Dehşet verici bir hızla, dehşet verici şekilde tüketiliyor her şey. Hiç doymayan, beslendikçe daha da vahşileşen canavarı beslemek için hepimiz sıraya dizilmiş bu yüce görevin bir ucundan tutuyoruz. Herkesle tek tek baş etmek zor tabii, yüz milyonları bir araya getirip bir arada tutan, bir güzel hizaya dizerek hizmet mangasına çeviren teknolojik nimetlerse besbelli: sosyal medya platformları. Sabah uyanınca ilk iş o günün siyasi, ekonomik, sosyal polemik konularına bakmak, varsa tez elden fikir beyan ederek pozisyon almak, katara katılıp çorbaya tuz atmak. Yoksa da fikir uydurmak ya da var olan cephelerden birine alelacele ilişmek. Toplumumuzun karakterinden ve tartış(ama)ma kültüründen olsa gerek, anında zıt kutuplarımızın keskin neferlerine dönüşerek, erdem sinyalizasyonu ve mütevazı böbürlenmelerle dolu üsluplarla paldır küldür dalıveriyoruz her tür konuya.
Dahiyane gerçekten; sıradan insanın değil, ancak üstün zekaların bir araya gelerek yapabileceği işler bu platformları önce tasavvur etmek, sonra da yaratıp bugünkü hallerine getirmek. İnsanın hem zaaflarına hem de güçlü yanlarına aynı anda ve etkinlikte dokunabilen, bunu olağanüstü bir çeşitlilik ve süratle yapabilen mekanizmalar kurabilmek. Ama mahsuller sanki belli bir noktada başına buyrukça canlanmış, yaratıcısını aşmış, kendi yolunu çizip hayal edilenden de ileriye gitmiş gibiler. Yan sanayiden ana akıma sızmış, sonra ana akımı dönüştürerek kendisini ana akım yapmış, işleyişiyle işlerimizi, algoritmayla algılarımızı belirleyerek çevrimiçi dünyayı kendilerine bağımlı hale getirmiş durumdalar. Böylesine gelişmiş ve sofistike sistemleri tasarlayanların bunlarla yetinmeyip, ihtiyacımız olmayan şeyleri elzem gösterip, farklı şekil ve mecralarla varoluşumuzu sömürmeye çalışmaları da gayet normal. Üzerine oynanan şeylerden biri de çok hassas: kurcalayınca dengeleri fena halde bozulabilen ve varabileceği yerlerin ucu bucağı olmayan “gerçeklik”. Gerçekliğin yetersiz hale geldiğine dair insanlığın dipsiz kuyusuna bir taş atmışlar, şimdi kitleler küresel bir insan zinciri kurmuş kuyudaki taşı çıkarmaya çalışıyor; ara ki bulasın.
Başına ne iş aldıysa hırs, doyumsuzluk, açgözlülük ve güç budalalığından alan, evrile evrile vardığı şu bildiğimiz haliyle dahi 200 bin yıldır bu gezegende olan, buradaki gerçeklere dair çok şey bildiğini düşünse de belki 200 binde birini bile bilmeyen insanlık. Ama yetmiyor eldeki, etraftaki. O yüzden sanalına ihtiyaç var. Çünkü canavar sıkıldı ve aç. Üzerinden kurnazca ticaretler döndürülürken sürekli aklanan ‘ilerleme ve gelişme’ ile temel kodları kurcalamak arasındaki ayrıma değinmek geri kafalılık, tutuculuk veya düpedüz aptallık göstergesi midir, yoksa insanın naçizaneliğini kabullenerek aslında kadim ama bugün de geçerli bir bilgeliğe işaret midir?
