Göç ve insan

İlk insan fosilleri hep insanlığın ana yurdu olarak Doğu Afrika’yı işaret ediyor... Ne gariptir ki insanların dün ve bu gün kullandıkları göç yollarında çok büyük bir değişiklik olmadığını görmek ayrıca ilginç olmuştur. Günümüzde Afrika’dan, Asya, Uzakdoğu, Avusturalya ve Avrupa’ya olan göçlere ve bunların izlediği güzergâha baktığımızda neredeyse aynı yollu izlediklerini görüyoruz.

Abone ol

Hasan Kaya

Okula ilk başladığım zaman kara tahtanın hemen sağında asılı duran büyük bir haritada Orta Asya’dan çıkan okları görünce şaşırmıştım. Daha okuma yazma bilmeden bunun insanların bir yerden bir yere göçü ile ilgili olduğunu anlamak hiç de zor değildi.

Evet, sonra neredeyse her yıl tekrarlanan ders konusu olan Türklerin Orta Asya’dan dünyaya nasıl yayıldıkları hep ilgimi çekmiştir. Günümüzün modern ulaşım araçları ile hâlâ aşılması oldukça zor olan mesafeleri insanlar nasıl katletmişlerdi. Yaya veya at sırtında aşılması çok zor mesafeleri kat ederek kendilerine yeni yurtlar aramış, bunun için savaşmışlardı.

Elbette bu haritaların gerçekle çok da ilgisi olmadığını zamanla anlayacak hayal kırıklığına uğrayacaktım. Bizdeki tarih yazımının özelikle bu resmi tarih yazımının birçok kez anlamsız bir milliyetçiliğe malzeme olduğunu anladığım yılarda başka haritalar ile karşılaşmıştım.

İNSANLIĞIN ANA YURDU DOĞU AFRİKA

Bu haritalarda Afrika’nın doğusundan dünyaya yayılan insanları gösteriyordu. İnsan bir kez aldatılınca her şeyden şüphe eder olur. O yüzden bu haritalar karşısında heyecanımı saklayarak uzun zaman şüpheciliği elden bırakmadım. Ancak insanlığın Doğru Afrika’dan çıkarak dünyaya yayıldığı gerçeği karşısında fazla direnmek mümkün değildi. Çünkü bu sefer bilimsel birçok disiplinin üzerinde hem fikir olduğu haritalar ile karşı karşıyaydım.

İlk insan fosilleri hep insanlığın ana yurdu olarak Doğu Afrika’yı işaret ediyor.

“Yaşayan en yakın akrabalarımız, büyük insanımsı maymunun hayatta kalmış olan üç türüdür: Goril, sıradan şempanze ve (bonobo olarak da bilinen) cüce şempanze. Bu üç maymun türünün, çok sayıdaki fosilleriyle birlikte yalnızca Afrika’da görülmesi insan evrimin ilk evrelerinin de Afrika’da geçtiğine işarettir.”[1] İnsanlık tarihini insansı maymunlardan başlattığımızda en az 7 milyon yıl öncesine gidiyoruz. Bu ilk atalarımızın ağaçlardan inerek ayakta durmaya başlamasının nedeninin iklim değişikliğine bağlı kuraklık, yiyecek kıtlığı ve göç zorunluluğu olabileceği düşünülmektedir. Göç insansı maymunların evrimleşerek çağdaş insana ulaşmasını sağlayan önemli etmenlerin başında geliyor.

Bu konudaki yeni buluşlar bizi bilgilerimizi sürekli güncellemek durumunda bırakıyor. Bir biri ardına yapılan arkeolojik buluşlar, geliştirilen yeni metotlarla tarih saptaması sürekli güncelleniyor. Yeni bilgilerimizle bize kadar ulaşan evrim çizgisinde yer alan maymun ailesi 4,4 milyon yıl önce oldukça dik duracak duruma geliyor. Yine aynı ailenin mensupları 2,5 milyon yıl önce gövde ve beyin yapılarına büyüme oluyor. Homo erectus, olarak adlandırılan bu ön insan, 1,7 milyon yıl önce bugünkü insanın gövde yapısına yakın bir büyüklüğe ulaşırken beyni henüz bizimkisinin yarısı kadardır.

