Gökhan Arslan'dan yeni kitap: Tebeşir Bahçesi

Gökhan Arslan’ın şiir kitabı 'Tebeşir Bahçesi', İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Üç bölümden oluşan kitapta otuz beş şiir yer alıyor. Kitapla ilgili ağzına kadar şiir dolu da denilebilir. İlk izlenim, doksan altı sayfada boş da yok, boşluk da…

Abone ol

Başlığın değişik yorumlar yapılmasına, farklı anlamlar çıkarılmasına yol açması şaşırtıcı olmaz. Çağrışım aralığı geniş bir ad 'Tebeşir Bahçesi'. O nedenle sözü uzatmadan 'Tebeşir Bahçesi'nin, 1979 doğumlu Gökhan Arslan’ın beşinci şiir kitabı olduğunu belirtelim.

Genellikle cinayet mahallinde, maktulün yattığı yer, polis ve savcının incelemesi ve tutanak hazırlaması amacıyla işaretlenir. Maktulün cenazesi kaldırıldıktan sonra tebeşirle çizilmiş o alana, yani “cinayet mahalline” şair 'Tebeşir Bahçesi' demiş. Daha doğrusu şair, o çizili alanların birden çok olduğunu kastederek toplama bu adı vermiş… Sonra da aynı adı kitabına taşımış.

'Tebeşir Bahçesi', yılın yeni şiir kitaplarından. İthaki Yayınları’nca Şubat 2021’de okurla buluşturuldu. Üç bölümden oluşan kitapta otuz beş şiir yer alıyor. Kitapla ilgili ağzına kadar şiir dolu da denilebilir. İlk izlenim, doksan altı sayfada boş da yok, boşluk da… “Yurtsuzun Yurdu” başlıklı birinci bölümde yer alan “Best Of…” şiirinden iki dize aktaralım:

köhne bir köy okulunun rutubetli mahzeninde tanıdım sait faik’i
on yaşındaydım o kapıdan girdiğimde, çıktığımda yüz

İlk bölümün şiirlerinde daha çok, şairin çocukluk, ergenlik, ilk gençlik dönemine ait; kişisel yaşantıyla olduğu kadar toplumsal ve tarihsel olayları da kapsayan hatıralarla, tanıklıklarla yüzleşmeyi içeren temalar, izlekler, konular ön planda.

Gökhan Arslan’ın, kişisel olanı toplumsal, tarihsel, siyasal yönleriyle şiirin diline aktarmaya gayret eden bir şair olduğu biliniyor. Yeni kitabında da bu tutumunu sürdürdüğünü kaydedelim. İlk bölümde yer alan ve biyografik döküm niteliğindeki “Saatli Maarif Takvimi”, bu açıdan örnek gösterebileceğimiz bir şiir. Şiir, kitabın en uzun şiiri oluşuyla da (yedi sayfa; diğer şiirlerin en uzun olanı beş sayfa) dikkati çekiyor. Gökhan Arslan, uzun uzun yazmayı; dizeleriyle, betikleriyle sayfayı da, kitabı da doldurmayı tercih ediyor. Daha önce boşluk bırakmadığını söylemiştik. Şunu da söyleyelim: Fazlalık ve dolayısıyla bir taşma da söz konusu değil. Şiirin sözü, şiirin, şiirlerin uzunluğu nedeniyle yorulmuyor. Şairin sözünde de, okuyanın dilinde gürültü yaratmıyor. “Saatli Maarif Takvimi”nden bir alıntıyla devam edelim:

sen 11 yaşındayken
polonyalı büyük şair csezlaw milosz sonsuza göçtü ve giderken
“dikkatle bakıyorum, bunun için seçilmişim galiba:
yüceltmek için şeyleri, neyseler o oldukları için.”
dizelerini bıraktı sana doğum günü armağanı olarak

sen 13 yaşına bastığında
hizbullah-israil savaşı ateşkesle sonuçlandı
ne kadar çok savaş ve kavga gördün tarih boyunca
bütün savaş meydanlarında dolaştırmalı seni
askerlerin miğferleri birer saksıya dönüşsün diye

Tebeşir Bahçesi, Gökhan Arslan, 96 syf., İthaki Yayınları, 2021.

