Gezi Parkı, geçen hafta İBB’den alınıp Sultan Beyazıt Hanı Veli
Hazretleri Vakfı’na devredildi. Oysa Gezi Parkı’nı da kapsayacak
şekilde bir Taksim Meydanı yarışması açılmış, halk oylaması ile bir
birinci seçilmişti ve projenin uygulanması için Anıtlar Kurulu’ndan
onay beklenmekte idi.
Bugün olanı yorumlamadan önce parkın önemine değinelim.
Taksim Meydanı ve onun ayrılmaz parçası olan Gezi Parkı sadece
bir meydan ve park değil, sembolik değeri çok güçlü. Alan, modern
Avrupa gezinti parklarına öykünerek 1940 yılında park olarak
düzenlendi. İstanbul’un Cumhuriyet döneminde yapılan ilk parkı idi.
İşlevi, Osmanlı’dan kopan Cumhuriyet’in ümmet kavramı yerine, yeni
kurulan ulus devletin vatandaşlık kavramını üretmesi idi. Zamanla 1
Mayıs gösterilerinin ve işçi sınıfının sesini duyurduğu yer yine
Taksim Meydanı oldu. Belki bunlardan daha önemlisi, parka Toplu
Kışlası yapılması kararı ile başlayan ve kısa zamanda tüm
Türkiye’ye yayılan 2013 Gezi Direnişi, şimdiye kadar halkın
iktidara en güçlü şekilde “hayır” dediği yer oldu. Bu açıdan Gezi
Parkı, Erdoğan’ın geri adım atmamayı siyaset sanan tavrının
yenilgiye uğradığı yer aynı zamanda.
Şimdi parkın vakfa devredilmesi ile ihya adı altında Topçu
Kışlası’nın yeniden yapılması gündemde. Yasaları kendi isteklerine
göre yorumlayanların önünde hiçbir engel kalmamış görünüyor.
Muhtemelen çok uzun zamandır böylesine bir hamle düşünülmekte ve
uygun siyasal ortam beklenmekte idi. AKM’nin şekli şemalı ortaya
çıktığı ve Taksim Cami’nin tamamlanmak üzere olduğu düşünülürse bir
sonraki adım hiç kuşkusuz Toplu Kışlası olacaktı. Bu nedenle
iktidarın bu hamlesini doğrudan Taksim Yarışması’na bağlamak doğru
olmayacaktır. Ama süreci hızlandırdığı ve İBB’nin elinin kolunun
bağlanmak istendiği de çok açık.
Tabii AKP’nin siyasal İslamcı değil, asıl olarak neo-liberal,
sermaye yanlısı bir parti olduğu unutulmamalı. Galataport’tan
başlayan, yine yakın zamanda İBB’den alınıp Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne bağlanan Galata Kulesi’ne uğrayan ve AKM ile sonlanan
Beyoğlu Kültür Yolu projesi rotasını aksatan tek boşluk Taksim
Meydanı. Topçu Kışlası’nın yapılması ile rota tamamlanacak ve bölge
büyük sermaye için çekim alanı olacak.
GELELİM TAKSİM MEYDANI KENTSEL TASARIM YARIŞMASI’NA
Yarışma büyük ilgi gördüğü
kadar, pek çok kesimden de tepki çekti. Şartnamenin hazırlanma
sürecine ilgili meslek odaları ve STK’lerin yeterince dâhil
edilmemesi ve daha önemlisi, seçilen projenin Gezi Parkı’nı
irileştiren, Taksim Meydanı’nı işgal eden ve ortada bir meydan
bırakmayan yaklaşımı çok eleştirildi. Taksim Meydanı bir meydandı
ve meydan kalmalıydı. Ama her gün ayrı bir doğa katliamının
yaşandığı, Gezi Direnişi’nin kesilecek ağaçlara karşı başladığı bir
ortamda yarışmacılar popülist bir şekilde geleceğe yönelik bir
vizyon geliştirmekten çok bugüne odaklanmış ve halka
oynamışlardı.
Bu durumda akıllara şu soru gelmekte; cevabını bildiğiniz bir
soruyu halka neden sorarsınız?
İmamoğlu gibi deneyimli bir siyasetçinin bugünkü durumu görmemiş
olması imkânsız. Yarışma öncesi Taksim Meydanı’na kurulan geçici
strüktüre bile Anıtlar Kurulu tahammül edememiş ve apar topar
kaldırılmış iken, seçilen projenin kuruldan onay alıp uygulanması
mümkün değil. Şimdi üstüne; parkın bir vakfa devri geldi ve konu
İmamoğlu’nun “istiyoruz ama yaptırmıyorlar” siyasetine dönüştü.
Zaten sorun daha en baştan yarışmanın bir mimari proje yarışması
değil, demokrasi yarışması olması idi. Hukuksuzluklar okyanusunda
Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın bir demokrasi adacığı olamayacağı
çok belli idi. Ne de olsa demokrasi bir yarışma değildir,
demokratik norm ve kuralların sürekliliğidir, toplumsal ve siyasal
rıza ve irade ister.
Yarışmanın olumlu tarafı “hayatlarımız nasıl olmalı konusunda
düşünmemizi sağlamış olması” denilebilir, ama uygulanmayacak bir
proje için bu kadar enerji harcanması ile en fazla mimarlık zarar
gördü. Ne zaman “Taksim Meydanı nasıl olmalı?” denildiğinde
mimarlık camiasında zamanında Vedat Dalakoy’un uygulanmayan projesi
akla geliyorsa, şimdi bir de buna ekipbaşı Şerif Süreydan’ın
projesi eklendi. Oysa yarışma bir fikir projesi olarak açılsa idi,
katılımcılar da halka oynama baskısından kurtulur, kendilerini daha
özgür hissederdi ve geleceğin Taksim’i için ortaya çok daha verimli
ve sağlıklı bir tartışma ortamı çıkardı.
Son olarak, yazı esnasında aklıma gelen bir fikri sizler ile
paylaşmak istiyorum.
Biliyorsunuz, geçen sene İBB ve İmamoğlu, Bellini tarafından
yapılan 600 yıllık Fatih Sultan Mehmet portresini satın alarak
İstanbul’a getirmeyi başardı ve tablo belediyenin Saraçhane
binasında sergilendi.
Fatih Sultan Mehmet, belki de Osmanlı padişahları arasında en
önemlisi. İstanbul’un fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun
yıkılması ile pek çok dünya tarihçisinin üzerinde hemfikir olduğu
gibi Ortaçağ sona ermiş ve Yeniçağ süreci başlamıştır. Sadece bu
nedenle bile Fatih evrensel bir figürdür. Ayrıca kendisi yenilikçi
bir padişahtı. Fatih kendisini Doğu Roma İmparatoru olarak görmüş,
yüzü her zaman Avrupa’ya dönük olmuş ve pek çok Batılı sanatçıyı
İstanbul’a davet etmiştir.
Bu kadar önemli bir tarihsel figürün İstanbul’da bir müzesinin
olmaması büyük eksiklik. Bu konuda açılacak uluslararası bir
yarışma büyük bir fırsat olurdu aslında. Böylesine bir yarışma hem
bugün Osmanlıyı yeniden canlandırmaya çalışan ve tarihi çarpıtan
ideolojiye karşı insanlara bambaşka bir perspektif kazandırabilir.
Ayrıca yarışmacılar da "evrensel bir Osmanlı padişahı tüm yönleri
ile nasıl yeniden ele alınabilir" gibi önemli bir sorunun cevabını
gerçekçi ve halka oynamadan özgür bir biçimde arayabilirler
kanaatindeyim.