Homo erectus ile başlayan dönem aynı zamanda taştan yapılmış avlanma ve savunma aletleri bulduğumuz dönemdir.

Taşların birbirine vurulması ve yontulması yolu ile yapılan bu aletler henüz çok kaba ve oldukça basittiler. Homo erectus ’un alet yapımı, onu diğer hayvanlardan, özelikle de maymundan ayırmamızı sağlasa da, o henüz bu günkü insandan çok uzaktır.

AFRİKA SONRASI DURAK ASYA

Afrika dışında ilk insan fosili 1891 yılında bir Güneydoğu Asya adası olan Cava adasında bulundu. Cava adamı olarak da adlandırılan bu fosil 500 bin yıl öncesine ait. Aynı şekilde 1999 yılında Gürcistan’da bulunan çok sayıdaki fosil 1,75 milyon sene öncesine ait. İnsanlığın ortaya çıkışını 7 milyon yıl öncesine kadar götürdüğümüzde ilk 5 ya da 6 milyon yılını Afrika’da geçirdiğini ve ilk dünyaya yayılmasını sağlayacak göç yollarına çıkışı 2 milyon yıl önceye götürebiliyoruz.

Avrupa’da bulunan en eski insan kalıntısı 500 bin yıl öncesine ait. 1907 yılında Almanya’nın Heidelberg yakınlarındaki Mauer kasabasında bulun alt kafatası kalıntısıdır. Avrupa kıtasında en eski bulunan insan kalıntısı ise 1995 yılında İspanya’da bulunan 780 bin yıl öncesine ait dört insan fosilidir. Yaklaşık yarım milyon yıl öncesine ait olan Avrupa da bulunan insan fosilleri daha büyük, daha yuvarlak ve daha az köşeli olan kafatası yapılarıyla Homo erectus ve çağdaş insanla bir benzerlik göstermezler.

Çağdaş insana uzanan halka Homo sapiens anatomik olarak 200 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkmış olmakla birlikte hala iskelet yapıları olarak bizden farklı ve daha küçük beyine sahip, el becerileri henüz gelişmiş değildir. Bu döneme ait buluntular insanın ataların henüz dünyaya yayılması için erken olduğunu işaret ediyor.

Ancak yine de sanıldığından çok önce insanın atalarının göç yollarında olduğunu son bulgular ortaya koymaktadır. Değişik dönemlere ait arkeolojik kazılarda bulunan aletler ve insan kalıntılarının bize gösterdiğine bakılırsa inanın Doğu Afrika’dan değişik dönemlerde çıkarak göç yollarına düşmüştür.

Doğu Afrika’dan başlayan bu göçlerin öncelikle Afrika kıtası içinde, sonra güney yarım kürde olduğunu okumalarımız bize gösterecek netliktedir. Kuzey yarım kürenin genellikle buzlarla kaplı olması, güneyin iklim koşullarının yaşama daha elverişli olması bunu şekillendirmiş olmalıdır.

Ne gariptir ki insanların dün ve bu gün kullandıkları göç yollarında çok büyük bir değişiklik olmadığını bu araştırmamız içinde görmek ayrıca ilginç olmuştur.

Günümüzde Afrika’dan, Asya, Uzakdoğu, Avusturalya ve Avrupa’ya olan göçlere ve bunların izlediği güzergâha baktığımızda neredeyse aynı yollu izlediklerini görüyoruz. Binlerce yıldır göçün nedenleri gibi güzergâhı da değişmiyor.

İnsanın Doğu Afrika’dan çıkış güzergâhı bu günde aynı rotayı izliyor. İlk insanlar da bugün olduğu gibi Afrika ile Arap Yarım Adası arasındaki Bab al – Mandab boğazını geçerek Arap Yarım adası üzerinden batıya geçmeye çalışıyorlar. 40 km olan bu boğazı bugün derme çatma balıkçı motorları ile geçmeye çalışırken çoğu zaman sonu büyük bir trajedi ile biten yolculuk o zaman daha kolaydı.