Bu meselelerle sıkça meşgul aklım. Fazla ilerleme de kaydetmiyorum çünkü hayat büyük bir hızla akmaya, insanoğlu da tam gaz “ilerlemeye” devam ediyor. Yazının devamında bu sorulara cevap aramaktan ziyade, gerçekliğin eğilip bükülmesiyle şekillenerek, hayatımızda zaten var olan şeylerin dokularını ve eşkâllerini değiştirerek onları bize niceliğin tahakkümü altında yeniden sunan sayısız yeni teknoloji platformlarından en fazla muhatap olduğum müzik servislerine bakmaya çalışacağım. Müzik sektörünün tüm paydaşlarının uğraştığı şeye yabancılaşmasını, sonra onu yeniden tanı(mla)mak zorunda kalmasını, sonunda da oyunun yeni kurallarına seve seve ayak uydurmasını dayatan bu servisler öyle güçlü ve değerli hale geldi ki en ufak bir hıçkırık milyarlarca dolarlık değer kaybına neden olabiliyor. Bir yandan hakikaten müthiş bir sınırsızlık ve erişim sunan, bir yandan da müzik gibi harikulade bir şeyi hiçbir zaman olmadığı kadar metalaştıran bu platformlarla ilgili muhtelif fikirlerimi daha önceki birkaç yazımda ifade etmeye çalışmıştım.
Malum, birkaç yıldır gündelik müzik dinleyişimize, müzikle ilişkimize, müzik hakkında kurduğumuz dile, müzik üzerine profesyonel veya amatör sohbetlerimize damgasını en fazla vuran unsurlar dijital müzik dinleme servisleri; yani başta Spotify ve Apple Music ile yakın akrabaları YouTube olmak üzere streaming modeliyle çalışan platformlar. Çok basit bir bakışla, burada bahsi geçen servislerin sunduğu hizmeti şöyle tanımlayabiliriz: kullanıcının (abonenin) istediği yerde ve zamanda, sayısız ve (abonelik devam ettiği takdirde) süresiz şekilde dünyada kaydedilip yayımlanan müziğin (neredeyse) tamamına (82 milyondan fazla şarkı) sınırsız olarak erişebilme imkânı. Dile kolay, büyük değer. Ayrıca, çağdaşları olan film ve dizi platformlarındaki gibi yalnızca lisanslanan ve/veya satın alınan katalogdan ibaret olup bir platformdaki içeriğin istisnalar hariç bir başkasında bulunamadığı ve bundan ötürü içeriğe endeksli, çoklu abonelik gerektiren şekilde değil, istisnalar dışında aynı devasa müzik içeriğinin her serviste, aynı ses kalitesinde dinlenebilmesi sayesinde tek adres olma özelliği. Müziğin farklı ticaret sahalarının tamamına etki eden, tüketim şeklinden ötürü üretime dair birçok kuralı baştan yazarak buradaki döngüyü dahi tersine çevirmiş, sundukları veriler ve eserlerin kaderini teslim ettikleri algoritmalar ışığında niceliğin maalesef nitelik algısını da dikte ettiği, değerleri yüz milyarlarca, hatta trilyonlarca dolarla ifade edilen teknoloji devlerinin insana temas eden ürünleri bunlar. Çok önemliler, buradalar ve en azından kısa ve orta vadede hiçbir yere gitmiyorlar. Yakın zamanda da güncel sayısal ve finansal verilerini açıkladılar.
Örneğin, Spotify ücretli aboneliklerin bir önceki yıla göre %16 oranında, 25 milyon artarak 180 milyona, aylık aktif kullanıcı sayısınınsa bir önceki yıla göre %18 oranında artarak 406 milyonu aştığını, reklamlı (ücretsiz) ve reklamsız (ücretli) abonelik modellerindeki gelirlerin de %25 civarında arttığını bildirdi. Benzer şekilde Apple, müzik servisi Apple Music’in de dahil olduğu abonelik modelli hizmetlerinde hem kullanıcı sayısı hem de gelirler bazında devasa yıllık artışlar açıkladı. Bu platformların sunduğu ürünlerin, yani kayıtlı müziğin, küresel hak sahibi en büyük üç şirketten biri olan Sony Music Group, yalnızca kayıtlı müziğinin streaming kökenli gelirlerinde bir yılda %34 yıllık büyüme kaydetti. Bu şirketin verileri genel anlamda tüm büyük müzik şirketleri için referans olarak kabul edebilir ve buradan yola çıkarak streaming modelinin sektör için ne kadar doğru ve sağlam olduğunu anlayabiliriz. Bunlar çok kısıtlı bir numune havuzundan gelen örnekler ama resmin tamamı bu şekilde kocaman ve büyümeye devam ediyor.
