Göksenin: Blues’un öncüleri kadınlardır
Ma Rainey Blues’un annesi, Bessie Smith imparatoriçesi, Koko Taylor kraliçesi ise, onların şarkılarını ve hikâyelerini sahnede bizlerle paylaşan Göksenin Tuncalı’ya da Türkiye’de blues’un en güçlü kadın temsilcilerinden biri diyebiliriz şüphesiz. “Women Blues with Göksenin” projesiyle dinleyenleri büyüleyen Göksenin ile kariyerini, blues tarihinde kadının rolünü, kurucusu ve başkanı olduğu Blues Derneği’ni konuştuk.
Serpil Kurtay
DUVAR - ABD kırsalından çıkıp tüm dünyaya yayılan blues müziğin öncülerinin kadınlar olduğunu biliyor muydunuz? Ma Rainey, Bessie Smith, Mamie Smith, Memphis Minnie, Koko Taylor, Alberta Hunter, Ida Cox, Ethel Wayers, Sippie Wallace, Big Mama Thornton, Etta James, Janis Joplin, Shemekia Copeland ve daha niceleri... Onlar hem klasik hem de modern dönemin en önemli blues kadın şarkıcıları... Bu kadınların hikâyelerini, şarkılarını merak ediyorsanız, bir gün muhakkak Women Blues with Göksenin’i dinlemeye gidin. Grubun harika performansı ve Göksenin Tuncalı’nın muhteşem sesiyle, Mamie Smith’in ticari olarak çıkarılan ilk blues plağını kaydettiği 1920 yılından günümüze keyifli bir yolculuk yapacağınıza şüphe yok. Söz yazarı, besteci, gitarist, çevirmen, yazar, eczacı ve hepsinden önemlisi güçlü bir sese sahip olan Göksenin, aynı zamanda kurucularından olduğu Blues Derneği’nin yönetim kurulu başkanı... Sevgili Göksenin ile umut, hüzün, aşk, özgürlük ve kahkaha yani blues dolu bir sohbet gerçekleştirdik.
En başından başlasak, insanların karşısındaki ilk performansın nerede oldu? Ailene mi, komşulara mı, arkadaşlarına mı?
Bu sorunun cevabını geçtiğimiz yıl, çocukken yaşadığımız evin komşusundan öğrendim. 80’lerde İstanbul Yeşilköy’de oturuyorduk ve o dönemin çocukları olarak sokaklarda büyüdük. Komşumuzun anlattığına göre, sürekli çocukları bahçeye toplayıp, önüme oturturmuşum. Elime de dalı alıp, onlara şarkı söyleyip, kendimi alkışlattırırmışım. Dolayısıyla performanslarıma 2-3 yaşımda başlamışım (gülüyor).
Lise grubun var mıydı?
Yoktu. Lisedeyken tek başıma gitar çalarak, söylüyordum. Babamın mesleği gereği bütün Anadolu’yu dolaştık; İzmit, Muş, Balıkesir... Lise sona kadar sekiz okul değiştirdim. Genelde sokaklarda ya da gizlice barlara girerek şarkı söylüyordum.
Bu tür küçük illerde, özellikle de o yıllarda bir kız çocuğunun böyle şeyler yapması cesaret ister. Ailenle bu yüzden problem yaşamadın mı?
Ailemin bunlardan haberi yoktu. Çünkü onlar beni kurstayım, ek dersteyim ya da arkadaşlarımla bir kafeye pasta yemeye gittim zannediyordu.
“Merve’lerde ders çalışıyorduk” diyorsun yani. Hiç yakalanmadın mı?
Yok yakalanmadım. Bu arada ilk gitarımı babam almıştı. Hatta yanlış öğrenmeyeyim diye beni kursa da yollamıştı. İlk pop gitar kursuna gittim.
Pop mu söylüyordun?
Aslında yabancı, yerli ne varsa onları söylüyordum. Önce Guns N’ Roses’dan bir şeyler, arkasından Yeni Türkü’den gibi karışık bir repertuarım vardı o yıllarda. Mesela Beşiktaşlılar lokali, muhasebeciler derneği gibi yerlere gidip oralarda gitarımı çıkarıp çalmaya başlıyordum. İnsanlar da herkese bira ısmarlıyordu. Böyle olunca mekân sahipleri “Sen hep gel, çal, içkin bizden” demeye başladı.
