Belli ki yeni yılda yine müziğe saklanacağız, filmlere saracağız, yazıya sarılacağız, kitaplarla sarmalanacağız. Başka da çare kalmamış gibi görünüyor bu gidişatla baş etmeye sanki. Yeni yıl istenmeyen zorbaları kovalasın, kavuşamayanları kavuştursun, adaletten mahrum kalanları kurtarsın, haksız kazançların ocağını söndürsün, hırsızları öğütsün, uğursuzları tükürsün. İki bin yirmi dörtte, birilerine ve bir şeylere rağmen, Yurtta Sulh, Cihanda Sulh olsun. İyi seneler!
Senenin son yazısını yazmak için ne olduğunu tam olarak
bilmediğim ama beni günlerdir eve, sık sık da yatağa mıhlamış, üst
solunum yolu kaynaklı bir hastalığın kasvetli gölgesinde masa
başındayım. Kasvetin tek nedeni hastalık değil ama. Günlerdir
seneyi parlak, güzel ve heyecan verici şeylerden bahsedeceğim,
ümitvar bir yazıyla kapatmayı tasarlıyordum. Asla “yılın en iyi”
listeleri yapan ve okumayı seven biri olmasam da kendimle mücadele
halinde ve okurla hizalanmak adına bunu yapmayı bile epeyce
düşündüm. Bir sürü güzel şarkı, albüm, konser, film, kitap vb.
akıl-fikir-sanat çıktısı geçti önümden elbette sene boyunca. Zaman
zaman bu satırlara da taşıdım onları. Ama sanki bu tip listeler
falan işlerin tıkırında gittiği, dert üstü murad üstü toplumlarda
daha bir anlamlı ve yerinde oluyor. Ne kadar uğraşsam da benden
cıvıl cıvıl güzellemeler, kuşlar uçuyor, güneş parıldıyor ilanları
çıkmıyor bugünlerde. Okur için bunların daha sevilesi olduğu
argümanı doğrudur herhalde. Ama okur bunları istiyorsa zaten Zeynep
Bastık veya Edis’in falan Instagram profillerini gezip, kitleleri
gözlerinin içine baka baka kandıran şarlatan kahramanların, kadın
düşmanlarının, oportünist tüccarların şarkılarını dinleyebilir – ne
de olsa her “mühim adam”ın yanında, her spotun altında, her
mikrofonun ardında bir tanesine rastlıyorsunuz.
“Gerçekten nefret ettiğimiz ve nefret edilmeyi yerden göğe kadar
hak edenler ve şeylerle ilgili suspus olmuş, duruyoruz. Nefret
ettiğimiz şeylerle barışmayı, hatta onları sevmeyi öğreniyoruz;
zorla. Dolaylı yoldan işimize geliyorsa daha da kolay nefret
ettiklerimizi görmezden gelmek, ne de olsa algoritmaların neleri
gözümüze gösterdiğini umuma açık eden bir algoritma henüz yok”,
kapanışında da şu aşağıdakiler yer alıyormuş…
“Debelenip duralım yirmi ikisinden üçüne geçerken, ama bilelim
ki bir şeyler olmak, bir şeyler değişmek zorunda. Bir şey. Bu ülke
için sadece bir. İki değil. Önce o değişmek zorunda. Tepeden
tırnağa, makrodan mikroya, bir şeyler ya değişecek ya da tüm
umutlar hep birlikte lağımda çürümeye devam edecek.”
Değişmedi. Çürüme(ye) de devam etti(k). Bütün bir sene boyunca
defalarca bağrımız deşildi. Acılar üstüne acılar, dayanılmaz
adaletsizlikler, incinmiş kalplere ve vicdanlara saplanan
hançerlerin birbiriyle yarıştığı, doğal afetlerden siyasal
felaketlere, bitmeyen savaşlardan başlayan savaşlara, ekonomik
yıkımlardan sosyokültürel yozlaşmalara rekor üstüne rekorlarla dolu
bir yıl olduğunu düşünüyorum 2023’ün. En büyük değerimiz
Cumhuriyet’in 100. Yılına dair birçok şeyin kasıtlı şekilde kepaze
edildiği, son olarak da cuma gecesi Türkiye Kupası’nı Suudi
Arabistan’da oynatmaya kalkan dalkavuk üst akılların bir çuval
inciri berbat ettiği muazzam bir finalle kapatıyoruz seneyi.
