Türkiye, Suriye krizinde en aktif rol alan ülkelerden biri(ydi). 2011’i hatırlayalım. O dönemde Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu kendinden emin tavırlar ile demeçler veriyor, Şam’ı ziyaret ediyor Esad’a tavsiyelerde bulunuyor hatta ültimatom veriyordu.
O dönemde elbette bu tavrı rahatça sergileyebileceği bir ortam vardı. Nasıl olmasındı? Suriye operasyonunda sınır komşusu ve içerideki unsurlar ile yakın bağlantısı olması açısından Türkiye’den daha uygun müttefik bulunamazdı.
Kendi bölgesel hesapları ile de uyusan bu saldırı Erdoğan ve Davutoğlu için büyük fırsatlar da sunuyordu.
Esad için kaçınılmaz son kesin gibiydi. AKP bu sonda aktif rol alarak öne çıkma fırsatını kaçırmak istemedi ve Suriye’ye karşı hamlede bayraktarlığı üstlendi.
En başta her şey çok güzeldi. Ankara’da ve batı başkentlerinde toplantılar düzenleniyor, ABD, Avrupa ve Arap liderler ile fotoğraflar veriliyor, Suriye’nin Dostları Grubu gibi oluşumlarda onlarca devlet ricaline hitap ediliyordu.
Olacak gibiydi. Esad devrilecek, Türkiye Suriye’nin yeni yapılanmasında aktif rol alacak ve Arap dünyasında “one minute” ile yakalanan ivme daha da hızlanacaktı.
Çok çaba harcandı ÖSO, SUK gibi örgütler Türkiye’de otellerde ağırlandı her türlü istihbari ve askeri destek verildi. O zamanlar bu örgütlere ev sahipliği yapmamız Batı tarafından da destekleniyordu.
Zamanla hesaplar tutmadı, erken uyarı sistemine sahip Batı çaktırmadan çekilmeye başlayınca Türkiye Batı ile birlikte Suriye laboratuvarında Esad’ı yok etmek için ürettiği canavar ile başbaşa kaldı.
Cerablus operasyonu Türkiye’nin ittifakları süreç içerisinde örgüt düzeyine indiğini gösterdi. Bugün Suriye sahasında işbirliği yapılabilen tek oluşum bazı silahlı grupları barındıran Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı verilen örgüttür.
Türk medyasında yer alan haberlerde bu örgütlerden “ordu” diye bahsedilmesine aldanmayın.
Kısaca ÖSO diye anılan Özgür Suriye Ordusu ordu değil, silahlı gruplardan meydana gelmiş bir oluşumdur.
NEDEN ÖSO DENİYOR?
Peki neden örgüt kelimesi yerine ÖSO adı kullanılıyor? Bu savaşın başından beri kullanılan bir strateji. Ali Abdullah Salih’in devrilmesi ile sonuçlanan süreçte Yemen ordusu ikiye bölünmüş ve böylece Salih’e karşı bir güç meydana getirilmişti. Yemen’de olan gerçekten ordunun bölünmesiydi. Çünkü birlik düzeyinde, komutanlıklar düzeyinde gerçekleşmişti.
Suriye’de de aynısı hedeflenmiş ve subayların çoğunun Sünni olduğu Suriye ordusunun ikiye bölünmesi ve Esad’ın zayıflatılması düşünülmüştü. Bu amaçla önce “Özgür Subaylar Hareketi” kuruldu. 2011 ortalarında bazı subaylar Suriye ordusundan ayrıldıklarını ilan etti.
Cisr El Suğur katliamındaki “başarısı” nedeniyle selefi şeyh Adnan Arur’un canlı yayında yarbaylıktan albaylığa terfi ettirdiği ve ordu içinde kuvvet komutanı olmayan Riyad As’ad ise 29 temmuz 2011’de “Özgür Suriye Ordusunun” kurulduğunu ilan etti.
Bu ilandan sonra yaklaşık % 70’inin Sünnilerin oluşturduğu Suriye ordusundan kitlesel kopuşlar olacağı ve Yemen örneğinin Suriye’de tekrarlanacağı beklendi, ama ordudan ayrılanların yüzdesi kriz öncesi firarlar ile hemen hemen aynı düzeyde kaldı. Normal zamanlardan tek fark ayrılanlar arasında subayların da olmasıydı.
