Gökten üç müjde düştü: Biri sana, biri bana, biri Bulu’ya...

Gerçekleşmesi ne denli imkânsız, pazarladığı hayal ne kadar büyükse, müjdenin yeni rejimin sürdürülebilirliği bakımından katkısı o denli önemli görünüyor. Çünkü çağdaş dünyada eşi benzeri, bir örneği olmayan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bu “yeni rejim”i yapılabilir, makul ve gerekli olanla açıklamak, ilişkilendirmek ne mümkün ne de anlamlı.

Üç “müjdeli haber” neredeyse üst üste geldi. Olup bitenin hızına yetişmek, kim nerede ne muştuladı takip etmek ayrı bir mesai istiyor. Hangisi önceydi hatırlayamıyorum, Cumhurbaşkanı’nın emriyle Boğaziçi Üniversitesi’ne iki yeni fakülte açıldığı mı, yoksa yeni anayasa müjdesi mi? Bir de aya gitme meselesi var. O sonradan eklendi.

Müjdelerden birincisi bize değil, muhatabı doğrudan bir gece yarısı yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Boğaziçi’ne iliştirilen kayyum rektöre. Haberi var mıydı bilinmez, rektör atandığı üniversitede kendisiyle birlikte çalışacak rektör yardımcısı, danışman bulmakta zorlanınca olsa gerek, bir son dakika kıyağı ile, iki de yeni fakülte iliştiriliverdi üniversiteye. Yine bir gece içinde, sadece dışarıdan atanmış bir rektörü değil, kurullarında konuşulup karara bağlanmadan, sürpriz biçimde nur topu gibi iki fakültesi oluverdi Boğaziçi’nin. Hem de ne fakülteler? Ülkenin mevcut şartlar altında, yetişmiş, nitelikli elemana en çok ihtiyaç duyduğu iki alanda: İletişim ve hukuk! Her biri birer propaganda aygıtına dönüştürülmüş gazetelerde çalışacak, olup biteni çarpıtmadan, farklı yönleriyle ve farklı görüşlere yer vererek aktarabilecek, nesnel, tarafsız, “gerçek” gazetecileri; “tam bağımsız” mahkemelerde görev yapıp, talimatla değil, tümüyle hukukun ilkelerine uygun kararları hür iradeleri ve vicdanlarıyla alabilecek hukukçuları, en yüksek puanla üniversiteye giren, en zeki, en parlak öğrenciler arasından seçip özenle yetiştirecek iki fakülte...

Gelelim diğer iki müjdeye. Bunlar da aslında özü itibariyle birer müjde olmanın ötesinde, tıpkı Karadeniz’de bulunan doğalgaz gibi, ileriye dönük birer vaat, bir tür hayal beyanı. Şöyle düşünün, Ayasofya bir müjdeydi, bir anda camiye dönüştürülüp namaza, ibadete açılıvermiş, olup bitmişti. Pandeminin orta yerinde, Türkiye’nin her yerinden gelen üç yüz bin kişiyle hem de… Doğalgaz ise yapılan aramalarda bir miktar bulunduğuna dair bir bilgi; ileride daha çok bulunup çıkarılabileceği ve çıkarılması durumunda bu gazın ekonomiye bir katkı sağlayabileceğine dair bir hayalden ibaretti. Öyle de kaldı.

Hayal de olsa müjdedir, diyebilirsiniz. Ne de olsa 2023’e kadar ve sonrasında da ilelebet iktidarda kalmayı ümit eden AKP-MHP ittifakının salgın ve ekonomik kriz koşullarında her geçen gün daha da yoksullaşan, işini aşını kaybeden, geleceğe dair bir ümidi, beklentisi kalmayan milyonların sorunlarına çözüm, dertlerine çare bulacak işler yapma iradesi artık yok. Kapasitenin ötesinde, şimdilerde takip ettikleri siyaset modelinin böyle bir derdi, seçmenle kurduğu böyle bir ilişki kalmadı. Aslına bakarsanız, MHP’nin zaten yoktu. Bir zamanlar pahalı seçim kampanyaları yerine yoksul mahallelerde kapı kapı dolaşıp dert dinlemeyi iş edinerek yeni bir siyasal iletişim modeli ortaya koyabilen AKP ise cumhur ittifakı kuruldu kurulalı MHP’leşmekten mustarip. Şimdilerde, nefret dili üretip sesini çıkaran herkesi terörist diye damgalamaktan arta kalan zamanlarda “bizi bitirdiniz” diye sitem eden, borç batağı içindeki çiftçiye cebindeki telefonun modelini soran; “Evimize ekmek götüremiyoruz” diyen esnafa “Bu bana biraz abartılı geldi. Al şu keyif çayını iç.” yanıtını veren; yani dinleyip çözüm getirmektense görmezden gelme ve inkâr üzerine inşa edilmiş, yukarıdan bakan, küçük gören bir siyasetsizlik içinde...