Ama sonra profesyonel kariyerin müzisyen olarak değil, eczacı olarak başlıyor. Üniversitede eczacılık okuyorsun.
Evet, Türkiye’de maalesef müzikle ilgilenen herkes böyle yapmak zorunda... Özellikle bizim jenerasyon için böyleydi. Aslında tıp okumak istiyordum ama eczacılığı kazandım. Baştan tıp bölümünü kazanmadığıma üzüldüm ama sonrasında benim için böylesinin daha hayırlı olduğunu gördüm. Çünkü yapacağım şey, müzikmiş ve eczacılık okumam buna imkân verdi. Mezun olduktan sonra ilaç firmasında çalışmaya başladım ve kendimi ruhsatlandırma alanında yetiştirdim. Evden çalışacak ve dışarıdan danışmanlık yapacak hale geldim. Medikal çeviriler yaparak para kazandım. Böylece müzikle de ilgilenebildim.
Hâlâ yapıyor musun?
Blues Derneği’ni kurduğumuzdan beri yani iki yıldır pek yapamıyorum. Sadece dernekle ilgilenebiliyorum.
Bir kadın olarak müziğin içinde var olmak senin için zor oldu mu yoksa bu bir avantaj mıydı?
Mekânlar, “Solistiniz kadın mı?”, “Solistiniz kadın olsa iyi olur”, “Solistiniz kadınsa tamam çıkın” gibi şeyler diyorlardı. Bu açıdan sahne bulma anlamında çok zorluk yaşamadım. Güzel de çalıp söyleyince program yapıyordum. Aktif olarak hep çaldım. Ama gitar çalarken, “Kız gibi çalıyor” sözlerini duymak da can sıkıcı olabiliyordu.
Bu açıdan kendini ispatlamak zor oldu mu?
Tabii ki... Müzisyenlerin de bir tepeden bakma durumu hep vardır. Mesela ilk albümün çıktığında “Besteleri kim yapıyor?”, “Besteleri sizin gruptakiler yapıyor, sen söylüyorsun herhâlde” falan diyorlardı. Ön yargı acayip bu konuda... “Bu şarkı kimin? Acayip güzel. Gökhan mı yazdı, kim yazdı” falan diye sorduklarında “Ben yazdım. Sözü, müziği ben yazdım” dediğimde cevap “Nasıl ya” oluyordu. Mesela zorluk olarak, sahneye çıkışımın birkaç sene ertelendiği dönemden de bahsedebilirim; bize yaftalanan estetik kaygılar yüzünden. Hayatım boyunca her zaman tombik bir kadındım. Ama üniversitenin bittiği yıllarda şu halimden 25 kilo daha az kiloya sahiptim. Bir arkadaşım, bir grubun back vokal aradığından bahsetti. Ben de hep tek başıma sahneye çıktığım için bir grupta yer almayı çok istiyordum. 70’ler rock yapıyorlardı, en sevdiğim! Klasik gitarımı aldım, gittim. Dinlediler, bayıldılar. Stüdyoda da dinlemek istediler, orada da onlarla birlikte söyledim. Çok beğendiler ve “Sahne için arayacağız” dediler. Arayacaklarına kesin eminim... Öyle övdüler ki, gruba kesin girdim diye düşünüyorum. Aradan bir hafta, on gün geçtikten sonra merak ettim, ortak arkadaşımızı aradım. O da şöyle dedi: “Göksenin seni bir türlü arayamadım, çünkü çok utanıyorum. Seni acayip beğenmişler, hatta birçok kişiyle karşılaştırmışlar ve en iyisi olduğuna karar vermişler. Çok övdüler ama ‘On kilo vermesi lazım’ dediler.”
Hiç onlarla bu konuda yüzleştin mi?