Sahnede berbat ve güdümlü bir oyun oynanırken birdenbire ilahi bir
müdahaleyle dekorun devrilmesi, başrol oyuncusunun peruğunun
düşmesi, kabak görünürken ışıkların kısa devre yaparak her şeyin
karanlığa gömülüşü gibi bir büyük final. Dikkatimi çekiyor, yılmaz
usanmaz umut tacirleri bile pek bir suskunlar bu sene yeni yıl
öncesi. Muhtemelen hiç bu kadar buruk bir yeni yıla giriş yaşamadık
uzun zamandır, belki de hiç!
GÖBEK ATALIM YAAA, ABİ AZCIK GÖBEK ATALIM YAAA!
Bunlar, bir hafta sonra
İstanbul’daki Zorlu PSM’de iki adet konser verecek olan ve her
şeyiyle çok şaşırtıcı genç yetenek INJI’in (İnci Gürün) Bellydancing adlı hit şarkısının giriş kısmında yer
alan sözler. Henüz Türkiye’deki patlamasını gerçekleştirmeden, bir
buçuk ay önce New York’ta görüşüp tanıştığım, sohbetimiz boyunca
duyduklarımdan çok etkilendiğim bu zekâ küpü, sempatik, kendinden
emin, özgüvenli ve cıvıl cıvıl şarkıcının önünün çok açık olduğunu
hissettim. Genç yaşına rağmen bugüne kadar karşılaştığım en
bilgili, farkında, küresel sektörün yapısına, dinamiklerine ve
büyük oyuncularına hakim, ne istediğini bilen bir sanatçı olduğunu
düşündüm. Tecrübe eksikliği şimdilik tek zayıf karnı ve birtakım
yanlış adımlar attırabilir ama tutunabilirse onu da zamanla
halledecektir. Çoğuna ve kendisinin hikayesine dair birçok bilgiye
bir kaç hafta önce Duvar’da yayımlanan söyleşisine göz atarak
ulaşabilirsiniz.
Sonraki süreçte kendisiyle ve
kariyer planlarıyla ilgili daha fazla bilgiye vakıf oldum ve
özellikle Türkiye’deki yolculuğunu merak etmeye başladım. Bu
yolculuğun henüz başında, ortalama bilet fiyatının 650-700 ₺ olduğu
(PSM’nin Studio sahnesi için son derece yüksek bir fiyat bu) iki
konserinin birden biletlerinin tükenmesi (toplamda 1250 civarı
bilete tekabül eder) gerek talep gerekse ciro açısından onun
potansiyelini ortaya koyuyor.
INJI
Her şeye rağmen, içinde gezindiği eğlenceli pop sularının
kaldırma kuvvetiyle, mancınıkla fırlatılmışçasına ulaşılan
zirvelerden tepetaklak düşmek bir ufak hataya, bir dil sürçmesine,
basit bir tökezlemeye bakabilir. Bugün yükselişini mümkün kılan ve
hızlandıran tüm etkenler – salt eğlendirme ve dans ettirme odaklı
müzikal içerik, sosyal medya, goy goy – yarın düşüşün ana dişlileri
haline gelebilir. O nedenle, “aman dikkat” demek isterim sevgili
İnci; hele Türkiye gibi içinde çıktığın ama birkaç senedir içinde
yaşamadığın bu tuhaf coğrafyada ve toplumda, yediğine içtiğine
ekstra dikkat etmeni dilerim.
Peki, yazının ilk kısmındaki karanlıktan göbek atmaya neden ve
nasıl geldik? Belki de Inji’nin haklı olduğu düşüncesine alan
tanıyarak. Belki de hakikaten hayat bazen sadece biraz göbek atmaya
çağırır ya da mecbur bırakır insanı. Ama mücadele etmesi çok zor
koşulların, zulmün, diktanın ve talanların asırlar boyunca
insanları delice dans etmeye sevkindeki devrimci direnişi
görmüyorum ben bu dansta. Daha ziyade işlerin yolunda gitmesini
kutlayan ve gitmeye devam etmesini salık veren parti göbekleri
görüyorum. Bir de Mark Zuckerberg’in camdan gözlerini.
Yine de belki Inji haklıdır, kimbilir…
***
Müstakbel bir pop yıldızı adayından dünya popunun güncel ve
mutlak kraliçesine, Taylor Swift’e yatay bir geçişle değinmeden
2023 değerlendirmesi olmaz. Hoş, 2023 değerlendirme yazısı olmasa
da 2023’ün açık arayla en önemli popüler müzik olayının baş
rolündeki Taylor Swift, yaptıkları ve
eriştikleriyle daha senelerce şapka uçurmaya ve çıkarttırmaya devam
edecek gibi görünüyor. Sadece Amerika’yı kapsayan Eras turnesiyle 4
milyar dolardan fazla gelir üreten (42 ülkenin senelik iktisadi
çıktısından fazla, dünya tarihinin en büyük konser turnesi cirosu)
Swift, turnedeki kamyon şoförlerinin her birine 100’er bin dolarlık
bahşişler başta olmak üzere, ekibine ve diğer tüm turne
çalışanlarına dağıttığı toplam 55 milyon dolarlık ikramiyelerle de
devrim yaptı. Bu gelirleri üretmeye kabil ve bu şekilde paylaşmaya
gönüllü olanın bir kadın olması bence ne bir tesadüf ne de
şaşırtıcı. Dünyadaki çoğu güzelliğin ardında kadınların, çoğu
kepazeliğin ardında da erkeklerin olduğu ilginç bir çağdayız.
