstelik yüreklice yapmış bunu.
Bir örtüyü kaldıralım artık.
Anadolu kültürler bakışması bir yerdir. Herkes kendi dilinde kendini ifade edebilmeli, yazıp okuyabilmelidir.
Galiba tümüyle bunların ne anlama gelebileceğini görebilmek için hem Haldun Çubukçu'yu hem Şener Özmen'i, hem Seyit Alp'i karşılaştırarak okumalı; hem de Evangelia Balta'nın şu kitabına göz atmalı derim: Gerçi Rum İsek de, Rumca Türkçe Söyleriz.
Balta'nın kitabını benim gözümde ilginç/ önemli kılan da şu: Yerel kültürü bilmek, yerel edebiyatı kurarak evrensel bir edebiyat kültürü yaratmak için kaçınılmaz. Balta, bunun kökenlerine inen, örneklemelerini bize taşıyan bir birikimi çıkarıyor çalışmasıyla.
Sanırım, Özdemir İnce’nin itirazlarına da buradan başlayarak bakmak; örnek metinleri/anlatıları okumak, yazarların yazdıklarını imbikten geçirmek gerekir.