Bu arada kitapta, iki betiğini aktardığımız “Saatli Maarif Takvimi” gibi aynı zamanda aşk temasını da kapsayan başka şiirler yer alıyor. Ama “Saatli Maarif Takvimi”, biraz daha önde görünen bir şiir. Şunu da belirtmek gerekir: Arslan, poetika olarak “özel olan politiktir” sözünü, “özel olan toplumsaldır” sözüyle genişleterek şiar edinmiş gibi görünüyor. O nedenle sevgiliye yazılmış, içinde birtakım gizemler de taşıyan bir aşk şiiri, aynı zamanda toplumsal ve tarihsel döküm de olabiliyor. Şairin aşk anlayışı, dünyayı yorumlayışı, hayata bakışıyla aynı doğrultuda dile geliyor. Gökhan Arslan, Aragon gibi “Mutlu aşk yoktur” demiyor. Ama aşk, içinde yaşanılan dünyanın, hayatın koşullarından soyutlanamaz demeye getiriyor. Aşk mutsuzsa, mutlu olamıyorsa nedenini irdeliyor, sorguluyor.

Her şiir, aynı zamanda yaşanılan dünyanın, zamanın yorumudur. “Saatli Maarif Takvimi”nde şair yorumla yetinmiyor. Hem kişisel düzlemde hem toplumsal boyutuyla hem tarihsel olaylarla hem güncel yaşantıyla radikal bir yüzleşmeye, hesaplaşmaya girişiyor. Bir başka önemli nokta da şu: Arslan, dert ettiği, cebelleştiği meselelerle ilgili duygularını, düşüncelerini, duyarlılığını, farkındalığını dile getirirken teşrih ve teşhir yöntemiyle yol alıyor. Bireysel olanın toplumsalla, toplumsal olanın bireyselle iç içeliğine çekiyor dikkati. Daha doğrusu diyalektiği işletiyor diyebiliriz. Bir yandan da sanki hayata ve dünyaya dair cebelleşilen türlü meselelerin aynı network içinde olduğunu, deyim yerindeyse kanıtlamak istiyor. Şiir neyi kanıtlar ki diye soran olur mu? Olursa, karşılık olarak “Tebeşir Bahçesi” önerilebilir.

Gökhan Arslan'ın bitmek bilmez acılar, yaslar nedeniyle topluma, hayata, dünyaya ve dahası kendine çarpıp çarpıp içine düşenin, içine düşenin düştüğü yerden bir umutla yekinip kalkma girişiminin sesini, sözünü yansıttığı şiirler de okuyoruz kitapta. “Ankara’da Sivil Olmak” başlıklı şiirdeyse insanın yaşadıkları, tanıklıkları karşısında öfke nöbetine girmemesinin imkânsız olduğu nedenler ve ortam dile getiriyor. Şiirden bir betik aktaralım:

ankara’ya kış yağıyor hayriye
geçersiz sloganların, imlâsız afişlerin arasından
sessiz bir kortej gibi ilerliyor aşk
tanklar doğuya dönüyor yüzünü
çocuk öldüren marşlar, siyah plakalı arabalar
çetelesi tutulmayan kayıplar, çekirge çeteleri
gençliğinde fesleğen olan kızlar
kış geldi mi ıslak ahşap gibi kokuyor

Gökhan Arslan’ın şiirinde eleştirel dilin yelpazesi bir yönüyle kara mizahın, ironinin imkân ve ilhamlarına doğru açılıyor. Mizah, acıyla başa çıkmanın imkânlarından biri, belki de başlıcası… Şairlerin acılarını, mizahın çeşitli türleriyle aşmaya yöneldiklerini gösteren örnekler modern Türkçe şiirde de fazlasıyla bulunur. Acının kaynağı farklı olabilir ama sonuçları çok büyük bir değişiklik göstermez. Cemal Süreya’nın şiir dilindeki ironi bilinir. Onun o ironik dilinin arka planında sürgünlüğünün, bastırılmış kimliğinin oluşturduğu büyük acının yer aldığı da daha önce dile getirilmiştir. Şairin duyduğu, etkisinde kaldığı, şiire aktardığı acının ille de kişisel macerasından kaynaklanması gerekmiyor. Çünkü şairin, tesirinde kalmaması imkânsız denilecek kadar çok acı var dünyada. Gökhan Arslan’ın 'Tebeşir Bahçesi'ndeki şiirler de aslında tam bunu söylüyor: Bu hayatta, bu dünyada ama aynı zamanda yaşadığımız çağda, yaşadığımız coğrafyada ne çok acı var. Başımıza gelmese de tanık oluyoruz. “Büyük acılar dilsizdir” denir. “Büyük acıların kelimeleri yoktur” da deniyor. Ama büyük acılar dilsiz kalmamalı. Anlatılmayan unutuluyor çünkü. Unutmamak mağdurların, mazlumların zalime ve zulme karşı en büyük sığınağıdır, silahıdır. Şiir tam da bunun için önemli. Büyük acıların kelimelerini bulma, dilini kurma, bir dil oluşturma arayışı, çabası, deneyimi olarak da düşünebiliriz şiiri. Şairin 'Tebeşir Bahçesi'; Türkiye’de yaşayanların, yaşananların büyük acılarının kelimelerini bulma, dilini kurma arayışı olarak da değerlendirilebilir.

