Gezi Davası: Bu bir 'eşeğin gölgesi davası'dır

Gezi Davası, bir başka yandan bakıldığında bütün olağanlıkların olağan dışı hale getirilmeye çalışılması bağlamında bir eşeğin gölgesi davasıdır: Mısır’a seyahat etmek suç, herhangi bir başka ülkenin sivil toplum lideri ile aynı dönemlerde Mısır’da bulunmak da suç, telefon ile konuşmak suç, yardım toplamak suç, toplantı yapmak suç, aynı GSM servisinden hizmet almak suç, aynı lokantada yemek yemek suç, iddianamede akla gelmemiş ama aynı mantıktan hareket ettiğimizde diş fırçalamak suç, sünnet düğünü yapmak suç, eşeğin gölgesini kiraya vermek suç...

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Osman Kavala’nın 19 aydır, Yiğit Aksakoğlu’nun ise yedi aydır tutuklu olduğu 16 sanıklı “Gezi Davası” 24 Haziran 2019 gününden itibaren İstanbul’da başlıyor. Davanın iddianamesinin Kavala’nın tutukluluğunun 16'ncı ayında ve dahi Gezi olaylarından altı yıl sonra yazıldığını hatırladığımızda bütün bu sayıların bile tek başlarına davanın olağanüstü niteliğini anlamak için yeterli olduğunu düşünebiliriz. Fakat sayıların sadece Türkiye’nin yargı ve davalar tarihini bilmeyenler için bir olağanüstülük barındırdığı konusunda en başından okuyucuyu uyarmak gerekiyor. Absürtlük Türkiye yargısı söz konusu olduğunda daha derin bir “olağanüstülük” seviyesi anlamına gelir ki trajedi veya garip biçimde komedi unsurlarının ardı ardına dizildiği Gezi Davası geniş bir öyküler yığını ile okuyucunun şaşırma eşiğini en yüksek haline çıkarmaktadır. Gezi Davası, kendi kulvarında bir zirve midir? Evet…

Türkiye yargısının bütün o grotesk iddianameleri içinden Gezi Davası'nı ayıran, eşsiz hale getiren şeyler nelerdir peki? Davayı absürt yargılamalar dizisinde ilk sıraya yerleştiren birçok şeyden bahsedilebilir. Bir defa Türkiye siyasetinin bütün sıradan ve alışıldık eylemlerine “hükümet düşürme” suçlamasının yüklendiği bu dava gerçekte bir “eşeğin gölgesi davası”dır. O kadar çok serbest spekülasyonun yer aldığı bir dava düzeneğiyle karşı karşıyayız ki “Altın Ahududu Ödülü”nün neden bu iddianameye verilmesi gerektiğine dair gerekçeleri sıralamak bile oldukça yorucu olabilir. Ama biz kısaca hatırlatalım…

