1998 yılının 4-5-6 Aralık günleri, Harbiye’deki Askeri Müze
binası tarihin en acayip buluşmalarından birine sahne oldu. "Kentli
Müzik"ten "Etnik Müzik"e uzanan, "Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Musiki
Mirası"nın peşine düşen, danstan söyleşilere farklı etkinliklerle
desteklenen 2. İstanbul Müzik Şenliği, Pozitif ve Açık Radyo
tarafından düzenlenmiş, ilgilileri üç gün boyunca müziğe
doyurmuştu. En azından niyeti oydu. Her şey güzel başladı ama art
arda konserler sürerken gelen bir yasaklama kararı, şenliğe gölge
düşürdü. Reşo ve Knar konserleri, Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı tarafından "ideolojik amaçlı
etkinliğe dönüşebileceği" gerekçesiyle iptal edildi. İptal sebebi,
taraflarla yapılan görüşmelerde "ülkenin içinde bulunduğu durum"
olarak açıklanmıştı.
Oradaydım, bu şenliğe, bu müzikli panayıra katıldım, Göksel’den
Zuğaşi Berepe’ye, Ali Ekber Çiçek’ten Nekropsi’ye, İnci Çayırlı’dan
Aydın Esen’e onlarca sanatçı ve topluluğu canlı dinledim ama ne
yalan söyleyeyim, içlerinden ikisi beni çok heyecanlandırmıştı:
Üniversite dönemimde kasetçalarımdan çıkmayan "Mütareke Yılları"
adlı kasetin yaratıcısı Serdar Ateser’in yeni albümü "Avdet Seyri"
hatırına ve sadece bu şenlik için oluşturduğu Bir Serdar Ateşer
Topluluğu konseri ve arabeskten rock’a uzanan denemelerini her dem
duyduğum ama Ankara’da yaşadığım için şahit olamadığım Replikas
buluşması… Roll’da, onlar için şu cümleler kurulmuştu: "Her telden
çalabilirler, bir potada eritirler, son tahlilde rock çıkar. İyi
çalmalarını bekleyin." Bekledim ve beklediğime değdi. İyi çaldılar.
İyi çalmakla kalmayıp iki şarkıyı dilime doladılar. Biri, evdeki
yüzüne bakmadığım 45’lik plaklardan birinde yer alan Hakkı Bulut
şarkısı "Falcı", diğeri adını bilmediğim ama nakaratında "derbeder
oldum" geçen şarkı. Şarkının adının "Seyyah" olduğunu 2000 yılında
yayımlanan "Köledoyuran" albümünden öğrenecek ama o zamana kadar
sektirmeden gittiğim Replikas konserlerinde bütün sözlerini
ezberleyecektim.
ANKARA'DAN İSTANBUL'A UZANAN BULUŞMALAR
Replikas’la ilk ciddi buluşmam, kendimi ve onları bilerek
dinleyişim bu şenlikte gerçekleşti ama tam da o dönemlere denk
gelen bir Ankara konseri var aslında: İstanbul’u sallayan
toplulukların bir kısmı (hatırlayabildiğim kadarıyla İstanbul Blues
Kumpanyası, Nekropsi, İhtiyaç Molası, ZeN, Replikas) Saklıkent’te
buluşmuş, Ankara’yı sallamıştı. Ekipler trenle gelmişti; onları
karşılayan heyecanlı (ama utangaç) gençler arasında ben de vardım.
Ada Müzik tarafından yapılan ve "kasetsiz" toplulukları bir araya
getiren "Sesimizi Yükseltiyoruz" adlı albümün çıktığı dönemler
olmalı… Mavi Tren’e değil daha uzun sürdüğü (ve doğal olarak
lokantası daha uzun süre açık kalan) Anadolu Ekspresi’ne atlayıp
İstanbul’a gittiğimiz, Peyote’den Kemancı’ya, Meis’ten JazzStop’a
zıpladığımız yıllar… "Eski köprünün altında"ki Kemancı’yı kaçırmış
olduğumuz için Sıraselviler üzerinde açılan ikincisiyle avunur,
aynı gecede farklı mekânlarda Bulutsuzluk Özlemi’ni, Aylin Aslım’lı
Zeytin’i, Selim Sesler’i dinler, sabahın ilk ışıklarıyla
kahvaltımızı yapar, Boğaziçi Ekspresi’ne atlar, geri dönerdik.
Gençliğimizin en güzel günleriydi.