Yok, yüzleşmedim, zaten hiç karşılaşmadık. Ama nasıl üzülmüştüm, nasıl sinirlenmiştim anlatamam. Sürekli aynada kendime bakıp, “Gerçekten mi çok kötüyüm” diyordum. İnsana kompleks de geliyor. Hatta şimdi bile o zamanki fotoğraflarımı insanlara gösteriyorum, “Çok mu kiloluyum burada?” diye soruyorum. İnanılır gibi değil, süt gibiyim, şişman falan değilim, aşırı güzel, aşırı seksiyim hatta (gülüyor).
Evet, ben de fotoğraflarını gördüm, gerçekten çok güzelsin. Hatta internette hakkında yazılanlara baktım, gençlik yıllarında birçok erkeği peşinden koşturduğunla ilgili şeyler de yazıyor.
Of... İşte sahneye çıktıktan sonra öyle şeyler oluyor. Şaka bir yana sahnenin böyle bir yanı da var; kadın ya da erkek fark etmez, sırf sahnede olmandan dolayı bir hayranlık oluyor. Sesini de beğenirlerse, hayranlık artıyor. “Peşinden koşturuyordu” falan diyerek abartmışlar (gülüyor).
Sonra ilk grubun hangisi oldu?
Aslında 19 yıldır aynı grupla, ilk grubumla çalıyoruz. Gürkan Özbek (gitar) ve Ozan Yeşildal’la (bas gitar) hep birlikte çaldık. Bir tek davulcumuz değişti. O da mecburiyetten oldu; davulcumuz Kanada’ya taşınınca Soner Doğanca gruba katıldı. İlk ismimiz Supradyn’di, sonra B Planı oldu, sonra Göksenin, son olarak da Woman Blues with Göksenin oldu. 2001’de Kadıköy Shaft’ta çalmaya başladık. Orası şimdi Ağaç Ev oldu ve hâlâ aynı lokasyonda çalıyoruz. Bu süreçte epey beste yaptık.
Yani gruptaki erkekler yaptı bu besteleri?!
Tabii onlar yaptı, ben söyledim! (Gülüyor) Sonuçta bir kadın nasıl ve neden beste yapsın! (Kahkahalar)
Bir de albümünüz var değil mi?
Evet, ama bu albümü çıkarmak on yıl sürdü. Biraz yaşlı muhabbeti olacak ama o zamanlar böyle kolay programlar yoktu, bilgisayarlar böyle değildi, aletlere kolay ulaşamıyorduk, stüdyolar pahalıydı. Müzikten kazandığımız harçlıkla bunları gerçekleştirmek mümkün değildi. Para biriktirip, ses kartı aldık, onu bilgisayara nasıl bağlayacağımızı, müzik kaydının nasıl yapılacağını vs. her şeyi öğrenmek zorunda kaldık. Sonra insan klip çekmek istiyor. Bu sefer bir şekilde kamera alıp nasıl kullanılacağı, kadrajın ne olacağı gibi şeyleri öğrendik. Grup olarak hayatımız öğrenmekle geçti. O nedenle meyvesini vermesi çok uzun sürdü. Böylece bir albüm (İkimizin Sırrı), iki single çıkardık. Sonra bir albüm daha yaptık ama çıkarmadık.
Neden?
Çünkü o sırada blues’a geçmiştik. O albüm de blues albümü değildi. İçime sinmedi. Şu anda üçüncü albümü kaydediyoruz.
Yeri gelmişken, blues’a geçişin nasıl oldu?
Soner, beni blues’a yazdırdı (gülüyor). “Soran olursa böyle de” diyor. Soner, sesimin ve tarzımın blues’a çok yatkın olduğunu söyledi. Ben de denedim ve bana çok iyi geldi. Herkes gibi ben de müziğe Slayer ve Sepultura’larla, metal müzikle başladım, 90’lar, 80’ler, 70’ler rock derken, “Allah! Led Zeppelin mükemmelmiş” demeler... Sonra bunun kökünü araştırınca blues’a gidiyorsunuz. Ayrıca çevremizdeki iyi müzisyenler de hep blues çalıyordu. Soner de o camiadan birisi. Yavuz Çetin’ler, Blue Blues Band’ler, Bertuğ Cemil’in içinde olduğu tayfa, Jazz Stop, Hayal Kahvesi, Mojo’da blues çalan insanlar, hepsi feciler... Gerek müzisyen ahlâkı olarak gerekse de müziği çalışları olarak hepimizin örnek aldığı isimler... “Onlar yapıyorsa bir bildikleri vardır” diyerek ilgilendim biraz da. Sonra blues’a geçince, eskiden söylemeye çalışırken zorlandığım hiçbir şeyde zorlanmadığımı fark ettim. Blues, resmen sesimi, dünyamı, fikrimi açtı. Vokalistlere, bir şeyler ters gidiyorsa blues çalışmalarını tavsiye ederim. Blues, insanların kendisinde olmadığını zannettiği birçok şeyi keşfetmelerini sağlıyor. Mesela hard rock ilk albümüme bakınca, incecik bir ses, tatlı tatlı bir vokal var.
