‘Gidene kadar’da kalmanın dili
Enver Topaloğlu’nun son şiir kitabı "Gidene Kadar" Mühür Kitaplığı tarafından yayımlandı. Topaloğlu kitapta hakikatin sertliğini işaretlerle, imalarla göstererek okuyucuda daha sarsıcı bir etki bırakıyor.
Şeref Bilsel
“beyaz giyenin gül vereni çok olur diyorlar”
Şiir üzerine ortaya konan bütün tartışmalar; bir manifestik metne bağlı kalkışmalar, yönelişler temelde ‘sözcük’ tercihi üzerinden yapılmaktadır. Dili, anlatımı belirleyen sözcüklerin temsil ettiği dünyanın tazeliği yahut kadimliği şairin nasıl bir tutum aldığını, neleri koruyup nelere sataştığını görünür kılar. Kaotik, boğazına kadar yabancılaşmanın nesneleriyle doldurulmuş bir dünyanın şiiri eğer anlaşılır bir şey söyleme derdi taşıyorsa olabildiğince duru, billur bir sözcük kadrosu üzerinden söz almalı. Böyle olursa dil, temsil ettiği dünya karşısında konuşabileceği muhatap bulabilir. Bütün bunları bana Enver Topaloğlu’nun son şiir kitabı Gidene Kadar düşündürttü. Derinliğini, sadelikten alan bir söyleyiş hâkim kitapta. Yoğun ve fakat kendi üzerine kapanıp kalmayan, başkalarının da hatıralarını orta yere çağıran bir iç konuşma. Doğrudan sözcüklerle yazmamış, sanki önce sözcüklerle dertleşmiş ve sonra sözcükleri bize doğru vasıta kılmış gibi. Yaşanmış olan, rastgele söylenecek olanın yerine geçmiş. Şiirleri okuduktan sonra dizeler, sözcükler sayfadan kalkıp uçuşmuyor, bilakis gittikçe derinleşip kararlı bir hal alıyor. “sahi/ zaman beni ne sanıyor”
Topaloğlu, Yakamoz ve Tebessüm'le çıktığı şiir serüveninde altıncı kitabını okurla buluşturdu. Türkçenin inceliklerini, dikenli ve yan yollarını iyi bilen bir şair Topaloğlu. Şair sadece dil üzerinden bir arayışa girmiyor, belli bir yaşın ona yüklediği deneyimler de söz alıyor. Gördüklerinden, duyduklarından ayırıp sözcüklerin içine yüklediği an ve zamanlar sorularla çıkıyor karşımıza. Bir varoluş sorgulamasına dönüşüyor. Bir tarafta geçilenler, diğer tarafta içinde bulunduğumuz ‘şimdi’ ve henüz gelmemiş zamanlara düşülen notlar.
Kimi tanıklıkların şiddeti, beraberinde isyanı getirse de kitaba yayılmış tuhaf bir ‘yas’ kokusu var. Yaşla beraber koyuluğu artan: “bir kanadın yas/ bir kanadın isyan”
Kitabın ismi, Gidene Kadar'da kısıtlanmış bir süreç işaret edilse de asıl belli bir direncin, karşı koymanın (“ölene kadar”da olduğu gibi) devam etmenin sesi var. Tanpınar’ın söyleyişiyle “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”. Toplumsal kırılmalar, bütün insanların içine işleyen ve gelecek zamanları tehdit eden insanlık dışı uğultular da dizeler arasından sesini duyuruyor. “ekmek almaya giderken/ çocuklar öldürülüyor sokaklarda/ sevinçle başlayan her cümlenin/ yasla bitmediği zamanları görecek miyiz”
Kırmızı, ağaç, kadın, barikat, park… Böyle böyle bir meydan resitali çıkarıyor karşımıza şair. Dönüp arkaya bakmasına gerek kalmıyor anılar için, görmek isteyen için her köşeden kabaran bir kırmızı beliriyor. “Gidene Kadar” kalmanın dile yansıyan cesareti. Topaloğlu’nun önümüzde duran kitabının başat özelliklerinden biri de sözü darası alınmış, gayet ekonomik biçimde, eksilterek kullanmış olması. Uzatmıyor, tasvirlere girerek şiirleri hikâyeye yaklaştırmıyor, sözü bulandırmıyor. Ki hakikatin sertliği uzun uzadıya anlatılarak aktarılmak yerine işaretlerle, imalarla gösteriliyor olması daha sarsıcı bir etki bırakıyor. “geçerken/ geçmeyen/ cumartesi” Topaloğlu’nun şiirlerinde cevaplardan çok sorular, daha doğrusu yaşanmış olanları ‘sorgulamalar’ var. Bu sorgulamalar hem içinde bulunduğumuz yaygın, yılışık şiir diline bir tepki hem de yükselen yeni dünya değerlerine… “değil mi ama / yasla şenlik arasında / yağsa da ıslansak dediğimiz yağmur olacak değildi ya”
Şair, sanki, ‘içinde bulunduğu zaman’la ‘kendi içinde tuttuğu zamanı’ karşı karşıya getiriyor. Kıstırılmışlık, kapatılmış duygusu şiire bir imkân olarak yansıyor buradan. Anılar bir göze dönüşüyor. Şairin baktığı yerde yeniden tazeleniyor geçilmiş zaman tortuları. Sözcükler tesadüfen bir araya savrulmuş değil, sözcüklerdeki keder, yas, unutamama hali bilgiden ziyade bilgelikten, olgunluktan besleniyor. Okuyanlar bunu fark edecektir. “elli beş yıldır dünyadayım / beni ilk görenden öte gidemedim”. Dinlenmiş bir ifade gücü eşlik ediyor bizlere. Biliyor şair: “yaşamak işaret toplamaktır” kendinde toplanmak ve oradan bir yumak gibi sökülmek belki dünyaya doğru.
Kitap cisim, nesne bakımından da çok güzel olmuş. Kitabın kapak ve iç tasarımını yapan Savaş Çekiç’e, Mühür Yayınları Yönetmeni Mustafa Fırat’a okur olarak teşekkür borcumuz var. Saf ve rafine olana, donup kalmadan devam edene, boyun eğmeden direnene sadece hayatta değil, şiirde de inanıyoruz. “böyleyiz işte/ saflığa/ noktalı virgüle/ ve direnişe inanıyoruz”