ÇÖLLERİN OLUŞUMU

Buzul çağında olan dünya boğazın sularının çekilmesine neden olmuş 40 km genişliğinde ki bu boğazı 4 kilometreye kadar düşürdüğü ve sığlaştığı klimatologlar tarafından yapılan model tasarımlarla saptanmıştır. Büyük olasılıkla basit kayıklar ve botlar yapma becerisi gösteren insanın bu ilk ataları için bu mesafeyi geçmek şimdi olduğundan daha kolay olmuştur.

Bu günün coğrafya bilgilerimizle Arap Yarım Adası'nı çöllerinin aşılmaz olabildiğini düşünenlerin geçmişte buraların hiç de sanıldığı gibi çöl olmadığını belirtmeliyiz. Yoksa 50 – 60 derecelere kadar varan sıcaklıkta bu çöllerin aşılması olanaksızdır. Orta kısımlarında belki çöller olsa da kıyı şeridi boyunca geniş bir bant biçiminde oldukça ılıman bir iklimin olduğu öngörülmektedir.

Bu göç yolunun özellikle daha sonra uzak doğu ve pasifik adalarına, oradan Avusturalya’ya kadar uzanan göç yolunun çıkış noktasıdır.

Bu aynı zamanda Dicle ve Fırat nehirleri boyunca yukarı Mezopotamya’ya çıkışın da yolu olmuştur.

Bir diğer göç yolu bu gün aşılmaz gibi gözüken Sahra Çölü üzerinden olmuştur. Bir zamanlar şimdi olduğu gibi aşılması olanaksız bir çöl olmayan bu bölge bol yağış alan oldukça ılıman bir iklime sahip ve Akdeniz’e uzanan kanal ve nehirlerin olduğu bölgedir. Akdeniz’e kadar ulaşan insanın ataları Afrika’nın kuzeyinden doğrudan Avrupa’ya, bugün çoğu talihsiz kazalar ile son bulan geçme denemeleri içinde olup olmadıklarını bilmiyoruz. Bununla ilgili elimizde her hangi bir veri yok. Fas üzerinden Cebelitarık boğazının buzulların suları hapsetmesi ve boğazların sığlaşmasına neden olduğu bilgisiyle geçişlerin olduğunu düşünebiliriz. Bundan başka Nil nehri boyunca insanların Afrika’nın içlerinden kuzeye çıktıkları ve oradan Ortadoğu’ya geçtikleri biliniyor. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya oradan Anadolu ve Kafkaslar üzerinden Asya ve Avrupa’ya yayıldıkları arkeolojik kazılarda elde edilen fosiller ile neredeyse kanıtlanmıştır.

Buraya kadar insanın atalarından söz ettiğimizi asıl insanlık tarihinin ise 50 bin yıl önce başladığı konusunda bazı ciddi bilim insanlarının hem fikrîler olduklarını belirtelim. Hem iskelet ve kafatası yapısı, beyin büyüklüğü, el becerileri, gelişmiş gırtlak yapısı ve büyük olasılıkla tek heceli bir dil konuşmaya başlamış olması ile 50 bin yıl önce bugünkü çağdaş insana benzer hale gelir. “Doğu Afrika’da, birörnek taş el aletlerinin ve günümüze kadar ulaşmış ilk sus eşyalarının (deniz kabuğu kolyelerin) bulunduğu yerleşim yerinde görüyoruz. Benzer gelişme kısa süre sonra Ortadoğu’da, Güneydoğu Avrupa’da daha sonra (40 bin yıl kadar önce) Güneybatı Avrupa’da meydana geldi, burada bulunan pek çok sayıdaki eşya, Cro-Magnon olarak adlandırılan insanların tam anlamıyla bugünkü insanlarınkine benzeyen iskeletleri ile ilişkilendirildi”[2] Bu aynı zamanda modern insanın tarih sahnesine çıktığını anlamına geliyor.

Daha önce atalarının değişik dönemlerde çıktığı göç yollarına modern insanda çıkacaktır. Çünkü “… yaşam ritimleri kendi arzularına değil, tersine avladıkları ve onların besini olan hayvanlara bağlıydı.”[3] Gelişmiş el becerisi, ustalıkla taştan yapılmış silahlar, mızraklar, zıpkınlar, ok ve yay ile iğne, çuvaldız gibi aletlerin yapımı avcılıkta başarılı olmasını sağladığı gibi avladığı hayvan derilerinden giysi yapmasına olanak verdiği için daha uzaklara göç etmesine, soğuk iklimlerde hayata kalma becerisi göstermesini sağlayabiliyordu.

