Yeni yıl yazısı adettendir. Siyasetten de, bilmiş yorumlardan
da, onca karmaşadan da zaten çok sıkıldık deyip bir yeni yıl yazısı
yazayım dedim.
Her ne kadar “Şu küresel ısınma hakkatten var yauv!” cümlesinin
bol bol kurulduğu yeni yıldan pek uzak bir hava içerisindeysek de
kış işte. Eskiden daha pırıltılı olurdu sokaklar bu vakit, şimdi
öyle değil. Gerçi şimdilerde genel olarak da grileşti ortalık.
Rengi kaçtı ülkenin.
Yeni yıl demek umutlu bir şey demek. Bu ülkede hepimizin en çok
ihtiyacı olan da o nicedir. Kolektif depresyondaki bir ülkede
umutlu şeylerden nasıl bahsedilir bilmiyorum açıkçası. Bu ülkenin
insanları olarak o kadar çok dövüldük, kırıldık döküldük ki; her
tarafımız yara bere içinde ve yaralarımızı üflemekten umutlu şeyler
düşünmeyi unuttuk sanırım. Tavuk dönerin 10 lira olduğu topraklarda
asgari ücrete 300 lira zam gelmiş, fakirin elindeki tek ekmek olan
umudunu da çalmışlar. İnsanlara yapılabilecek daha kötü bir şey
düşünemiyorum. Şimdi gel de bu ahval ve şerait içinde yeni yıl
yazısı yaz.
Böyle durumlarda hep Mevlana’nın şu dizesi vurur aklımın
kıyısına: “En garibi de budur ya; ‘Öldüm’ der durur yine de
yaşarsın…” Sonra madem yaşıyoruz deyip Hawking’i hatırlarım: “Yaşam
varsa umut vardır”.
Adı üzerinde, yeni yıl. Yeni hem de hiç düşünmediğimiz iyi
şeyler de olabilir, kötü şeyler olduğu kadar. İklim değişir Akdeniz
olur yani belki. Sabah, abla dediğim bir yakınımla konuşurken,
Altın Palmiye alan “Parazit” filminden bahsetti. ‘Konusu nedir?’
diye sordum, ‘Ne planlarsan planla, hayat tüm planını alt üst
edebilir üzerine kurulu’ dedi. “Kul kurar, Tanrı güler” dedikleri
yani. Bunu yalnızca olumsuz algılamamak lazım elbette. Tanrının
kötü kullarının kurdukları da suya düşebilir.
Her şeye rağmen 2019’un bize biraz nefes aldırdığını
düşünüyorum. Yerel seçimler umutluydu örneğin. “Her şey çok güzel
olacak” diye bir cümle kurabildik. Sevginin, iyiliğin kötülük
karşısında bir yerlerde kendiliğinden örgütlendiğine şahit olduk.
Bu tablo karşısında iktidarın parçalara ayrılışını izledik. Umutsuz
kaldığı için çok fazla yaşamına son veren oldu ama en azından
bombalar patlamadı şehrin ortalarında. Ya da darbe falan olmadı.
Belki, çok fazla kadın öldü ama kadınların her türlü baskıya rağmen
sokaklardan taşarak dans etmekten vazgeçmediğine şahit olduk.
Haksızca ve de alçakça bedeller ödetilse de beraatler ve tahliyeler
aldık. Bütün tehditlere rağmen yazmaya, çizmeye, okumaya devam
ettik ve kutsanmaya çalışılan cehaletin bilgi karşısında her daim
ne kadar zavallı kaldığını daha çok anladık. İklim krizinden
bahsetmeye başladık, Kaz Dağları’na sahip çıktık. Haluk Bilginer’le
gururlandık.
İşte buralardan baktığımızda, iyileşebileceğimize inanabiliriz.
Her güzel şeyin bir bedeli olduğunu bildiğimiz gibi, iyileşmenin de
çabayla ilgili olduğunu daha çok hatırlayabiliriz. Havaya iyi
niyetli cümleler bırakabilir, polislere daha çok çiçek
uzatabiliriz. Kendi kapımızın önünü temizleyip, sabahları insanlara
günaydın diyebiliriz. Ayda en azından bir kitap okuyabilir,
telefonla aramıza azıcık daha mesafe koyabiliriz. Daha az abur
cubur yiyip, kedilere daha çok su verebiliriz. Daha çok iyilik
yapıp, daha az karşılık bekleyebiliriz. Daha çok şiir okuyabilir,
hatta bir yerlere Halil Cibran’dan notlar düşebiliriz:
“Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı
ve uçtu gökyüzüne doğru.
Yükseldikçe, daha ve daha,
büyümeye başladı daha da.
Önce bir kırlangıç gibiydi,
sonra tarla kuşu ve kartal,
sonra bir bahar bulutu misali genleşti
en sonunda tüm yıldızlı gökleri kapsadı.
Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı,
uçtukça büyüdü, çoğaldı,
oysa yüreğimi hiç terketmemişti...”
Bence 2020’de hepimiz birden göğe bakabiliriz.