Bu duruma ve verilere rağmen müzik, temel ihtiyaç olmasa da, neredeyse öyleymişçesine ucuz, belki hava (oksijen) gibi bedava değil ama su gibi cüzi bir bedelle bolca kullanılabilen küresel bir ürün olarak karşımıza çıkıyor. Hatta sudan ucuz. Bu böyle olunca da, değeri yaratan ve üreten olmasına rağmen gelir zincirinin alt halkalarında yer alan sanatçılar haklarının karşılığını aldığını düşünmüyor ve mütemadiyen şikayet ediyorlar. Bu durumun iki ana nedeni var. Birincisi, çok fazla sayıda insanın kullandığı bu kültürel ürünün temel ihtiyaç ölçütlerinde fiyatlandırılması. İkincisi, müzik sektöründe kuralları belirleyen güç odaklarının, işleyiş ve iş yapış prensipleri bakımından küresel ilaç, inşaat, hayvancılık gibi fena nam salmış sektörlerden hiç de uzak olmamaları. Yani, fiyatından bağımsız olarak, toplanan gelirin paylaşımı konusunda sözün, adalet veya eşitlik kaygısıyla değil kâr güdüsüyle hareket eden, halka açık, çok uluslu şirketlerin patronlarında olması. Hak sahibi şirketler, yani yapımcılar, perde arkasında kalıp tüketiciye yalnızca sanatçılar ve eserleri üzerinden temas ederken, platformlar arkadaşımız gibi görünüp, davranıp, iletişim kurdukça sanatçısından tüketicisine kadar olan zincirde onları arkadaş sanma yanılgısı baş gösterebiliyor. Ne kadar tekrarlansa da fazla olmaz: streaming platformları da, kayıtlı müzik şirketleri de arkadaşımız değil. Birbirlerinin de, tek tük istisnalar hariç sanatçıların da arkadaşı değiller. Hiçbir zaman olmadılar, olmayacaklar. Sanatçıların yarattıkları değerlerin ticareti üzerinden gelir üretmenin yol ve yordamını iyi bilen ticarethaneler bunlar. Ve artık teknoloji devlerinin (‘Big Tech’) buradaki potansiyeli azami parasallaştırma stratejileriyle koskocaman olmuş işler.
Kullanıcı sayıları artık dünya nüfusunun ondalık kesirleriyle ifade edilebilecek seviyedeki dev platformların ekonomik ve içerik yaklaşımlarıyla ilgili zaman zaman sanatçılar cephesinden muhtelif çıkışlar oluyor. Bunlardan bazıları, çıkışı yapanın kudreti doğrultusunda önümüze düşüyor. Geçen hafta ‘baba’ müzisyen Neil Young, Spotify’a, “sahibinin salgın ve aşıyla ilgili kasıtlı dezenformasyonlarını” içermesi nedeniyle 1800’e yakın bölümü olan bir The Joe Rogan Experience adlı podcast’i kaldırmazsa kendi müziğini platformdan çekeceğini söyledi ve bunu yaptı. Spotify bir yandan bu resti görüp podcast’e sahip çıkarken, ırkçı söylemler taşıması nedeniyle, yani bambaşka bir gerekçeyle 70 bölümünü sessiz sakin yayından kaldırdı. Young’a, kendisinin da ‘Y’ harfi olduğu CSNY grubundan arkadaşları David Crosby, Stephen Stills ve Graham Nash gibi bir başka dostu, köklü ve saygın ‘ana’ müzisyen Joni Mitchell da destek verdi ve albümlerini platformdan çıkartmak üzere girişimde bulundu. Kasım sonundaki yazımda ayrıntılarına değindiğim olayda bir başka dev sanatçı Adele’in bir isteğini kamuya açık şekilde dile getirmesiyle Spotify buna kulak verip isteğini yerine getirmişti. Bir yandan Don Kişot’un değirmenlere saldırmasını andıran, bir yandan da belli sanatçıların nüfuz alanı ve her zaman dile getirdiğim ‘müziğin gücü’ sayesinde bu devlere geri veya yeni adımlar attırabildikleri bu restleşmeler ilginç neticeler doğurabiliyor. İfade özgürlüğü açısından hem yeni hem de gri bölgelere giren, zaman zaman son derece problemli ve sorgulanabilir bir durum arz eden bu konuların devamı gelecek gibi görünüyor.