Gerçekçi barış çağrısı eşitlikçi olmak zorunda

Srebrenitza’da ellerindeki silahları NATO Barış Gücü askerlerine teslim etmeye ikna edilmiş, silahsız Boşnakların Sırplar tarafından soykırıma tabi tutulmasına hizmet eden de o eşitsiz barış çağrıları değil miydi? Savaşan iki taraftan birisine silahlarını bıraktırıp diğerinin silahlı güç olarak devamına göz yuman hak savunuculuğu ne kadar da insanlık dışı değil mi?

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Prag Baharı nasıl solmuştu? Budapeşte nasıl çiğnenmişti? Bosna-Hersek nasıl kıyıma uğratılmıştı? Ya Srebrenitza soykırımı? Boşnaklar yok edilirken gözünü başka yöne çevirmedi mi Avrupa? Kırım Rusya tarafından Ukrayna’dan koparıldığında ne yapıldı? Tüm bu kırım, kıyım ve işgallerin en önemli ortak özelliği Avrupa’da yaşanması. Hepsinin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleşmesi. Bosna-Hersek hariç hepsi doğrudan Rusya tarafından yapıldı. Gerçi Bosna-Hersek’te pek çok devlet gibi Rusya’nın da pek o kadar dolayımlı olmayan dolaylı katkısı yok mu? Ve tüm bunların yanı sıra bir ortak özellik de üç gündür süren Ukrayna işgali için başlatılmış savaş için olduğu gibi hep “Avrupa’da İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa barışı için en kırılgan dönem” olarak isimlendirilmesi. Tarihçilere, düşünürlere şaşırmamak elde mi?

Üstelik garibim Ukrayna kaçıncı defadır AB ve ABD tarafından Rusya’ya karşı destekleneceği vaadiyle cesaretlendirilip sonra yarı yolda bırakılıyor? Kırım Haber Ajansı’nın dört yıl önceki analizinden hatırlayalım yakın geçmişi: “Ukrayna, 5 Aralık 1994 tarihli Budapeşte Memorandumu uyarınca, nükleer silahsızlanma karşılığında yani SSCB’den kalan 2 binden fazla stratejik nükleer savaş başlığını gönüllü olarak imha etmesi ve Ukrayna'nın anlaşmaya nükleer silahı olmayan devlet olarak katılması karşılığında  güvenlik garantisi aldı.” 2014 Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ile memorandum çiğnendi. “Budapeşte Memorandumu uyarınca garantör devletler: Rusya Federasyonu, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı'nın yanı sıra ayrıca açıklamaları ile Çin Halk Cumhuriyeti ve Fransa Cumhuriyeti'nin Helsinki Nihai Senedi’nin ilkelerine uygun olarak, Ukrayna'nın toprak bütünlüğü veya siyasi bağımsızlığına karşı güç tehdidinden veya güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüklerini teyit etmiş ve silahlarını hiçbir zaman Ukrayna'ya karşı kullanılmayacağını kabul etmişti.”

İster istemez eski bir sözle beraberinde Ukrayna’nın imzaladığı anlaşma geliyor akla. Hazır ol cenge ister isen sulh-ı salâh demiş ya eskiler buna göre eğer Ukrayna, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasına uyup gönüllü olarak nükleer silahlarını imha etmeseydi Rusya böyle kolay işgale girişir miydi? NATO, yıllardır Ukrayna’yı kapısında bekletir miydi, işgalin üçüncü gününe kadar sessiz kalır mıydı?

Garibim Ukrayna diyorum çünkü Çarlık Rusya’sı da bir dönem Ukrayna’yı ordusuzlaştırma politikası izlemişti. Sovyet Rusya’sı da gerek Menşeviklere verilen destek gerekse İkinci  Dünya Savaşı'nda Alman Ordusu'na verilen destek gibi bahanelerle cezalandırmak için askerî eğitim ve ordudan yana zayıf tutmuştu. Batı blokuna karşı savunma için yerleştirdiği nükleer başlıklı füzeler ise zaten merkezin kontrolündeydi o vakitler.

