Geçen haftanın sarsıcı siyasî gelişmelerinden biri de Gezi Parkı’nın mülkiyetinin İstanbul Belediyesi’nden alınması oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı açıklamayla Türkiye, İstanbul’un bu en bilinen parkının artık ‘Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’nın mülkiyetine geçtiğini öğrendi. Muhtemelen Belediye yetkililerinin bile haberi olmayan, şok edici bir gelişme...
Şok edici, çünkü Gezi Parkı parçası olduğu Taksim’in en sembolik noktalarından biri. Taksim Meydanı’nın AK Parti döneminde yeniden tanımlanması ve yapılandırılması sürecinde üzerinde en büyük tartışmaların yaşandığı yer burası oldu. Tüm Türkiye’de milyonlarca insan sokaklara döküldü, bu görülmemiş protesto gösterileri sırasında Taksim ve civarında toplumsal direnişler tarihine geçen görülmemiş bir atmosfer oluştu. Bu öylesine gerçeküstü bir durumdu ki gösterilere katılan ya da destek olanlar dışında insanların gidip dünya gözüyle görmek ve şahit olmak istedikleri bir şey yaşandı. Dolayısıyla Gezi Direnişi, kolektif belleğimizde kendine özgü bir yer edindi. Kentin zaten çok az olan yeşil alanlarından birini korumak, ağaçların, çiçeklerin yeni inşaatlar için yok edilmemesini sağlamak gibi evrensel bir doğrudan hareket eden milyonlar aynı zamanda toplumsal uzlaşıyı umursamayan, dışlayıcı, tepeden inme idari kararlara karşı da tepkisini göstermişti.
Taksim Meydanı, Türkiye’nin en siyasî yerlerinden biri. Burası Cumhuriyet’in modern İstanbul’un merkezi olarak seçtiği ve düzenlediği bir yer. Atatürk Anıtı, AKM, İstiklal Caddesi, Gezi Parkı, oteller, kiliseler ve Talimhane bölgesinde modern apartmanlarla çevrili, bir yanından Beyoğlu’na diğer yanından Harbiye istikametinde parklar, tiyatrolar ve kentin diğer modern yüzü olan Nişantaşı Şişli’ye doğru uzanan bir merkez. Bu nedenle 1960 ihtilalini yapanlar süngü heykelini buraya dikti, bu nedenle bir dönem en önemli siyasî mitingler ve onlara yönelik provokasyonlar burada yapıldı. Türk sol hareketinin de simge yerlerinden biri oldu Taksim. AK Parti iktidarının Türkiye’yi dönüştürme, ‘yeni Türkiye’yi kurma projesinin de önemli noktalarından biri oldu. Neredeyse yirmi yıldır hepsi de büyük tartışmalara neden olan pek çok değişiklik yapıldı burada. Bugün eski AKM’nin yerinde yükselen yeni kültür merkezi binası, onun karşısında artık tamamlanma aşamasındaki büyük Taksim Camii, trafiğin yer altına alınmasıyla geniş bir açıklığa dönüşen meydan, yirmi yıl öncesinden çok farklı bir görünüm sunuyor. Üzerindeki yaşantı biçimi ve meydanı kullananlar da epey değişti. Ama değişmeyen şeylerden biri, çok sayıda cana da mal olmuş o büyük gösterilerin odağı olmuş Gezi Parkı’ydı…
İstanbul’u yönetmeye başlayan CHP’li belediye, bütün sol yerel yönetimlerin yaptığı gibi meydan ve parkların varlığını önemsiyor. Şu sıralar Mecidiyeköy’de devam eden viyadük altı park düzenlemesi mesela, bu tür sayısız projeden biri. Tabii ki İmamoğlu yönetimi Taksim Meydanı ve Gezi Parkı için de düzenleme projelerini hazırlamış, hatta bir halk oylamasıyla bunu olabildiğince katılımcı bir görüntüye de kavuşturmuştu. Tam uygulamaya geçecekken iktidardan yeni bir hamle geldi ve Gezi Parkı’nın mülkiyeti belediyeden alındı.