Kimisi general düzeyinde olan bu subayların zaman içinde bireysel olarak ayrılıkları dünya basınında Esad’a büyük darbe olarak yansıtılsa da bu subayların çoğu “geri hizmette olan” kurmay olmayan kişilerdi.
KOMUTANSIZ ORDU
ÖSO’nun sorunu sadece bu değildi elbette. “Ordu”nun komutanı sahada değildi. Bugüne kadar ÖSO komutanları olduğu öne sürülen isimlerin hepsi Türkiye’deydi ve Suriye’de savaştıkları görülmedi.
Bu bir yana ÖSO hiyerarşik bir oluşum da değildi. Ülkenin çeşitli yerleşim birimlerinde çeşitli gruplar kendilerini ÖSO olarak tanıtıyor ama belli bir merkeze bağlı çalışmıyorlardı.
Bu grupların da kendilerini ÖSO birimi olarak göstermelerinin sebebi Esad’ın karşısında ordu olduğu imajını yaratmaktı.
Ancak kendi aralarında bile koordine olamayan gruplar topluluğu olmanın ötesine geçemediler. Yerel çekişmeler, işin maddi boyutu gibi ayrıntıları geçelim bu örgütlerin ideoloji sorunu da vardı. Devrim için birlik halinde yola çıktıkları söylense de bu örgütlerin ideoloji belirleyecek bir kanaat önderi de yoktu.
Bu nedenle birçoğu zaman içinde IŞİD ve El Nusra gibi ideoloji ve strateji sahibi örgütlere katıldı.
Bir yandan da belirtmek gerekiyor: IŞİD, El Nusra gibi örgütlerin Suriye sahasında var olmalarının sebebi ÖSO’nun başarısızlığıdır. Eğer ÖSO başarılı olsaydı Batı muhtemelen diğer örgütlere ihtiyaç duymayacak ya da onların büyümesine izin vermeyecekti.
SANAL ORDU ÖSO
Yıllar geçtikçe zaten aslında yok olan ÖSO’nun kendi gitti adı kaldı. Elbette kendilerini ÖSO olarak adlandıran birtakım örgütler hala mevcut. Ancak bunların esamesi bile okunmuyor artık. Türkiye hariç.
2011’de el ele yola çıkılanların çoğu terk edince ÖSO Türkiye’nin Suriye’deki tek dostu olarak kaldı. Zaten bunun için bir zemin de vardı. ÖSO komutanları orduyu Türkiye’den yönetiyorlardı ve ÖSO’nun içinde yer aldığı Suriye Ulusal Koalisyonu’nun merkezi de Türkiye’deydi. Üstelik özellikle son Cerablus operasyonunda kullanılanlar gibi ÖSO oluşumları içinde Türkmen sayısı azımsanamazdı.
Cerablus’tan sonra ABD ile karşılıklı sert açıklamalar devam ediyor. Cerablus’un, iki stratejik müttefikin Suriye özelindeki ittifaklarında büyük çatlak oluşturduğu da ortada. Rusya da bu operasyona karşı tavrını sertleştiriyor. Rusya dün, “IŞİD’le savaşan tüm etnik gruplara ve muhaliflere yönelik saldırılardan kaçınması” için Türkiye’ye çağrıda bulundu.
Üstüne İran'ın sert tepkisini de eklemek lazım: İran da Türkiye'nin Cerablus operasyonunun 'kabul edilemez bir toprak egemenliği ihlali olduğunu belirtti ve sonlandırılmasını istedi.
Şam yönetiminin Türkiye ile gizli pazarlıklar yaptığı iddia edilse de tavrı belli.
Bütün bu tablo içinde Türkiye’ye ise Filistinli çocuğun kafasını kesmek gibi icraatları gerçekleştirmiş olan Nurettin Zengi gibi grupları barındıran ÖSO düştü. TSK, bu örgüt ile işbirliği yapmak zorunda bırakıldı.
Ha, El Nusra’yı unutmamak lazım. Onların da Türkiye ile aralarının iyi olması için yeterli sayıda nedenleri var.