Replikas ve adını saydığım (ya da saymadığım) ekipler, bu
dönemin fon müziği. Gençliğim güzel geçtiyse, bugün bu satırları
yazıyorsam, sayelerinde. Memleket müziğinin geçmişine merak salmam,
Ankara’da kendi yağımızda kavrulduğumuz dergimiz Müzük’te (Metin
Solmaz ve Alper Fidaner’le birlikte) kalem oynatmam, memleketin ilk
"solcu" radyosu Radyo Arkadaş’ta (hatırlayan vardır belki: 88.4 Biz
Arkadaşız) kendimce programlar yapmam tam da bu yıllara denk
geliyor. Sonra Roll çıktı, ekiple tanıştım, içine dahil oldum ve
"eğitim" sürecim başladı. Ankara’da el yordamıyla yaptığım şeyleri
bilerek yapmaya başladım, ilerledim.
KARABURUN'DA ANADOLU-POP'A SAYGI KONSERİ
İlerledim dediğime bakmayın, bu süreçte her şeye "dışarıdan"
bakıyor, temas etmiyordum. Sonrasında yavaş yavaş ekiplerle
tanışmaya başladım, içlerine girdim, hikayeye farklı bir taraftan
tanıklık ettim. Replikas’la yolumuz 2007 yılında Karaburun’da
yapılan şenlikte kesişti. Öncesinde ayaküstü tanışmalar, konuşmalar
var ama ekiple ilk ciddi temasım bu. Şenliği düzenleyen Gökhan
Akçura ekibi davet etmiş ama farklı bir proje için söz almıştı:
Replikas, "Anadolu-pop’a Selam" başlıklı bu projede köklere
uzanacak ve geçmişten gelen kimi şarkılara ses verecekti. Gökhan,
şenlikten aylar önce benden bir öneri listesi istedi, seçtiğim
şarkıları CD’lere kaydettim ve ekibe gönderdim. Sonrası,
Karaburun’daki muazzam konser. Çok sevmiş, konserin hemen
sonrasındaki spontane sahil buluşmasında bu hazırlığın bu konserle
sınırlı kalmamasını söylemiştim. Yıllar sonra, 2011’de Paris’te bir
başka buluşma gerçekleşti. O yıl yapılan Kolaj İstanbul adlı
etkinliğe davet edilmiş, birkaç gün geçirmiştik. O esnada (ara ara
yinelediğim) albüm fikri yeniden canlandı ve Replikas, kapak
notlarını yazarak kendimce katkıda bulunduğum "Biz Burada Yok İken"
başlıklı albümün hazırlığına girişti.
Albüm (ve konser) repertuvarında beni en çok etkileyen, popüler
şarkılardan ziyade kırılma noktalarındaki şarkılara yer vermiş
olmalarıydı. Benim onlara gönderdiğim liste işe yaramış mıydı
bilmiyorum ama zaten şahane şarkıları seçmiş, seslendirmişlerdi.
Getirdikleri "yeni" dokunuş, onların gücünü gösteriyordu. ’60’lı
yıllardan 2000'li yıllara uzanan köprüyü bizzat ve ilmek ilmek
işleyerek kurmuşlardı ve bütün şarkıları (özlerini bozmadan) birer
Replikas şarkısına dönüştürmüşlerdi. Bilhassa Gökçe’nin bu
şarkılara getirdiği yorum beni heyecanlandırmış, yapım aşamasında
izlediğim provalarda beğenilerimi bizzat söylemiştim.
REPLİKAS ŞAHANELİĞİ
Gökçe Akçelik, Replikas’ın kurucu üyelerinden. Çekirdek kadroyu,
1996’da Orçun Baştürk ve Barkın Engin’le oluşturuyorlar. İki yıl
sonra Selçuk Artut’un katılmasıyla birlikte bildiğimiz Replikas
vücut buluyor ve çalışmalara başlıyor. Yukarıda andığım
"Köledoyuran" ilk albümleri. Türünü tarif edemediğimiz müziklerini,
albümdeki bir şarkıdan yola çıkarak "Gulyabani Müzik" olarak
adlandırmak mümkün. Saykodelikten elektroniğe uzanan deneysel ama
kimlikli bir müzik bu. Dinlediğimizde "Evet, bu Replikas"
diyebileceğimiz şarkılardan müteşekkil ve bu, sonraki albümlerde de
kendini gösteriyor. Az önce özetlemeye çalıştığım ’90’lı yıllardaki
çeşitliliğin (ve onun getirdiği bereketin, hareketin) arasından
kendini sıyıran, yola adıyla devam eden asıl ekiplerden biri
Replikas. Gökçe, onun sesi, gitarıydı.