Evet, dün internetten bir şarkını dinledik, aynı sözleri söyledim.
Bir tane mi dinledin, o kadar mı dayanabildin?
Hayır, tabii ki (kahkahalar)... Ama gerçekten sesin şu anda çok daha güçlü...
Blues, gerçekten bir farkındalık yaratıyor. Keşke daha önce başlasaymışım...
Şu anda “Woman Blues with Göksenin” ismiyle sahne alıyorsunuz ve kadın blues’cuların şarkılarını seslendiriyorsunuz. Bu proje nasıl ortaya çıktı?
Blues dinlemeye ve söylemeye başlayınca bir baktım her yerde aynı şarkılar ve isimler çalıyor; B.B. King, Jimi Hendrix (Ki aslında o rock çalıyor), Stevie Vaughan... Hepsi erkek... Ben de blues repertuarı yapmak istiyorum ama bakıyorum hiçbir yerde kadın ismi görmüyorum. Araştırmaya, yurt dışından kitaplar sipariş ederek okumaya başladım. Kadın blues’cuların biyografilerini okudum. Bütün paramı onlara yatırdım diyebilirim. Şunu öğrendim ki, 1920’deki ilk blues plağı kaydı bir kadın tarafından yapılıyor ve neredeyse 1920 ile 1930 arasındaki tüm kayıtları kadınlar yapıyorlar.
İlk kaydı yapan kadın blues’cunun ismi ne?
Mamie Smith. Şarkının adı da Crazy Blues. Aslında blues’u kırsaldan şehre kadınlar taşımış. Toplum hiyerarşisinde bu kadınlar en alt düzeyde; beyaz erkek, beyaz kadın, siyahi erkek, siyahi kadın. Bu siyahi kadınlar o yıllarda Amerika’nın güneyini şatafatlı trenleriyle dolaşıyorlar, turne yapıyorlar ve siyahi kadınlara güç verici şarkılar yapıyorlar. Mesela “Vahşi kadının blues’u olmaz yavrum, vahşi kadın hüzünlenmez, ben erkeğimi döverim”, “Niye bu kadar üzüntü duyuyorsun erkeğin seni terk ediyor diye, zaten seni aldatıyordu”, “Çok pis kokmuyor mu, boşver onu sen, s... et” gibi acayip sözler var. Bir de bu kadınlar çok ve biseksüel, bir sürü karıları, bir sürü kocaları var ve bunlarla ilgili şarkılar yazıyorlar. Bu kadınların hem feminizme çok büyük katkısı olduğu söyleniyor hem de onlara 60’lardaki LGBT hareketinin kültürel öncüleri deniliyor. Yani bütün dünyaya sosyolojik, politik ve kültürel olarak bu insanların, insan hakları, ırkçılık konularında da söyleyeceği o kadar çok şey var ki, bu kadar dolu bir müzik, bu kadar dolu bir kesim daha düşünemiyorum. Siyahi kadınların uyanışı ve yükselişi sırasında hem araçları hem de güç aldıkları şey blues. Şimdi ben nasıl bununla ilgilenmeyeyim?
Repertuarınızda çaldığınız böyle kaç şarkı var?