Sonrasında ise soğuk savaş dönemi bitmedi, ısındı sadece. Soğuk savaşın kutupları birbirleriyle sıcak çatışmaya girmekten kaçınarak dünyayı yeniden bölüşmeye başladı. Soğuk Savaş bloklarının dışındaki dünya, özellikle Orta Asya ve Orta Doğu yangın yerine çevrildi. İç savaşlar, açık çatışmalar, NATO müdahaleleri ve gizli servislerin operasyonel birimleri olan terör örgütleri aracılığıyla şehirler, ülkeler yakılıp yıkıldı. Özelleştirilmiş, ticarileştirilmiş çatışmalarda her ülke kendi avatarlarını savaştırırken Avrupa’da barış vardı öyle mi? Şimdi Ukrayna işgaliyle “en kırılgan” döneme giren bir barıştan söz eden düşünürlere şaşmamak mümkün değil. 21’inci yüzyılın kavimler göçü olan sığınmacı krizi başladığında, bile isteye kendi eliyle yok etti Avrupa, değerlerini. Ama değerleri yerle bir edildiğinde bile Avrupa Barışı sürüyormuş galiba.

Çok değil bugünden sadece üç, dört ay önce Belarus-Polonya sınırında AB Sınır Koruma Ajansı (FRONTEX) gözetiminde (!?), Asyalı, Afrikalı sığınmacılara Polonya askerleri tarafından ateş açıldığını konuşuyorduk. Bugün Ukraynalılar Romanya ve Polonya sınırına yöneliyor, ailelerini ülke dışına çıkarmaya çalışıyor. Dünyada barış yoksa hiçbir yer güvenli değil. Özellikle de nükleer silahların tümden imhası yönünde anlaşmaya varmak yerine sadece o silahların yayılmasının önlenmesi için harekete geçilmesi nedeniyle. Nükleer silahı olmayan, nükleer silah geliştirmesi engellenen veya Ukrayna gibi soğuk savaş döneminde topraklarına konuşlandırılmış nükleer silahları gönüllü imha etmiş ülkeler bugün anlaşılıyor ki üzerinde şu veya bu şekilde çatışma yürütülebilecek ülkeler sınıfı olarak kategorize edilmiş.

En çok ve inanarak söylenmesi gereken slogan evet “barış hemen şimdi” olmalı. İşte bir ama'sı var. Ama tüm nükleer silahların imhası gerek. Beş altı ülkenin elinde nükleer silah geliştirme imtiyazı varken diğerlerinin engellenmesi bize barışı değil savaşı çağrıştırmalı. Evet, Rusya Ukrayna’yı işgal edebilir miydi nükleer füzeleri imha etmiş olmasaydı? İnsanlık bilinci devletlerin siyaset felsefesinde, diplomaside kamil insan mertebesine yükselmedikçe hem de tüm dünyada bütün insanlar, ülkeler, yöneticiler kemale ermedikçe savaşlar bitmeyecek. Savaşları durdurma sorumluluğu da bitmeyecek. Hak savunucularının dikkat etmesi gereken şey o “yayılmasının önlenmesi” ifadesiyle atılan kördüğümün, körleşmeye yol açmasını önlemek. Srebrenitza’da ellerindeki silahları NATO Barış Gücü askerlerine teslim etmeye ikna edilmiş, silahsız Boşnakların Sırplar tarafından soykırıma tabi tutulmasına hizmet eden de o eşitsiz barış çağrıları değil miydi? Savaşan iki taraftan birisine silahlarını bıraktırıp diğerinin silahlı güç olarak devamına göz yuman hak savunuculuğu ne kadar da insanlık dışı değil mi? Eşitlikçi olmayan hiçbir barış çağrısı, eşitlik ilkesini dile getirmeyen hiçbir silahsızlanma çağrısı barışa hizmet etmiyor.

Not: Gülistan Doku’nun ailesi Adalet Bakanı ile görüşemeden evlerine geri gönderildi. Bekir Bozdağ, sorumluluğunu yerine getirmek istemediği için,  ailenin Adalet Bakanlığı önünde sert polis müdahalesiyle gözaltına alınması, devlet terbiyesine aykırı olduğu gibi aynı zamanda insanlık dışı. Aile gözaltına alındığı gün Gülistan Doku kaybolalı 784 gün geçmişti. Bunu yazarken 785 gün oldu ve sizler okurken 786 gün olacak. Sayması, söylemesi bile kolay değilken acılı aileye saygısızlık, itip kakmak, canını yakarak gözaltına almak nasıl bu kadar kolay olabiliyor? Aile sadece karanlığın aydınlatılmasını istiyor. Bütün yetkililer kendilerine Adalet Bakanlığı'nı işaret ettiği için randevu istediler. Randevu verilmedi. Sade vatandaş olarak acılı aile adalete erişemediği gibi Adalet Bakanlığı'nın kapısından içeri bile giremedi. Çünkü eskisi ve yenisiyle Adalet Bakanı görevini yapmadı, yapmamakta pervasızca ısrar ediyor.

Tüm yazılarını göster