Gergin bekleyiş

Bu seçim önemli bir başlangıç olabilir, ancak mucizevi bir dönüşüm yaşatacak sihirli bir formülden söz etmek mümkün değil. Mücadeleyi, emeği ve eylemliliği uzun soluklu yürütebilmek kısa vadeli kazanımlardan çok daha büyük bir etki yaratır. Süreci sağduyuyla yönetmek, sonucu sükunetle karşılamak tüm paydaşlar açısından önem taşıyor.

Aslıhan Aykaç aslihanaykac@gmail.com

Seçimlere üç gün kala artık adaylık tartışmaları, ittifak çatlakları, seçim kampanyaları geride kaldı ve bütün Türkiye seçimin ertesi günü nasıl bir Türkiye’ye uyanacağımıza odaklandı. Olasılıklar çok fazla olmasa da belirsizlik hepimiz için bir gerginlik kaynağı oldu. Öğrenciler derslerine odaklanamıyor, insanlar işlerinde veya hanelerinde önemli kararları seçim sonrasına erteliyor. En büyük merak konusu seçim sonrası süreçte iktidar değişirse barışçıl bir geçiş sürecinin yaşanıp yaşanmayacağı ve bir çatışma ortamının doğmasına yönelik korku. Bir başka merak konusu ise seçim sonrasında piyasalarda ortaya çıkacak dalgalanma ve mevcut ekonomik krizin nereye doğru evrileceği. Dolayısıyla seçimin sonucu ne olursa olsun, kim kazanırsa kazansın yeni bir istikrar dönemine ve iyileşme sürecine geçileceğine dair belirsizlik ve güven sorunu gerginliğin bireysel ve toplumsal düzeyde tırmanmasına yol açıyor.

Medyada sıklıkla bu seçimin tarihi önemi olduğu dile getiriliyor, hatta muhalefetin ikinci büyük ortağı seçimle tarih yazılacağının altını çiziyor. Ama nasıl bir zaman anlayışımız var, nasıl bir tarih yazmaktan söz ediyoruz? Burada belki Braudel’in üç katmanlı zamansal çerçevesi ve uzun dönem tarihsel analizi, içinde bulunduğumu süreci takip etmemiz açısından bir rehber olabilir. Braudel, tarihsel çerçevesini inşa ederken gündelik zamanın tarihi, döngüsel ya da dönemsel tarih ile uzun dönem yapısal tarihin birbirinden farklı zamansallıklara denk düştüğünü söyler. Gündelik zamanın tarihinde karşımıza çıkan çok sayıda küçük çaplı değişime karşılık döngüsel zaman bize dönemleri, kırılmalar ve süreklilikleri, zaman içindeki dönüşümleri gösterir. Uzun dönemde ise değişimin çok yavaş, tarihin neredeyse hareketsiz olduğunu görürüz, yani sistemik unsurlar büyük oranda yerleşiktir, yapı yüzyıllar boyunca süreklilik gösterir. Burada örneğin kapitalizmin tarihselliği veya devletin kategorik olarak sürekliliği sistemik unsurlar olarak öne çıkar. Şimdi asıl soru, farklı tarihsel düzlemlerde baktığımızda bu seçimin nasıl bir tarihselliği var?

GERÇEKÇİ OL, İMKANSIZI İSTE

Bu uzun soluklu iktidarın ve sözüm ona istikrarın bilançosunu bir kere daha tekrar etmeye gerek yok. Çok şey yazıldı ve söylendi, yaşandı ve yeniden hatırlandı. Ama şimdi seçim sonrasını düşünürken 15 Mayıs’ta her şeyin birdenbire iyileşmeyeceğinin farkında olmak, zamanı doğru anlamak ve algılamak gerek. Gündelik zamanın sistemik düzeydeki etkisi sınırlıdır. Bir gün içinde gerçekleşenler, örneğin bir seçim sonucu, bir doğal afet, bir toplumsal çatışma anı yalnızca o anda ortaya çıkan koşulların sonucu değildir ve yalnızca o anda etkisini göstermez. Bu seçimi bu kadar önemli kılan 21 yıllık birikimdir, bu birikim toplumsal kutuplaşmayı ve çatışmayı körükleyen, gelir adaletsizliğini daha önce görülmemiş düzeylere taşıyan, demokratik hakları ve ekonomik varlığı yozlaştırmasıyla Türkiye’yi dünyada hak ettiği yerin çok daha gerisinde bırakan bir birikimdir. Benzer bir biçimde 15 Mayıs ile ilgili beklentileri de yükselten geleceğe dair değişmesini istediklerimizdir. Ancak burada da bu değişimin bir günde gerçekleşmeyeceğini, geçmişin birikimini dönüştürmenin, gericilikle mücadelenin seçimden sonra da sanki her an seçim olacakmış gibi dinamik bir biçimde devam etmesi gerektiğini her zaman akılda tutmak gerekir. Seçimden beklentimiz anlık ve imkânsız bir mucize değil, gerçekçi, ayakları yere basan ve sürdürülebilir bir değişim döneminin başlaması olmalı, çünkü gelecek uzun sürer.