Toplam çalıştığımız ve çaldığımız 40-50 civarında şarkı var. Sürekli ekliyoruz, kendimiz de yapıyoruz. Gerçekten çok fazla şarkı var. Mesela Eric Clapton, Bessie Smith’i çok cover’lar. Lep Zeppelin, Memphis Minnie’nin parçasını alıp değiştirmiş ama ondan hiç bahsetmemiş. Genelde 60’lar, 70’ler rock camiası hep 30’ların, 40’ların blues’larını araklayarak yapmış o şarkıları. Led Zeppelin, arakların kralıdır. Aslında blues, söz olarak da, müzik olarak da herkesin feyzaldığı, baskılara karşı direnen bir kesimin, kadınların da, erkeklerin de müziği. Şöyle bir janr da var; 1920’ler ve 1930’lar arasındaki blues’a 'classic female blues' deniliyor. Düşün, bunlar bilinmiyor. Öğrenince bunları anlatmak da benim boynumun borcu oldu ve beş yıl önce “Woman Blues with Göksenin”i kurduk.
Programında her şarkı öncesinde hem şarkıyı söyleyen kadınların yaşamlarını hem de şarkı sözlerinin anlamlarını anlatıyorsun. Ben çok keyif alarak dinliyorum. Ama seni dinleme şansı bulamayanlar için bir de buradan bazı bilgiler vermeni istesem...
Blues’un annesi Ma Rainey, biseksüel bir kadın. Bir gün evde kadın arkadaşlarıyla evde eğlenirken polis evi basıyor ve bunları ahlâka aykırı hareketten gözaltına alıyor. Ertesi gün blues’un imparatoriçesi Bessie Smith gelip kefaletlerini ödeyerek bunları çıkarıyor. 3-4 ay sonra Ma Rainey “Prove it on me blues” şarkısını yazıyor. Sözleri şöyle; “Evet dün akşam arkadaşlarımla birlikteydim. Evet, hepsi kadındı. Çünkü ben erkeklerden hoşlanmıyorum”. Yıl 1926. Şu zamanda bile bu şarkıyı yazması zor. “Evet, bir erkek gibi giyinip, kadınlarla bir erkek gibi konuşuyorum. Ama beni suçüstü yakalayamadın. İspatlamak zorundasın. Nanik” diye sözleri olan bir şarkı.
Başka en sevdiğin isimler, şarkılar hangileri?
Memphis Minnie’yi çok beğeniyorum, 200’ün üzerinde parçası var. Finger picking style denilen, blues çalma tekniklerinden birini bu kadın geliştirmiş. Birçok blues gitaristi, bu tekniği kullanarak şarkılarını çalıyor. Aynı zamanda çok komik bir kadın... Zaten kocasıyla birlikte sahneye çıkıyordu; ritm gitarı kocası çalıyordu, o da hem soloyu çalıp hem şarkı söylüyordu. “Me and my chauffeur blues” şarkısı çok seviliyor, ben de onu söylüyorum. Kocasına hitaben “Benim şoförüm olur musun? Beni arabanla kasabaya götürür müsün? Ama arabana başka kadınları alırsan, seni vururum” diyor. Aslında çok kadın, çok şarkı var... “Wild women don’t have the blues” diye “Vahşi kadının blues’u olmaz. O yüzden biraz eli maşalı olmalısın” gibi tavsiye veren bir şarkı var. Sonra “Kadınlar akıllı olun, erkeklerinizin reklamını çok yapmayın, kaparlar” diye bir şarkı... Sürekli sosyal tavsiyelerde bulunuyorlar (gülüyor).
Bir de erkek blues’cularla bir atışma hikâyesi var.
Klasik blues riff’i vardır bir tane. Sürekli bu riff’ten oluşan melodinin üzerine sözler yazdıkları bir atışma durumu var. Bu melodi, Muddy Waters’ın “Hoochie coochie man” şarkısında vardır. Bir yıl sonra Bo Diddley, “I am a man” diye bir şarkı yapıyor. Bu şarkının sözlerinde “Ben erkeğim. Bütün güzel kadınlar önümde sıraya dizilsin. Hepsiyle bir saat içinde aşk yaparım” diyor. Bir ay sonra Muddy Waters ve Billy Dickson beraber, kendi şarkılarındaki melodiyi kullanan Bo Diddley’e cevap şarkısı yazıyor, “Mannish boy”, “Erkeksi çocuk” diye. “İnsanlar çok konuşmasın, erkeğin hası benim. Ben kadınlarla beş dakikada aşk yaparım. Ben daha doğmadan falcı bacı anneme ‘Öyle bir çocuk dünyaya getireceksin ki, Allah Allah’ demiş”... İki erkek arasındaki bu atışma 1955 yılında oluyor. 1970’lerden sonra bu sefer blues’un kraliçesi Koko Taylor, aynı melodinin üzerine “I am a woman” diye bir şarkı yazıyor. Onlar gibi “Oooo yeeee” diye başlıyor şarkıya ve “Ben timsahla aşk yaparım. Şeytanla el sıkışırım, onu çölde süründürürüm. Toplu iğnenin ucuyla kayayı bölerim. Blues da söylerim. Ben kadınım” diyor.