Kitabın, “Tembel Deliği” başlığını taşıyan ikinci bölümünde şiirlerin siyasal tonu artıyor. Şair bu bölümdeki şiirlerde, kişisel olanda içkin toplumsallıkla birlikte siyasal boyutu da vurgulamakta. Kişisel de, toplumsal da, siyasal da, tarihsel olan da birbiriyle ilişkilidir. Örneğin 1915 denildiğinde, bu tarihin size çağrıştırdıkları ya da çağrıştırmadıkları gibi. Şairin hiçbir şey çelişkisiz, çatışkısız var olamaz düşüncesinden kaynaklanan bakış açısı, şiirlerin art alanında, deyim yerindeyse, saat gibi işliyor. Hayır, Gökhan Arslan felsefe yapmıyor. Demek istediğimiz, bu değil. Ama şairin, şiirlerinin güçlü bir felsefesi de yok değil.

Her şiirden, her şiir yapıtından bir tazelik beklenir mi? Beklenir elbette, beklenmelidir. 'Tebeşir Bahçesi'nin tazeliği örneğin, zor zamanda konuşması. “Zor” konularda konuşması… Zor meseleler hakkında konuşması…

Toplumcu gerçekçi olarak bilinen şiir çizgisinin iki binli yıllarda önemli bir dönüşüm geçirdiği söylenebilir. Gökhan Arslan, bu dalganın içinde yenilik arayışında olan ve bu yönüyle öne çıkan şairlerden biri. İki binli yıllardan sonra antilirik olarak gelişen yeni dalga toplumcu gerçekçiliğin, modern Türkçe şiirin geçirdiği dönüşümlerden, değişimlerden bir hayli etkilendiğini ve yine aynı ölçüde geliştiğini de kaydetmek gerekir. Arslan antilirik şiirle birlikte, örneğin deneysel şiirin imkânlarını da kapsayacak biçimde bir bireşim deniyor. Onun bu arayışı, yeni dalga toplumcu gerçekçi şiir anlayışında önemli bir güncelleme olarak da yorumlanabilir.

Gökhan Arslan, her bölümde dili, sesi, sözü daha da sertleştiriyor şiirlerinin. Alıntıladığımız dizeler, kitapta toplumun, devletin ve tarihin karanlık yüzüne şiirin ışığının tutulduğu “Faili Meşhur Cinayetler”den:

tebeşirle çizince etrafını yerde yatan ölünün
tedirgin bir güvercin resmi çıktı ortaya
kanatları uçmak’a doğru genişleyen
duvarlara kömürlerle yazılan yalnızlıktı devlet
her harfinde kırgın bir halkı gizleyen

(…)

tebeşirle çizince etrafını yerde yatan ölünün
uykulu bir menekşe deseni çıktı ortaya
bahçeye törenlerle dikilen yalnızlıktı devlet
her yaprağında kırgın bir halk yaşardı

'Tebeşir Bahçesi', şairin yapıbozumcu yöntemi şiire uyarlaması olarak da değerlendirilebilir. O nedenle Gökhan Arslan’ın şiirlerinde yaptığına toplumsalın sökümü, daha doğrusu bir söküm işlemi de diyebiliriz. Çünkü yalnızca toplum değil sökülen.

'Tebeşir Bahçesi' unutmama, unutturmama kitabı olarak da yorumlanabilir. Tarihi galipler yazar denir. Ama şairler de tarih yazıcılardır. Üstelik mazlumların, mağdurların tarihini yazar onlar. Gökhan Arslan da onu yapıyor. Hem hatırlıyor hem yüzleşiyor hem de kayıt tutuyor.

Kitabın odağında, adının işaret ettiği üzere, cinayetler var: Hemen her gün bir yenisi işlenen faili meçhul cinayetler, faili meşhur cinayetler, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, iş cinayetleri; kısaca hayatımızın kâbusu olan cinayetler… Gökhan Arslan da dikkatleri buraya çekmeyi amaçlamış ve şiirleri bize diyor ki bu kâbus alışılacak bir şey değil; alışmayın, alışmayalım…

Gökhan Arslan’ın yeni kitabı, bir şiir kitabı olarak çok şey içeriyor. Ne diyelim: Bizden söylemesi…