Artık zamanı gündelik zamandan farklı, bir andan daha fazlası olarak anlamaya başladığımızda zaman içinde yaşanan veya yaşanacak olan değişimin boyutu da farklılaşır. Döngüsel, dönemsel ya da konjonktürel zaman olarak tanımladığımız görece daha uzun zaman dilimlerinde izlediğimiz değişim toplumsal yapıya yön veren, gündelik zamana kıyasla daha yavaş akan ama kitlelerin durumu üzerinde kalıcı bir etki yaratan bir değişimdir. Dönemsel zaman çerçevesinde ekonomik dalgalanmaları, devletlerin yükselişini ve düşüşünü, savaşları ve toplumsal dönüşümleri izleyebiliriz. İlginç bir biçimde bu seçimler cumhuriyetin yüzüncü yılına denk geldi ve seçmen tarafından da seçimlere cumhuriyetin geleceğiyle ilgili sembolik bir anlam atfedildi. Bu sembolik anlam seçimin tetikleyeceği değişim sürecine dair beklentileri de yükseltti. Bu seçim bu nedenle Türkiye’nin ikinci yüzyılında nasıl gireceğinin, nasıl bir yol izleyeceğinin, dünyada kendisine nasıl bir yer edineceğinin de seçimi. Türkiye’nin ikinci yüzyılı bir önceki dönemin daralan demokratik hakları ve hızla büyük bir çöküşe doğru yol alan ahbap çavuş kapitalizmiyle mi devam edecek, yoksa hakların ve özgürlüklerin yeniden inşa edildiği, ekonominin kapsayıcı ve kamu yararını önceleyen bir anlayışla düzenlendiği bir yola mı girecek? Bu seçim bu anlamda, tarihsel süreklilik ve kırılma arasında da bir seçim.

Bütün bunların ötesinde yaşadıklarımızı ve şimdi durduğumuz eşiği büyük resmin içine yerleştirdiğimizde belirsizlikler başka bir düzeye taşınıyor, içinde bulunduğumuz gergin bekleyiş de yeni bir anlam kazanıyor. Yapısal düzeyde baktığımızda ne bu seçim ne de bundan sonrakiler Türkiye’nin uzun dönemli serüveninde veya dünya sistemindeki yerinde radikal dönüşümlere işaret ediyor. Bunu iki biçimde düşünmek mümkün. Türkiye açısından baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalist dünya ekonomisinde eklemlenme sürecinden Cumhuriyet dönemindeki politik ve ekonomik gelişmelerin kırılgan seyrine kadar sistemle bütünleşme ve dünyadaki gelişmeleri yakalama konusunda istikrarlı bir geri kalmışlığın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak sistem açısından baktığımızda da bugün kapitalist sistemin tıkandığını, endüstriyel üretimin çevresel kısıtlarla karşı karşıya olduğunu ve sermaye birikiminin sistemi ayakta tutacak düzeyde seyretmeyeceğini öngörmek mümkün. Benzer bir biçimde ulus-devletin ve ona meşruiyet sağlayan liberal demokrasinin krizi de anaakım siyasetin uluslararası sistemin anarşik yapısını düzenlemekte katkı sunmadığını gösteriyor. Gelecek yalnızca Türkiye için değil, aynı zamanda dünya sisteminin sürekliliği için de bu belirsizliklerden çıkışa ve yeni bir sistemin doğuşuna işaret ediyor. Bu belirsizlikler çağında Türkiye ancak doğru insani değerlere vurgu yaparak, var olanı sorgulayarak ve yeniliğin önünü açık tutarak değişime ayak uydurabilir. Nasıl ki Türkiye süreklilik ve kırılmanın eşiğindeyse, dünya da içinde bulunduğu belirsizlikler çağından çıkıp yeni bir düzene evrilmenin eşiğinde; toplumun her bir kademesinde yapılan seçimler dünyadaki değişimle uyumlanmanın ya da ona karşı durmanın seçimi aslında.

TARİH YAZMAK, TARİH YAPMAK, TARİH OLMAK

Sonuç olarak tarih yazmak ve tarih yapmak meselesine geri dönmek gerekirse, bunun ne kolay ne de çabuk bir yolu olduğunu söylemek mümkün değil. Evet, bu seçim önemli bir başlangıç olabilir, ancak mucizevi bir dönüşüm yaşatacak sihirli bir formülden söz etmek mümkün değil. Mücadeleyi, emeği ve eylemliliği uzun soluklu yürütebilmek kısa vadeli kazanımlardan çok daha büyük bir etki yaratır. Süreci sağduyuyla yönetmek, sonucu sükunetle karşılamak tüm paydaşlar açısından önem taşıyor. Bu seçim kimse için ne pahasına olursa olsun kazanılması gereken bir seçim değil; bir kişinin, bir kesimin feda edilmesi, hedef gösterilmesi ya da dışarıda bırakılması anlık bir zafer sağlayabilir ama uzun vadede toplumsal uzlaşı zeminini geri dönüşü olmayan biçimlerde zedeleyebilir. Sahte bir zaferin kazananı olmak yerine onurlu bir yenilginin lideri olmak, mücadelede insani değerleri korumak da tarih yazmanın bir parçasıdır.

Tüm yazılarını göster