Blues şarkılarında cinsellik neden bu kadar önemli?
1865’te kölelik yasal olarak kaldırılınca aslında iki tane majör özgürlük kazanıyor siyahiler; biri seyahat etme, diğeri de cinsel özgürlük. Artık istedikleriyle beraber olma özgürlüğüne kavuşuyorlar. Çünkü öncesinde güçlü kölelerin dünyaya gelmesi için, sahiplerinin istedikleriyle evlenmek zorunda kalıyorlar. İstedikleriyle ancak gizli gizli bir şeyler yaşayabiliyorlar. Dolayısıyla kölelik kalkınca kızgın kumlardan serin sulara atlama durumu yaşanıyor. Baskı gördükleri yerden kaçıp blues ve cinselliğe sığınma gibi bir ortam da var. Bir anlamda aslında blues, genelevlerden de yayılmıştır. Kırsallardan şehre giden kadınlar tarafından genelevlerde sıkça söylenir. Dolayısıyla cinsellik içeren şarkı sözü gırla... Erkeklerin ve kadınların kendilerini övmesi çok var.
Aynı zamanda Blues Derneği’nin kurucularındansın ve başkanısın. Dernek kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
Sittin senedir sarhoş olunca müzisyenler arasında “Birleşmemiz lazım” gibi şeyler söylenir. Yine bir gün bizim gitaristle prova yapacaktık, bizim evde yemek yiyorduk. “Oğlum biz niye dernek kurmuyoruz” dedim. O da “Mantıklı aslında” dedi. Normalde Gürkan her şeye “Hayır” der. O nedenle çok şaşırdım ve hemen işe giriştim. Yarım saat içinde Avrupa Birliği’nden hibe alabilir miyiz diye bakar hale geldik. Çok kısa sürede de derneği kurduk. Ama dernek, fulltime bir işmiş. Üç ay dişimizi sıkalım, sonra yavaş yavaş başkalarına devrederiz, diyordum ama öyle değilmiş. Derneği kuralı mayısta iki sene olacak. Şimdi geldiğimiz noktada, üç yılı tamamlayalım istiyoruz. Türkiye’de bir ilki yaptık ve o nedenle yapılacak çok işimiz var. Hangi birine yetişeceğimizi şaşırmış durumdayız.
Kurucular yedi erkek ve bir kadın değil mi?
Evet, maalesef. Çok blues’cu kadın tanımıyordum o zaman, zaten çok da yok, beş kadın daha var.
Derneğinizin kuruluş amaçları neler?
Türkiye’de çok kaliteli bir blues camiası var. Ama fon yok, para yok, bu isimler yurt dışında duyurulamıyor. Birleşirsek bu fonları bulabiliriz dedik. Çünkü dernek olmadan bu tür fonlara başvuramıyorsunuz. Kişisel fonlar bir işe yaramıyor. Ama derneği kurduktan sonra her şey biraz genişledi. İşte “Beni şunla tanıştırsana”, “Bana sahne ayarlasana”, “Bana gitar dersi versene” diyenler oldu. Bir yandan da bir şeyler yapmak isteyen insanlar vardı, “Beste yapmayı teşvik edelim”, “Tasarımları biz yapalım”, “Hadi kadınları bulalım, birleşelim”, “Atölyeler yapalım” derken, faaliyet alanımız o kadar genişledi ki... Biz de gaza geldik tabii. 19 ayda, 26 atölye, 21 konser düzenlemişiz. Yeni kurulmuş dernek için böyle bir şey yok. Biz zaten dernekçilik nedir onu da bilmiyorduk. Mesela bir buçuk senedir benim evimde, saymanımız Ozan’ın stüdyosunun arka odasında çalışıyorduk, daha yeni ofisimizi açabildik.