ALTIN AHUDUDU ÖDÜLÜ

Bir defa Gezi İddianamesi, baş düşman ilan ettiği “FETÖ Terör Örgütü” üyesi savcıların hazırladığı bir soruşturmanın, aynı sanıklarla ve aynı iddialarla ama bu kez FETÖ örgütünün de içinde yer aldığı bir “terör örgütleri koalisyonu”na yönelik açılmıştır. Absürtlük kafa karıştırıcı olabilir. Ucuz bir fırsatçılık bu iddianameyi Türkiye yargı tarihinin iddianameleri sıralamasında oldukça ön sıralara yükseltiyor. Açıkçası savcılık tarafından yaratıcı bir lego oyunu oynanmaktadır. Her şeyin her yere yerleştirilebilir olduğu, her şeyin her şey için kullanılabilir olduğu, her tür özel tercihin kabul edilebilir bulunduğu bir oyundan bahsediyoruz. Başka deyişle bir tür “makas-zamk yöntemi” kullanılıyor ve her şey mümkün hale geliyor. Terör örgütü yargıdaki güç ve kadrosunu kullanarak sanıklar hakkında bir ceza soruşturması açıyor. Sanık değişmiyor, iddia değişmiyor, iddianame değişmiyor. Ama garip biçimde her şey değişiyor ve soruşturmayı açan savcı da muhtemel sanıklardan birisi haline geliyor. Şöyle düşünün: Bu dava terör örgütü ilan edilen FETÖ tarafından açılmış olsaydı aynı fiilleri, aynı sanıkları içerecekti. Hükümet tarafından açılıyor gene aynı fiilleri ve aynı sanıkları kapsıyor. Ama bu kez soruşturmayı açan FETÖ örgütü de sanıklar arasına katılıyor. Trump tarafından açılan soruşturmanın Trump’a karşı kullanıldığını düşünün! Hukuken olması gerektiği üzere ayrı bir soruşturma açılmıyor. Açılan soruşturma soruşturulmuyor. Aynen alınıp devam ettiriliyor. Bu durum iddianamenin hukuki teknik ve kapasitesini ikincilleştirip herkesin her şeyin içinde olduğu, herkesin her suçu işlediği garip bir yap boz oyununun aracı haline getirilmesine yol açıyor. Kara mizah ve absürtlük herkesi tehdit edecek kadar derinlerdedir artık. Gelelim ikinci meseleye ki o da iddianamede bir türlü somut olarak görülemeyen, tanınamayan birkaç hayalet ile ilişki kurulmak suç olarak tasnif ediliyor. Savcı, kendi karşılaşmadığı, görmediği, görüşmediği, ifadesini almadığı ve dahi bilmediği delilleri birer hayalet olarak iddianamenin içine yerleştirmiş durumda: Maraviç, Soros vb. gibi. Bunlar iddianamede “varlık” halinde değiller. Kim oldukları, ne yaptıkları anlaşılamıyor. Zaten hiçbir failleri aktarılmıyor. Anlatılmıyor. Aslında yoklar ve yokluklarıyla iddianamede varlar. Yani tam anlamıyla birer hayaletler geçidi ile iddianame kurgulanıyor. Böylece iddianame bir hayaletin ayak izlerini takip ederek kendini gerekçelendirmeye çalışmış oluyor. Ve Altın Ahududu Ödülü için üçüncü noktaya gelelim ki o da iddianame oldukça geniş ve serbest spekülasyon yapma hakkını kullanırken sanıklardan hukuki savunma yapmalarını talep etmektedir. Savcı, serbest çağrışımlarla düşünüyor ve sonuçlara gidiyor. Adeta şiir yazıyor iddianameyi kullanarak. Yurttaşların bir hukuki metin içinde suçlanması türü olarak Gezi iddianamesi Türkiye yargısının tarihi davaları göz önüne alındığında absürtlük sıralamasında büyük oy farkıyla birinci sıraya yerleşecektir. Bu yargı kendi sadrazamını (Mithat Paşa), kendi Başbakanı'nı (Adnan Menderes) Maliye Bakanı'nı (Cavit Bey) kendi Genel Kurmay Başkanı'nı (İlker Başbuğ) ve daha kimleri yargıladı. Fakat her biri bir başka absürtlük içermesine rağmen bu kadar trajik ve komik unsurları bir araya getiren bir başka iddianame daha olmamıştı. Şimdi Altın Ahududu Ödülü'nü neden hak ettiğini anlatabildim mi? Eşeğin gölgesi davası da işte bu trajikomik durumun bir başka bahsi olarak öne çıkmaktadır. Şöyle ki:

