Gerçekten tarihlerini bilseler utanırlar mıydı?
Her fırsatta adres gösterdikleri, övündükleri İslam Medeniyeti'nin hangi dönemini referans aldılar anlamak imkansız. Gerçekten bu tarihi biliyor olsalardı acaba bu kadarını yapmaktan utanırlar mıydı?
KÖLN - Ünlü İslam düşünürlerinden İbn-i Haldun der ki, "Her devletin kültür ve medeniyeti, o devletin büyüklüğüyle orantılı olarak ortaya çıkar. Çünkü kültür ve medeniyet, imkân ve servetteki büyüme ve gelişmenin sonunda ortaya çıkan bolluk ve refahın bir neticesidir. İmkân ve servet ise, devletin tesirinde ve onun tarafından belirlenen bir şeydir."
Günlerdir İranlı bir işadamı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanlarının, üst düzey bürokratlarının adları, tarihi bir rüşvet ve yolsuzluk iddiasıyla başta Türkiye ve ABD olmak üzere tüm dünyanın gündeminde. Türkiye'de zayıf temeller üzerinde ayakta duran siyaset etiği, eğitim politikaları ve bilimsel araştırmalar AKP iktidarı altında neredeyse hiç kalmadı. Her fırsatta adres gösterdikleri, övündükleri İslam Medeniyeti'nin hangi dönemini referans aldılar anlamak imkansız. Keşke gerçekten adres gösterdikleri o dönemi örnek alıyor olsalardı. Gerçekten bu tarihi biliyor olsalardı acaba bu kadarını yapmaktan utanırlar mıydı? Çünkü bir zamanlar gerçekten de bilginin beşiği olan bir medeniyet vardı. Üstelik bu dünya devlet eliyle kurulmuştu. Bilim İslam Dünyası'nın ünlü hükümdarı Harun Reşid'in oğlu 813-833 yılları arasında yaşamış Halife Ebu Cafer Abdullah el-Ma'mun'un tutkusuydu.
Onun en büyük isteği, dünyanın bütün bilimsel yazılarını bir çatı altında toplamaktı. El Ma'mun'un sarayının altında 825'te Beyt'ül Hikmet (Hikmetler Evi) kuruldu. Burası hem Arapça çevirilerin yapıldığı bir kütüphane, hem de imparatorluk alimlerinin bilgilerini arttırmak için bir araya geldikleri bir akademiydi.
Beyt'ül Hikmet'le, İslam Dünyası'nda bilimin altın çağı başladı: Halife Al-Ma'mun en parlak zihinleri Bağdat'a getirtti ve başkent Bağdat artık yalnızca İslam Dünyası'nın idari merkezi değil, aynı zamanda ticaretin, bilimin, sanat ve kültürün merkeziydi. 9. yüzyılın sonunda, burada 100'den fazla halk kütüphanesi olduğu yazılıyor; hatta bazılarındaki kitap sayısı Batı'nın tüm kütüphanelerden daha çoktu.
Bağdat'ta sadece Müslüman Araplar değil, Persler, Yahudiler ve Hıristiyanlar da araştırmalar yapıyorlardı. Arapça, bilimin ortak diliydi. Yunanlıların bilgisi Avrupa'da unutulmuşken Bağdat'ta Batlamyüs'tan, Öklid'e ve Aristo'ya kadar eski düşünürlerin bilgisi yeniden hayat buluyordu. Sadece Yunanlılar'ın bilgisi değil, aynı zamanda Persler'in ve Hintliler'in bilgisi de Arapça'ya çevrildi. Bilgelerin emirlerinde Halife ve iktidardaki Abbasi seçkinleri tarafından cömertçe finanse edilen bir çok çevirmen ve yazar çalıştırılmıştır. Kufa, Basra, Córdoba ve daha sonra Kahire gibi başka "bilim merkezleri" de vardı, fakat Bağdat dönemin bilgeliğini işleten güçtü. Arapların ilk büyük filozofu olan el-Kindî (813-873) "bizim dilimizi konuşmayan uzak ülkelerde bile gerçeği aramalıyız" diye yazmıştır.
10. yüzyılın sonuna gelindiğinde, antik dönemdeki bütün büyük eserler Arapça'ya çevrilmişti. Araplar yalnızca antik bilgileri çevirerek ileriye taşımadılar, aynı zamanda, sistematize ettiler, ve yorumladılar. Sentezledikleri bilgi böylece önceki salt bilgi toplama işleminin çok ötesine geçmiştir.
El-Ma'mun'un himayesinde çalışma koşulları çok iyiydi. Halife, bir gözlemevi yaptırdı; matematikçiler, coğrafyacılar ve gökbilimcilerden oluşan bir ekip, Batlamyus'un dünyaya bakışını ve bulgularını test etmek için biraraya geldiler. Bu, tarihte devlet tarafından finanse edilen muhtemelen ilk büyük ölçekli araştırma projesiydi.
İslam dünyasının en çağdaş bilim adamlarının listesi oldukça uzundur. Beyt'ül-Hikmet'deki araştırmacılar arasında, ünlü matematikçi, gökbilimci ve coğrafyacı Hârizmî de vardı. O olmadan bugünkü matematik düşünülemez! "Hesab-ül Cebir vel-Mukabele" adlı kitabı ile cebiri kurdu. Coğrafyacı El-İdrisi'nin haritaları yüzyıllarca kullanıldı. Kolomb, batıya bir Arap pusulasıyla yelken açtı. Kopernik'in yarattığı devrim, Arap bilginlerinin hazırlık çalışmaları olmadan mümkün olamazdı. Bu, diğer alanlar için de geçerlidir: Fizikçi İbn-i Heysem'in optik deneylerle ilgili bir ders kitabı, Roger Bacon'un yüzyıllar sonra gözlüğü keşfetmesine yardımcı oldu.
Tıptaki ilerleme de büyüktü: 8. yy'ın sonlarına doğru, Bağdat'ta, etik yüksek standartlı çok sayıda hastane olduğu varsayılıyor. Hekimlerden hastalara, onların din, etnik grup ve ekonomik sınıfına bakmaksızın eşit muamele etmesi bekleniyordu. Tıbbın öncülerinden el-Râzî, Farstı. Denetiminde olan bir grupla çiçek, kızamık ve çocuk psikyatrisinde ilk klinik çalışmaları yazdı.
Tabii ki tıp alanındaki en önemli isimlerden biri İbn-i Sina (980-1037). Doğu'dan başka hiç kimse, Batı'yı onun gibi şekillendirmedi. Fizik, tıp, matematik ve etiğe ilişkin 400'den fazla eseri mevcut. El-Kanun fi el-Tıbb "Tıbbın Kanunu" adlı kitabı 1150-1187 yıllarında Latinceye çevrildi ve altı yüzyıl boyunca doktorlar onu kullandı.
Bütün bu bilgiler, Endülüs üzerinden Avrupa'ya geldi. Bu kez Arapça'dan Latince'ye çevrildiler.
Arap biliminin başarı öyküsü kısa bir süre sonra her şeyin başladığı Bağdat'ta sona erdi.
1258'de Moğollar medeniyetin merkezini harap ettiler. Eğer tarihçiler doğru yazdılarsa, kafatası piramitleri yükselmişti ve Dicle suları, sulara atılan binlerce kitabın mürekkebiyle siyahlaşmıştı. Bağdat'ın imhası, İslam dünyasındaki bilimdeki gerilemenin pek çok nedeni değil. Fakat İslam'ın ilk çağının sonunun başlangıcına işaret ediyor.