Daha dik durması ile gelişen gırtlak yapısı, dilin alt yapısını oluşturan anatomik yapısındaki bu değişim tek heceli de olsa dil yeteneği örgütlenme ve birlikte hareket etmesinin olanağını sağladı.

Süs eşyaları, ölülerini özenle gömme biçimleri ve yine bu döneme ait olan mağara resimleri estetik ve ruhsal bakımdan da bu günün modern insanına yakın oldukları hemen görülmektedir.

Bu gün dünya üzerinde var olan tek tür olarak kalmış olan Homo sapiens ve onun alt türü Cro-Magnonların da ana yurdu Doğu Afrika’dır. Yine aynı güzergâhları kullanarak dünyaya yayıldıklarında kendilerinden önce göç yollarına çıkmış olan ataları ile karşılaşırlar. Kimi bilim insanlarının bunların Asya ve Avrupa’da paralar bir evrimleşme sürdüren türler olduğu, Cro-Magnonların karıştığını ileri sürseler de yaygın görüş insanlığın atalarının hepsinin Afrika kökenli olduğu yönündedir.

Bunlardan biri olan 300 ile 30 bin yılları arasında Avrupa ve Asya’da yaygın yaşadıkları bulunan iskelet ve kafatası kalıntıları ile bilinen Homo neandertallerdır. Neandertaller ile Cro-Magnonların karıştığı yönünde sınırlı bulgular olsa da, genel kabul Cro-Magnonların dünyaya yayılması diğer türlerin zaman içinde neslinin tükenmesine neden olmuştur. Bu görüşün doğru olma olasılığı daha büyü gözüküyor. Çünkü daha sonra tarih içinde değişik bölgelere yapılan göçlerde de göreceğimiz gibi yerli olan türlerin, halkların yeni gelenler karşısında tutunamadıklarını, bölgenin hâkimiyetini ellerinden kaybettiklerini ve zamanla azalıp yok olduklarını göreceğiz.

Modern insanın göç yollarına çıkarak dünya insanı olmayı bundan 60 bin yıl önce başlattığı yürüyüşü ile ulaşmıştır. Yeni bulgular, bu alada farklı bilim dallarının birlikte çalışması ile elde edilen veriler bize eskisinden daha güvenilir bir veri sunmakta.

GÖÇ YOLLARINI GÖSTEREN BAKTERİ

Binlerce yıldır insanla göç yollarında refakat eden, sürekli birlikte olduğu mikroplar, bakteriler yolculuğun rotasını bize gösteriyor. Mide bakterisi olan ve mide kanserine de yol açan Helicobacter pyloribinlerce yıldır insanla yaşamını sürdürmenin karşılığında şimdi modern insanın 60 bin yıl önce Afrika’dan göç yollarına çıkışını kanıtlamakla kalmıyor göç haritasının çıkarılmasında bilim insanlarına yardımcı oluyor.

Dünyanın her yerinde küçük değişime uğrayarak insanların mide çeperinde yaşamını sürdüren Helicobacter pylori insanlığın göç yollarının haritasını çıkarmak için şimdiye kadar olduğundan daha kesin bilgiler vermekte bize.

Biyologlar şimdiye kadar insan mide çeperinde yaşayan beş bakteri varlığı bulmuşlardı. Avrupalıların kendine özgü bir yapı gösteren bakteri varlığına karşılık Afrika ve Asyalılarda iki farklı bakteri varlığı daha keşfedildi. Berlin Marx –Planck Enstitüsü’nde Enfeksiyon Biyolog olan Mark Achtman tarafından bulunan hpSahul bakteri varlığı Avusturalya yellileri ve Yeni Gine’nin yüksek platolarında yaşayanlar arasında bulguladılar. Bu buluş, Pasifik yerlilerinin atalarının 70 bin yıl önce Doğu Afrika’dan çıkarak, Tayvan üzerinden 31 bin ile 37 bin yılları arasında Avusturalya ve pasifik adalarına geldiği tahmin ediliyor.[4]

Bilim insanları, ikinci bir göç dalgasının pasifik adalarına çok daha geç bir dönemde yaklaşık olarak 50 bin yıl önce Afrika’dan çıkan ve Avrupa ile Asya’ya yerleşecek olan modern insanın çok daha geç bir dönem de, 5 bin yıl önce olduğunu buldular. Bu göç dalgası yeni bir göç yolu çizerek Yeni Gine’nin kuzey doğusundan Yeni Zelanda’ya kadar uzanıyor.