EŞEĞİN GÖLGESİ DAVASI

Gezi Davası, bir başka yandan bakıldığında bütün olağanlıkların olağan dışı hale getirilmeye çalışılması bağlamında bir eşeğin gölgesi davasıdır: Mısır’a seyahat etmek suç, herhangi bir başka ülkenin sivil toplum lideri ile aynı dönemlerde Mısır’da bulunmak da suç, telefon ile konuşmak suç, yardım toplamak suç, toplantı yapmak suç, aynı GSM servisinden hizmet almak suç, aynı lokantada yemek yemek suç, iddianamede akla gelmemiş ama aynı mantıktan hareket ettiğimizde diş fırçalamak suç, sünnet düğünü yapmak suç, eşeğin gölgesini kiraya vermek suç... Evet, iddianamenin komediden trajediye döndüğü yer de tam burası. İddianame her yurttaşın olağan gündelik hayat işlerinin birer suç olduğunu iddia ederek tüm toplumu bir “eşeğin gölgesi” bahsine çağırıyor. Nitekim Türkiye “eşeğin gölgesi davası” bakımından da oldukça geniş tecrübelere sahip bir ülkedir. Bir başka eşeğin gölgesi davası olan Ahmet Altan-Mehmet Altan davasında şöyle yazmıştık: “Eşeğin gölgesi davası”, 18'inci yy.’de Cristoph Martin Wieland’ın yazdığı bir komedi-hiciv oyunudur. “Adıyamanlı” Lucianus’un da benzer hicivleri vardır. Haldun Taner ise hikayeyi yerelleştirerek tiyatro oyununa aktarmış ve eğlence dozunu daha da artırmıştır. Hikaye şudur: Dişçi çırağı Mestan, eşekçi çırağı Şaban’dan bir eşek kiralar. Şaban’ın da bir işi nedeniyle eşeği kiralayan Mestan ile birlikte gitmesi gerekir. Beraber yola çıkarlar. Güneşli bir saatte mola verirler ve Mestan eşeğin gölgesine oturunca Şaban “Ben sana eşeği kiraladım eşeğin gölgesini değil” diyerek diretir. Şaban ile Mestan arasında “eşeğin gölgesi olur mu/ kiralanır mı?” üzerine bir tartışma başlar. Konuya önce avukatlar, arkasından hakimler, arkasından tüm siyasi gruplar, tarikatlar katılır ve eşeğin gölgesinin olup olamayacağı tartışması toplumsal bir cepheleşmenin konusu haline gelir. Dava başlar. Toplum ikiye ayrılmıştır. Şaban ile Mestan’ın öznel kavgası ve absürt tartışması toplumun nesnel bir kavgasına dönüşmüştür ve tüm taraflar haklılığından çok emindir. Dava devam eder. Fakat Şaban ile Mestan artık yorulmuşlardır. Basit bir tartışmanın geldiği nokta artık onların gündelik hayatları için çekilmez bir hale gelmiştir. Fakat, yargı artık işini ciddiye almaktadır. Toplumsal gruplar ve cepheler de öyle. Dava sürer. Fakat, Şaban ve Mestan artık mahkemeye kızmaya başlarlar ve en sonunda mahkemeye hakaretten ceza alırlar. Eşeğin Gölgesi Davası, avukatlar, hakimler, savcılardan oluşan yargı endüstrisi ile siyasi ve toplumsal bölünmelerin doğasının absürt iddialara bile nasıl nesnel ve olağan anlamlar kazandırabildiğini gösteren çarpıcı bir hikaye içermektedir.” (Eşeğin Gölgesi Davaları ve Altanların Yargılanması, 20 Şubat 2018)

İddianamedeki olaylar ve suç fiillerine kabaca göz atıldığında bile Gezi Davası'nın tıpkı yazarlar Ahmet-Mehmet Altanların yargılanması gibi bir “eşeğin gölgesi davası” olduğu, resmi bir devlet belgesini, bir iddianameyi kullanarak bütün öznel tercihlere ciddiyet kazandırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bakalım soruşturma süreci ve sonucu bu olan davanın kovuşturma süreci nasıl yaşanacak? Yargılama sonucunun Altanların davası gibi trajik olmayacağını umalım ki Türkiye yargısı kendi enkazından en azından yeniden çıkabileceği bir fırsat yakalayabilmiş olsun…

Türkiye yargısı yeni “eşeğin gölgesi davaları”nı kaldıramayacağı gibi geçmişteki bu tür bütün davalarla hesaplaşmak için de bu dava bir fırsat olacaktır. Zaman artık yargıda da yeniden silkinme dönemidir…