Hiçbir fona başvurdunuz mu?
Başvurduk ve reddedildik. Hollanda bizi reddetti. Ama çok güzel reddettiler, “Projeniz harika ama fon veremeyiz” dediler (gülüyor). Biz çok kapsamlı bir proje sunmuştuk, onu biraz daraltmamız gerekiyormuş. Bunlar çok tecrübe gerektiren şeyler. En azından ilk senemizde bir proje üretip, dosya hazırlayıp, bir yere başvurabilecek noktaya geldik. O yüzden ben bunun çok büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum.
Derneğinize sadece müzisyenler mi üye olabiliyor?
Herhangi bir şeyi merak eden, müzikâl ve kültürel bir oluşumu desteklemek isteyen herkes derneğimize üye olabilir. Özellikle altını çizmek istiyorum Blues Derneği, müzisyenlerle müzikseverlerin bir araya geldiği bir platformdur. Hatta müzisyenlerden daha çok çalışan müzik sever arkadaşlarımız var. Üye sayımızın dörtte biri müzisyen, dörtte üçü müzik sever. Zaten belirlediğimiz misyonlardan biri de bu, müzik dinleyicisinin ve müzisyen sayısının artırılması... Ayrıca yurt dışında ve içinde etkinlik sayısının artırmak, uluslararası bir dernek haline gelmek, fon, fikir, iletişim sayısını artırmak, müzisyen jenerasyonları arasında köprü oluşturmak, blues dünyasında kadınların yerini güçlendirmek istiyoruz.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde çok güzel bir etkinlik yaptınız. Biraz bu etkinlikten bahsedebilir misin?
8 Mart günü saat 17.00’da başlayıp sabaha kadar süren bir etkinlik oldu. Önce dokuz kişilik bir kadroyla “Müzik Piyasasında Kadın Olmak” konulu bir söyleşi yaptık. Yaşamda Kadın ve Sanat Derneği’nin, “Mahallemizin Kadınları Sinema Yapıyor” isimli bir projesi vardı. Üç ay boyunca Seferihisar’daki kadınlara senaryo, montaj, çekim gibi eğitimler vermişlerdi; beş tane belgesel ve kısa film çıkmıştı. Söyleşinin ardından onlardan birini gösterdik. Hadi Blues ekibinden Yasemin Selçuk, “Blues Dansında Kadın” adlı bir sunum gerçekleştirdi. Ardından da çok fazla kadın müzisyenin çıktığı bir konser yaptık. Instagram’da #bluesderneğisessions diye bir kampanyamız var. Her ay en az dernek yararına 20 müzisyenin sahneye çıktığı Blues Night yapıyoruz. Bluesderneğisessions etiketiyle bir dakikalık blues videolarını paylaşan insanların arasından seçtiklerimizi, bu etkinlikte sahneye davet ediyoruz. Bugüne kadar bu şekilde çok tatlı, çok değerli insanlarla tanıştık. Bunun aynısını, blues’cu kadınlar el kaldırsın” diyerek, 8 Mart için kadınlara özel yaptık. Videolarını bu etiketle yayınlayan kadınları sahneye çıkardık. Dolayısıyla feci sayıda kadın ve izleyici katılımıyla acayip bir etkinlik oldu. 8 Mart’a layık bir şey yaptığımızı düşünüyorum. İlerleyen yıllarda daha çok etkinlik yapacağız. Sadece toplumsal cinsiyet eşitliğinin ne demek olduğunun, günde bir dakika düşünülmesi birçok şeyi değiştirir. Sırf bunun için bile birbirimizi yüreklendirmemizin yeterli olabileceğini düşünüyorum.
Not: Blues Derneği Adres: Osmanağa Mah. Halitağa Cad. Vahap Bey Sok. Yıldırım Han No:17 D:11 Kadıköy/İstanbul
WhatsApp: +90 553 199 74 81 / İnternet: www.bluesdernegi.org / Instagram: bluesdernegi