Üstelik bu, çaresizlik, zaruret ya da bilmezlikten değil, her şeyi tek bir kişinin üstün, yüce iradesinin belirlediği bu yeni hükümet sistemi öyle gerektirdiği için, yani siyaset yapma imkânını herkes için aynı biçimde ortadan kaldırmak durumunda olduğu için böyle. Aynı sebeple, insanların hayatına dokunan, yaşam koşullarında iyileşme, imkânlara, özgürlüklere, temel haklara erişimde eşitlik olmasa da, en azından adalet öngören bir siyaset vaadinden uzaklaşmak zorunda. Artık kendi hayatları hakkında dahi karar veremeyen, her şeyi onun adına en iyi bilene mutlak bir teslimiyetle bağlı kalması beklenen; kalmadığı durumda ya terörist ya sapkın, marjinal olmakla damgaladığı küçük insancıklar için, gündelik hayatı daha çekilir, yaşanır kılan dokunuşları değil, en büyüğünü, yukarıdakini, uzaktakini hedeflemeli. Bu sebeple müjde deyince, -eğer her biri bir Melih Bulu değilse- pandemi şartları altında boğulan, zoraki önlemler sebebiyle beli bükülen küçük esnafa ya da kredi borcunu ödeyemediği için toprağına haciz gelen çiftçiye destek, işsizlik sebebiyle geleceğe dair hiçbir beklentisi kalmayan gençlere iş vaat edemez. Bunun yerine aya gitmek, uzaya çıkmak ve hatta 100’üncü yılında cumhuriyeti -ya da 2016 referandumuyla ilk adımını attığı yeni rejimin adına artık her ne diyecekse onu- “yeniden kurmak” gibi büyük hedefler vaat etmeli.

Çarşamba günü, Cumhurbaşkanı’nın önceden haber vererek ve büyük bir merak uyandırarak açıkladığı yeni Anayasa müjdesi böyle bir hedef ortaya koyuyordu. Vaadin büyüklüğü bir gün öncesinde, Salı günü üzerinde Göktürk alfabesiyle “ayı görmek istiyorsan göğe bak” yazan monolitin sergilendiği sahnede verilen 2023’te uzaya gidileceği müjdesi gibi imkansız olmasından geliyordu. Cumhurbaşkanı, sonradan AKP’li Cahit Özkan’ın isminin “yeniden kuruluş anayasası” olacağını açıkladığı yeni ve sivil bir anayasa yapılacağı müjdesini, “millete sesleniş konuşması” olarak ilan ettiği AKP grup toplantısında veriyordu: “Anayasalar toplumun mümkünse tamamının desteğini almak mecburiyetindedir. Tüm kesimlerin kendilerini içinde bulabileceği bir formülle hazırlanmasıyla mümkün olur. Tercihimiz tüm siyasi partilerin bu sürecin içinde yer almasıdır. Bunun için sonuna kadar samimi gayret göstereceğiz.” Aynı konuşmada, millete, yani meclisteki AKP grubuna seslenirken birlikte anayasa yapmaya davet ettiği CHP aleyhine video klipler izletmekten de geri kalmıyor ve yeni anayasayı tüm partilerin mutabakatı ile yapma niyetini “CHP demek çöp, çamur, çukur demektir” sözleriyle perçinliyordu.

Anlayacağınız, gerçekleşmesi ne denli imkânsız, pazarladığı hayal ne kadar büyükse, müjdenin yeni rejimin sürdürülebilirliği bakımından katkısı o denli önemli görünüyor. Çünkü çağdaş dünyada eşi benzeri, bir örneği olmayan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bu “yeni rejim”i yapılabilir, makul ve gerekli olanla açıklamak, ilişkilendirmek ne mümkün ne de anlamlı. Ha bir de uzay müjdesi var. Bırakalım, onu da uzaylılar düşünsün...

 
Tüm yazılarını göster