Gezi Davası’nda verilen karar, hukuki değil siyasidir!
Kobane Davası’nda verilen karar, hukuki değil siyasidir!
Hukuki değil siyasidir. Hukuki değil…
O kadar çok sık kullanılmaya başladı ki bu “hukuki değil
siyasidir” cümlesi; anlatmak istediği vahamet ve çarpıklık,
alışılageldik bir sıradanlık oldu.
Tamam biliyoruz, hukuk denilen şeyin kendisi de bir siyasanın
ürünüdür. Genel bir ifade ile hukuk, devletin yetkili
organları tarafından toplumsal ilişkileri ve bireylerin devletle
olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla konulan, maddi yaptırıma
bağlanmış olan kuralların oluşturduğu sistem olarak
tanımlandığına göre bu kurallar bir “siyasa” tarafından
belirlenmiştir zaten. Yani neyin suç olup olmadığı ya da hangi
suçun cezasının ne kadar olacağı “devlet işleriyle ilgili anlayış”
tarafından tercih edilmiştir.
Ve bizim ülkemizde “devlet işleriyle ilgili anlayış”, çarpık bir
kapitalizm ve yerleşik bir gericilikten, faşizmden türetilmiştir.
Ve standardizasyon, kalibrasyon, entegrasyon, adaptasyon
bunlara göre sağlanmıştır!
Ancak AKP iktidarında durum bundan bile vahim! Var olan hukuk,
“uyulması” gereken değil, ihtiyaca göre “uydurulması” gereken
kurallardır. “Suç”un ne olduğu, dönem dönem hatta gün be gün
değişkenlik gösterir. O “suç”a uygulanan yaptırım da dönem dönem
hatta gün be gün değişebilir. Ve daha da ötesi “suç”un kendisi
bazıları için suç olmazken bazıları için suç teşkil edebilir ve
“suçlu” olanlar için bile farklı “yaptırımlar” uygulanabilir. Bu
durum AKP döneminde, neredeyse her yargılama için geçerli.
Toplumsal/siyasal muhalefetin yargılanması söz konusu olduğunda ise
kat be kat geçerli.
Örneğin Kobane Davası; kendisi/süreci/sonucu, tutarlılığı olan
hiçbir “kurallar sistematiği” ile açıklanamaz. AKP’nin, değişen
dönemlerdeki değişken siyasi tercihleri hukuka uydurulmaya
çalışıldı sadece. Belki 2014’teki (çözüm süreci) tercihi kalıcı
olsa davada yargılananlar “kontrol dışı paramiliter
güçler”(1) olurdu.
Selahattin Demirtaş’a uygulananlar ise “hukuk bükücülüğün” en
nadide örneği. Önce tutuklandı, sonra hakkındaki davaların bir
kısmı düştü, tahliye kararı verildi. O sırada başka bir davadan
cezası kesinleştirildi. Yattıklarının bu kesinleşen davaya mahsup
edilmesi için başvuru yapılınca tekrar Kobane davasından tutuklama
çıkarıldı. Ve 42 yıl ceza.
Gezi Davası ise “hukuk bükücülüğün” nirvanası elbette. Gezi
olaylarının, daha doğrusu Haziran İsyanı’nın 11. Yılı doldu. 11 yıl
önce bu tarihlerde, İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 3 milyon
insan sokak gösterilerine katıldı. Ve AKP hukuku diyor ki bunların
tek sorumlusu; Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman,
Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’dur. Komik ama AKP’nin
inanılmasını istediği “hukuki karar” budur. Çünkü bundan, siyasi
bir sonuç elde etmektedir.
11 yıl sonra bugün, İçişleri Bakanlığı ya da Adalet Bakanlığı,
“Gezi’ye katılarak suç işleyenler, gelsin bize teslim
olsun” diye bir çağrı yapsa herhalde (pardon kesinlikle)
on binlerce insan bu çağrıya “icabet” eder! Değil mi?!
HUKUK, SİYASETE HİZMET ETMELİ
Neyse AKP’nin, hukuku uygulamadığını, hukuku uydurduğunu
biliyoruz. O yüzden asıl konumuz AKP’nin hukuksuzluklarını
kanıtlamak değil! Hukuku, hangi siyasi tercihleri için kullandığını
(hem yaptırım hem de gizlemek) “deşifre” etmek. Bu mümkün mü?