Geçtiğimiz hafta aldığımız haber, hepimizi perişan etti. Beni
ben yapan dönemde en çok dinlediğim ekibin önemli isimlerindendi
Gökçe ve zamansız kaybı, derin bir yara açtı. Sessiz ve sakindi,
derin muhabbetlerde bile neredeyse içinden konuşurdu ama heyecanlı
anlatışı, gözlerindeki pırıltı, sesindeki iniş çıkış,
anlattıklarını bambaşka bir boyuta taşırdı. Hepimize çok şey kattı.
Her şey bir yana, bugün "ses" üzerine düşünüyorsam, sesin peşinde
koşuyorsam, başta Gökçe, Replikas elemanları sayesinde. Belki de
bilmeden beni bambaşka bir alana yönlendirdiler ve elimdeki ses
koleksiyonunun temellerini attılar. Bugün o temelin üzerinde bir
büyük bina yükseliyor.
Replikas’ı uzun uzun anlatmaya gerek yok, memleket müzik
tarihindeki yerleri sağlam. Gökçe’yi bilen biliyor, tanıyan tanıyor
ama onca yakın arkadaşı arasında benim çıkıp "şöyleydi, böyleydi"
tadında cümleler kurmam da yakışık almaz. Yakın mıydık? Yakındık.
Çok çalıştık, çok yazıştık, çok şey yaptık, birbirimizden çok şey
öğrendik. Uzun süre birbirimizi görmesek bile kaldığımız yerden
devam edebilen iki insana dönüşmüştük. En kritik anlarda sorduğum
sorulara içtenlikle ve açıklayarak cevap veren, beni en olmadık
zamanlarda büyük dertten kurtaran arkadaşımdı Gökçe. Yokluğu, çok
şeyi değiştirecek ve ben, artık böyle zamanlarda belki de derdimin
içinde boğulacak, ilerleyemeyeceğim. Aslında ilerlerim çünkü
Gökçe’nin böylesi anlarda nasıl fikir yürüttüğünü, nereden
tuttuğunu ve yardım elini nereden uzattığını iyi biliyorum. Bu
anlamda bizimle hep yaşayacak, yan yana yürümeye devam edecek.
Bununla avunuyorum.
HASRET VE SONRASI...
Ne desem az, ne yazsam olmayacak. Her şey bi yana, sahici bir
insanı kaybettik. Sahiciydi, dürüsttü ve işini çok iyi yapıyordu.
Replikas albümleri her dem elimizin altında, sesini duymak
istediğimizde onlara uzanacağız ama artık şarkıları büyük bir
sızıyla dinleyeceğiz. Yetmezse -ki yeter- "Takva"nın müziklerini
içinde barındıran CD’sine uzanacağız, Gökçe’nin "sesini" bir kere
daha duyacağız. Onu özlediğimizde, "Seyyah"ın klibini açacağız,
başındaki o şahane sigara çekişini defalarca izleyecek, nice
Replikas videosu arasında kaybolacağız. Elbette yetmeyecek ama en
azından yaşadığımız sürece adını yaşatacağız.
Replikas’ın "Biz Burada Yok İken" başlıklı albümünün lansmanı
Karga’da düzenlenen bir konserle yapılmıştı. Sonrasında İstanbul’da
ve Ankara’da birlikte çaldık. Uzun bir turnenin hazırlıklarını
yaparken ilerleyemedik ama çok hayal kurduk. Lansman gecesi, CD’yi
imzalatırken sımsıkı sarılmış, karşılıklı teşekkürlerimizi havada
sallandırmıştık. Gökçe, imzasının üzerine bir küçük cümle
iliştirmişti: "Her zaman beraber olmak dileğiyle…"
Beraberiz Gökçe ve sana söz, her zaman beraber olacağız.
Karaburun’dan Paris’e, İstanbul’dan Ankara’ya uzanan hatıralarla
avunacak, Replikas müziğiyle birlikte adını sonsuza taşıyacağız. Bu
yazıda senden söz edemedim belki, ufacık değindim, yaptıklarınızı
kısaca anlatmaya çalıştım ama daha çok beraber yaptıklarımızı
anlattım. Yokluğuna alışamadığımdan. Onun için “hoşça kal”
demiyorum, diyemiyorum çünkü bir gün bir yerde mutlaka
karşılaşacağız.