Modern insanın göç yollarını şimdiye kadar arkeologların bulduğu çoğu sağlam ve tartışmalı olan fosiller, dil bilimcilerin çeşitli diller ve diyalektler arasındaki benzerliklere güvenerek çizmek zorundaydık. Ancak şimdi farklı bilim dalları örneğin Biyoloji, Enfeksiyon Biyoloji ve Genetik Biyoloji ile daha kesin verilerle dayanarak çizmek mümkün.

Günümüzde beş kıtada yaşayan insanlar yaklaşık olarak bundan 40 bin yıl önce üç kıtada da yaşamaya başlamışlardı. Dünyanın hala buzul çağını yaşadığı bu dönemde Asya’nın kuzeyi, Sibirya henüz insan ayağının bastığı yerler değildi.

Gerçi bazı bilim adamları uzun yıllar buzul çağında Avrupa ve Asya’da yaşamış, soğuğa dayanıklı Neandertaller’ın Kürklü Mamut ve Gergedanları avlamak için peşlerinden Sibirya’ya kadar gittikleri yönünde tartışmalı görüşler ileri sürdüğünü de burada belirtmek zorundayız.

Afrika’dan çıkan ikinci göç dalgası, yeni göç yollarını çizerek tüm dünyaya yayıldı. Avrupa ve Asya’dan sonra Sibirya’nın en uç noktalarına kadar vardı. Bu da 20 bin yıl önce olacaktı.

Modern insan artık Amerika kıtasına geçmenin arifesinde bulunuyordu. O günün bilgileri ile insanın Atlantik Okyanusu’nu gemi veya başka bir botlarla geçesi mümkün değildi.

Geriye tek bir yol kalıyor, o da Bering Boğazı üzerinden olduğudur.  İnsanların Amerika’ya yerleşmeleri konusunda ileri sürülen 14 ile 35 bin yılları arasına ait tartışmalı görüşleri bir kenara bırakırsak, “Amerika kıtasında kuşkulara yer bırakmayan en eski insan kalıntıları MÖ 12 bin yılına ait olduğu saptanan yerlerde bulundu.”[5]  Çok geçmeden bin yıl sonra bu günkü Kanada sınırının güneyinde, Amerika Birleşik Devletleri ile Meksika’da pek çok yerleşim yeri saptandı. Bunların hepsine ortak bir ad olarak Clovis yerleşim bölgeleri adı veriliyor.

“New Meksiko’da söz konusu insanlara ait taştan yapılma büyük mızrak başlarının ilk kez görülüp tanındığı örnek yerleşim yeri, Clovis kasabasına yakın olduğu için onlara bu ad verilmiştir.”[6]

Yaklaşık bin yıl içinde Kuzey Amerika ve Güney Amerika’nın en uç noktasına kadar insanların göç ettiklerini görüyoruz. Benzer yerleşim yerlerini Amazon bölgesinde ve Güney Amerika’nın en uç kısmı olan Arjantin ve Şili’nin güneyindeki bölge olan Patagonya’ya kadar indiklerini görüyoruz.

Bütün bu yayılma bin sene gibi kısa bir süre içinde oluyor. Bu son yayılma ve yerleşim yerleri ile dünya beş kıtası ile insanların yaşadığı bir yerdir.

[1] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik sf. 30

[2] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, sf. 34

[3] Helmut Uhlig, Avrupa’nın Anası Anadolu, sf. 28

[4] Von Sven Stockrahm; Zeit Online, Den Teufel im Gepäck 13 Şubat 2009

[5] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik sf. 42

[6] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik sf. 42