Demirtaş’ın neden ceza aldığını, Ayhan Bilgen’in neden beraat
ettirildiğini elbette yanıtlayabiliriz. Ya da Ahmet Türk’e neden
ceza verildiğini, Altan Tan’a verilmediğini. Hatta Aysel Tuğluk’un
yıllardır içeride tutulup son anda beraat verildiğine de yanıt
bulabiliriz. Meclis Başkanvekili olan Sırrı Süreyya Önder’e de. Ama
pekala, Gülten Kışanak(2), Sebahat Tuncel içeride
tutulmaya devam edilebilirdi. Ya da Figen Yüksekdağ, Alp Altınörs,
Bülent Parmaksız salıverilebilirdi.
Ya da Gezi’dekilere. Hadi Osman Kavala, dış mihrak yaratmak için
günah keçisi. Can Atalay da sosyalist olduğu için bir düşman.
Pekiyi ya Mine Özerden? Duruşmaya katılmak için
yurtdışından gelip, yurtdışına kaçma şüphesiyle tutuklanan! Ya da
salıverilse İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Yönetimi ve
Kentsel İyileştirme Daire başkanı olarak görevine devam edecek
olan (İmamoğlu kabul ederse) Tayfun Kahraman, nasıl bir
siyasi risktir? Mücella Yapıcı’nın siyasi risk taşımadığına nasıl
karar verilmiştir?
Hangi siyasi akıl, hangi siyasi gerekçe ile karar vermiştir
bunlara? Ya da hangi siyasi akıl, hangi siyasi gerekçe ile
“başkalarını” bu davalardan (özellikle Gezi’den) muaf tutmuştur?
Gezi Parkı’nı, Topçu Kışlası yapmak için ağaçları sökmeye gelen
dozerlerin önüne ilk geçen Sırrı Süreyya Önder, neden Gezi
Davası’na sokulmamıştır?(3) Hiçbir CHP yöneticisi
Gezi ile ilişkilendirilmemiştir! Ya da o dönem İstanbul Valisi olan
Hüseyin Avni Mutlu, Fetö’den ceza almasına rağmen Gezi olaylarında
anılmamaktadır?
Bunları “en ince ayrıntısına” kadar yanıtlamaya çalışmak,
bizlerin işi değil. Boşuna uğraşmayalım! Çünkü bu konuda karar
vericilerin fıtratlarını kavramak, ellerindeki bilgileri öğrenmek,
korkularını bilmek ve ilişkilerini deşifre etmek hiç mümkün değil
(ama mutlaka bir “bildikleri” vardır). Ancak çok belirgin
tercihleri görülebilir elbette. Bir de yapılan
kadar, yapılmayanın da siyasal bir tercih olduğunun farkına
varabiliriz.
BİLMEDİKLERİMİZ DE OLABİLİR AMA BİLDİKLERİMİZ DE VAR
Her iki davadaki cezaların, hakimler tarafından (onların siyasi
karar merci olmadığı bilindiğinden) verilmediğini de biliyoruz.
“Kararın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde ve MHP Genel Merkezi’nde
yazıldığı, mahkemenin kararı sadece ilan ettiği” çok yaygın bir
kabul. Ama bu durum, Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin kafa
kafaya verip “Kobane Davası’nda ve Gezi Davası’nda kimler hangi
cezaları almalı” diye bir karar verdikleri anlamına elbette gelmez!
Koskoca cumhurbaşkanının, eline listeyi alıp çentik atacak hali yok
ya! Ancak aynı fıtrata sahip, yani onların yerine kendini koyan
birilerinin, mesela Mehmet Uçum gibi birilerinin (ve benzerlerinin)
ince işçilik yapmadığı, anlamına da gelmez.
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Kobanê Davası'nda açıkladığı
kararın ardından Beştepe'den yapılan ilk yorumun
Uçum’dan gelmesi rastlantı olmasa gerek; “Milli yargımızla ne kadar
gurur duysak azdır".(4) (Belki kendisi ile gurur
duyulmasını istiyordur)
İki davaya bakıldığında kesişen bir siyasi
tercihin olduğu rahatlıkla görülebilir; Kobane Davası’nda, Kürt
siyasi hareketinden olmayan solculara en çok cezayı vermek, Gezi
Davası’na ise Kürt siyasi hareketinden hiç kimseyi katmamak! Neden?
Bu durum, hukukla ya da hukuksuzlukla, rastlantıyla ya da gözden
kaçmış olmakla, açıklanabilir mi? Yoksa bir özen, dikkat ve hassas
çalışma mı mevcuttur! “Eyyy Sosyalistler, Kürt sorununa
taraf olursanız en üst cezayı alırsınız, Eyyy Kürtler, Batı’daki
demokrasi sorunları sizi ilgilendirmez”.