Kentin bu kadar önemli, değerli bir yeşil alanının, böyle büyük bir parkın Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı gibi varlığı müphem bir kuruluşa devredilmesi gerçekten de traji-komik. Söz konusu vakıf hakkında kimse bir şey bilmiyor; belki de yüzlerce yıldır pasif bir vakıf bu. Şimdi Türkiye’nin en değerli yerlerinden birinin sahibi oldu. Bu vakfın yöneticileri kimler, ya da kimler olacak ve Gezi Parkı’nı ne yapacaklar? Eğer Türkiye büyük fay hatlarının ülkesi olmasa, bu herkesin kabullendiği bir düzenleme ve ona bağlı hukuki işlemden ibaret olsa, her halde parkın yeni sahibi olan Vakıf kullanımını belediyeye bırakır, aralarında bir protokol imzalanır ve hayat devam ederdi. Ama iktidarın hasım bellediği ve her adımını engellemek için uğraştığı belediye ile bu vakfın bir diyaloğa girmeyeceğini, tam tersi bir tavır takınacağını tahmin etmek güç değil. Nitekim İBB’de işlemin iptali için mahkemeye başvuracaklarını, Taksim düzenlemesini mutlaka hayata geçireceklerini, bu gelişmenin sadece zaman kaybına neden olacağını açıkladı. Yani Türkiye, İstanbul ve Taksim Meydanı üstünden yeni bir çekişme ve tartışma ve hatta kavga konusuna daha kavuştu.
Peki yakında kendini gösterecek Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı, bu parkı belediyeye devretmeyip ne yapar? Benzer pek çok vakıf gibi bu paha biçilmez arsasını (evet ne yazık ki 80 yıllık park artık bir arsaya dönüşmüş durumda) gelir getirici bir projeye dönüştürmek yoluna gider. Belki girişi paralı yapar, içerideki alanı pazarlar, kermesler, fuar ve festivalleri için kiralar. Ama tabii hepsinin ‘yerli ve millî ve dinî’ olması koşuluyla. Sonra belki buraya içinde dükkanlar da olan bir kültür yapısı inşa etmeye karar verebilir. Koruma Kurulu’nun da tavsiyesiyle eski ‘Taksim Kışlası’nın ihyası’ projesi tekrar gündeme gelir. Çünkü hatırlayalım, o zamanlar Taksim Kışlası’nın da kültürel ve ticarî alanlar içeren bir yer olacağı duyurulmuştu. Bu projenin yeni bir AVM olduğu eleştirileri de gayet akla yakın görünüyordu. Taksim Kışlası’nın yeniden inşası, yukarıda sözünü ettiğimiz meydanın dönüştürülmesi ve yeni Türkiye’nin yeni yüzüne uygun hale getirilmesi projesinin eksik kalan parçasını da tamamlamış olur.
Bu gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi tahmin etmek kolay değil. Neticede bu uzun soluklu süreç, AK Parti iktidarının gücünü koruyarak daha uzun yıllar iktidarda kalmasına bağlı. O nedenle şimdilik fazla endişelenmeye gerek yok gibi görünüyor.
Evet bu ihtimal karşısında ‘endişe’ duyuyorum. Çünkü kentteki en küçük yeşil alanın korunması, en ufak fırsatın bile değerlendirilip, nefes alacağımız, bir araya geleceğimiz, vakit geçireceğimiz bu tür kamusal alanların artması gerektiğini düşünenlerdenim. Gezi Parkı’nın bir park olarak çok da hayatın içinde olmadığını biliyorum. Ve burayı hayatın içine katacak, güzelleştirecek projelerin gerçekleşmesini istiyorum. Her boş alanı kazanç getirecek bir inşaatla dolduran yerel yönetimleri de kendilerine tahsis edilen her arsaya sadece kendi ideolojilerine, inançlarına hizmet edecek kurumlar inşa eden sivil toplum kuruluşları ve cemaatleri de tasvip etmiyorum.
Bir iki yıl önce Bomonti Bira Fabrikası’nın hemen karşısındaki yapıyı Diyanet Vakfı’na devreden anlayış yine gündemde. Hiçbir kentsel düzenleme anlayışına sığmayan, sadece orada oluşan bir yaşam kültürünü rahatsız etmeye yarayacak kışkırtıcı, intikamcı bir karardı bu. Bu kez çok daha büyük çapta tepki çekecek, tepkisini gösteremeyenleri üzecek, Taksim’i kullanan İstanbulluları, bu kente anlam yükleyen Türkiyelileri kamplaştırıp gerecek bir karar, bir garip uygulama bu.