Belki, muhtemelen, hep öyleydi ama artık çok daha görünür ve
duyulur halde her şey. Takkeler düşüp keller göründükçe erkek
egemen ve kokuşmuş düzenin kökten değişmesinin elzemliği iyice göze
batıyor. 2024 bu konuda ciddi ilerleme kaydedilebilecek bir sene
olabilir belki.
Taylor Swift ERAS turnesinin bir
konserinde
Erkek egemen düzen demişken bu sene hevesle okuduğum, en
sevdiğim kadın liderli gruplardan Lush’ın solisti Miki Berenyi’nin
Fingers Crossed adlı kitabına değinmek isterim. Ama
kitabın alt ismi How Music Saved Me From Success (“Müzik
Beni Nasıl Başarıdan Korudu”) bende asıl hayranlık uyandıran buluş.
Acaba kaçımız yaptığımız işlerle alakalı bu kinayeli soruyu
kendimize sorabiliyoruz? İlk kayıtları İngiltere’de 80’lerin
sonunda Oasis ve Blur ile patlamak üzere olan Britpop bombasının
tam ortasına denk gelen Lush, iyi şarkıları ve nitelikli sözleriyle
öne çıkmaya başlamıştı. Yıllardır sessiz sedasız köşesinde takılan
ama yakın zamanda yeniden yükselişe geçen shoegaze akımının en
renkli öncülerinden olan grubun solisti ve merkezi Berenyi, çağdaşı
erkek gruplarındaki elemanların çiğlikleri, zorbalıkları ve cinsel
saldırganlıklarından, kendisine ve diğer kadın rock müzisyenlerine
yaşatılanlardan ve dönemin Britpop/rock ışıltılı ama çürük
atmosferinden etraflıca bahsediyor. Anlatısı öyle yalın, içeriden
ve dürüst ki her kelimesine inandırıyor. Türkçe tercümesi yok ama
bir şekilde edinebilirseniz okumaya değer bir kitap.
LUSH, soldan sağa: Emma Anderson, Phil King, Miki Berenyi, Chris
Acland
Senenin benim için en büyük müzikal güzelliklerinden biriyse
Lush’ın diğer kadın elemanı Emma Anderson’un ilk solo albümü
Pearlies oldu. Ne Lush, ne Miki Berenyi, ne davulcusu
Chris Acland’ın 30 yaşında intiharının ardından dağılan Lush
sonrası projeler Sing Sing ve Piroshka ne de Emma Anderson
ülkemizde pek bilinen ve tanınan isimler. Senelerce yakın müzik
çevresi tarafından bir solo albüm yapması için cesaretlendirilen
Anderson nihayet kabuğunu kırıp ilk albümünü bu sene yayınladı. The
Maps adıyla müzik yapan James Chapman’ın muazzam bir katkıyla
prodüktörlüğünü üstlendiği Pearlies, bu sene dinlediğim en
güzel ve senenin son çeyreğinin derin yalnızlığında bana en iyi
gelen şeylerden biri. İyi ki vardın Lush, iyi ki varsın Emma
Anderson.
***
Belli ki yeni yılda yine müziğe saklanacağız, filmlere
saracağız, yazıya sarılacağız, kitaplarla sarmalanacağız. Başka da
çare kalmamış gibi görünüyor bu gidişatla baş etmeye sanki. En
azından buradan bakınca öyle görünüyor ama bende hem miyop hem
hipermetrop hızla ilerliyor, yakını da uzağı da pek iyi
seçemiyorum; dolayısıyla gördüklerimle ilgili çok iddialı
olamam.
Yeni yıl evden ırak zorbaları kovalasın, kavuşamayanları
kavuştursun, adaletten mahrum kalanları kurtarsın, haksız
kazançların ocağını söndürsün, hırsızları öğütsün, uğursuzları
tükürsün.
İki bin yirmi dörtte, birilerine ve bir şeylere rağmen, Yurtta
Sulh, Cihanda Sulh olsun.