Böyle olduğunu varsaymak için yeterince tarihsel ve siyasal
bilince sahiptir bu ülkenin sosyalistleri, (hatta orta zekaya sahip
siyaset bilimcileri de) değil mi?! AKP iktidarına hatta ona benzer
her türlü düzen ittifakına gerçek darbeyi vuracak, hatta düzene
alternatif bir siyasi iktidar projesi oluşturacak tek “birlik”; bu
ülkede on yıllardır sürdürülen sosyalist mücadele ile ezilen Kürt
halkının mücadelesinin yaratacağı
“birlik”tir.(5)
Bu noktada CHP’ye bir parantez açmak gerekebilir. Ne de olsa son
birkaç seçimdir, özellikle de son seçimde gerek Kürt siyasi
hareketinin ve gerek sosyalistlerin tercihine mazhar olmuş bir CHP,
“birleştirici şemsiye” olabilir mi? CHP’nin 1. “siyasi” parti
haline gelmesi ve özellikle hayal bile edemeyeceği belediye
koltuklarını elde etmesi, Kürtler için müthiş siyasi “fırsat”,
sosyalistler için olanaklar elde ederek kitleselleşebilme “fırsat”ı
değerlendirmeleri yapılmaya başlandı bile! Ama yeterince tarihsel
ve siyasal bilince sahiptir bu ülkenin sosyalistleri, (hatta orta
zekaya sahip siyaset bilimcileri de) CHP’nin pozisyonunun “sözde ve
sözle” kalacağını biliyorlardır, herhalde.(6)
Kısacası hem AKP için hem de AKP’yi de aşan düzen yanlıları için
asıl tehdit; Kürt hareketinin ayrışmış faaliyeti ya da sosyalist
mücadelenin (cılız da olsa) sürdürülmesi ve hatta bunların CHP
şemsiyesi altına girmesi değildir! Asıl tehdit; sosyalistlerle,
ezilen Kürt halkının düzen siyasetinden bağımsız, ortak yaşamı
örgütleyen ve birlikte siyasi iktidar mücadelesi vermesidir.
AKP’nin aklı ya da klasik deyimle “devlet aklı”, bunun pekala
bilincinde ve eyleminde! (sadece şu iki dava kararına bakarak
bile)
Her “iki taraftaki” sosyalist olduğunu iddia
edenlerin de bunun bilincinde ve eyleminde olduğunu
varsayarak….
NOTLAR:
(1) “Dönemin İçişleri Bakanının, olayların son
bulması için girişimlerde bulunan HDP heyetine ‘Kontrol dışı
paramiliter güçler var’ sözü halen arşiv kayıtlarında mevcuttur”
diyor DEM Parti.
(2) Özellikle Kışanak, kendi ceza hukuklarına
bile uyulmadan, yattığı süre aylardır dolmasına rağmen zaten
tahliye edilmiyordu.
(3) Sırrı Süreyya Önder twitter’dan “Gezi
Parkı’ndaki yıkımı kepçenin önüne durarak durdurduk. Herkes gelirse
yıkamazlar” çağrısı yaptı. (Yine bir tweet olayı). Sırrı Süreyya
ile olay mahallinde olan bir diğer şahıs ise CHP Parti Meclisi
üyesi Gülseren Onanç idi.
Hatta Emre Kongar’a göre "Sırrı Süreyya Önder
dozerin önüne geçmeseydi Gezi eylemleri bitirilirdi".
(4) Mehmet Uçum kimdir? Kendi ağzından.
(5) Medeni Yıldırım ismini, Gezi öneminde
İstanbul sokaklarındaki eylemlere katılanlar arasında hatırlayanlar
olacaktır. Diyarbakır’ın Lice ilçesine 28 Haziran 2013’teki
protestoda, askerlerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren 18
yaşındaki Kürt devrimciyi. Onun ismi de Ali İsmail Korkmaz kadar,
Ethem Sarısülük kadar, Berkin Elvan kadar, Mehmet Ayvalıtaş kadar,
Abdullah Cömert kadar güçlü yankılanıyordu İstanbul sokaklarında…
(“Olası kastla öldürmek”ten yargılanan zorunlu er Adem Çiftçi,
2021’de ikinci kez beraat etti)
(6) “Sözde ve sözle” kalmak bir yana, CHP ile
“ilişkilenen” şahısların/grupların tamamının (hadi istisnaları da
mevcuttur diyelim), maddiyatlarının maneviyatlarını (ideolojisini)
ürettikleri de biliniyordur, herhalde.