'Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk'

Tek çocuk o değildi evrende. Bin bir renkli hayallerle, bonbon şekerleriyle, mor zambaklarla veya kocaman kardan adamlarla, nostaljik kartpostallarda resmedilen ütopik ve masalsı çocukluklardan da çizmek isterdi. Oysa bir yandan da yaşıtlarının acılarını, dertlerini, sorunlarını da işitiyordu çevresinden. Gökyüzünde çocukluk için ayrı bir sayfa açtı. “ÇOCUKLUĞUMUZU YAŞAMALIYIZ” yazdı buraya, kalın puntolarla.

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

3 Ekim Dünya Çocuk Günü geride kaldı. Geride kalan tüm o anlamlı olan, ama hiçbir şey yapılmadığı için bir yandan da anlamsızlaşan, takvimdeki bir sayfadan ibaret günler gibi.

Yine o gün, Türkiye’deki ve dünyadaki çocuklar ve onların aileleri, çocukluğun anlamını sorguladı. Çocukları görmezden gelen, çocuk özgürleşmesini önemsizleştiren, çocuk düşmanlığını gündelik pratiklere eklemleyen kurumlar ve normlara ilişkin deneyimler paylaşıldı. Çocukların vatandaşlık haklarının sadece kâğıt üzerinde değil tarlalarda, madenlerde, okullarda güvence altına alınmasına ilişkin gereksinimler, adı konmamış ayrımcılıklar, hak ihlalleri anımsatıldı.

Çocuklar birbirlerine sordu: “Biz kimiz?” diye.

Ardından içlerinden biri bir adım öne geçti. “Bizim resmimizi yapacağım” dedi.

Aldı eline paleti, gökyüzüne kocaman fırça darbeleriyle çocukluğunu çizmeye başladı. Özgürce uçuşan martılar, pofuduk bulutlar, capcanlı bir gökkuşağının orta yerinde sıcacık çocukluğunun resmini yaptı. Çiziminin altına da “ÇOCUK” yazdı.

Edip Cansever ne güzel demişti: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.”

Ama tek çocuk o değildi evrende. Bin bir renkli hayallerle, bonbon şekerleriyle, mor zambaklarla veya kocaman kardan adamlarla, nostaljik kartpostallarda resmedilen ütopik ve masalsı çocukluklardan da çizmek isterdi. Oysa bir yandan yaşıtlarının acılarını, dertlerini, sorunlarını da işitiyordu çevresinden.

Ukrayna’da öldürülen, yerinden edilen, sakat bırakılan, yaralanan yüzlerce çocuğun resmini çizdi başka bir gökyüzüne. Aynı zamanda Ukrayna’da Rus işgalinden önce çağdışı yetimhanelerde karyolalara bağlanan, yaygın istismar ve kötü muameleye maruz kalan yaşıtlarını çizdi.

Sadece evi değil çocukluğu da yıkılmışları, güvenlik endişesiyle aileleri tarafından okula gönderilemeyenleri, oyun alanları sığınağa dönüştürülenleri, ev sahibi 12 ülkede mülteci olarak yaşayan yaklaşık 650.000 Ukraynalı çocuğu resmetti.

Suriye’deki iç savaştan bir gece yarısı mavi Vosvos’un arka koltuğunda kaçarken kaplumbağasını bahçede unutan çocuğun ülkesine geri döndüğünde o kaplumbağayı yeniden bıraktığı yerde bulacağına dair umudunu, masumiyetini, yuva özlemini çizdi.

Balıkesir’de tıp fakültesini kazanan, iç savaşta babasını kaybeden Suriyeli çocuğun Hatay’da beş kişi tarafından önü kesilip bıçaklanarak yitip giden bir başka çocukluk hayalini de eklemledi bu devasa resme. Bıçak darbelerinin ucundan halen damlayan kan lekeleri kapladı resmin bir kısmını. 

Resmin bir yanına, Afrika ülkelerinde açlıktan bir deri bir kemik kalan, Filistin’de öldürülen, Afganistan’da ailenin borcu karşılığında satılan, sırf kız olduğu için ortaokula gitmesi yasaklanan veya Kabil’de bir intihar bombacısının saldırısı sonucu katledilen, savaş meydanlarına sürülen, iklim kaynaklı kuraklık ve artan gıda fiyatlarından dolayı bağışıklık sistemi çöken, akut yetersiz beslenme riski altında yaşama tutunmaya çalışan, kıtlığın pençesindeki Somali’de bir yılda yüzlercesi yaşamını yitiren çocukları da ekledi. Ruhları yaşlanan çocukları...

Ne gariptir ki, dünyadan 11 milyon kilometre uzaklıktaki asteroidi, uzay aracıyla planlı şekilde çarpıştırıp, yörüngesini değiştirebilen insanoğlu, bunca çocuğun kızamıktan, açlıktan, savaştan ölmesini engelleyemiyordu! Aşı da, gıda da, barış da, çocukları eşitsiz bir düzenin kurbanlarına dönüştürüyor, adeta çocuk düşmanlığını yeniden üretiyordu.

İran’da, kamusal alanda henüz yedi yaşında zorunlu başörtüsü takmayı reddettiği için sokaklara dökülen ve protestolarda üzerlerine kurşun yağdırılan kişilerin yaralı, bitkin, paramparça edilmiş çocukluk enkazları başka nasıl açıklanabilirdi ki?

Acıyı hangi dile tercüme edersek edelim, çizilen resim hep aynı kalıyordu. Resmin nerede bittiği, yaşamın nerede başladığı ise muammaydı. "Bana çocuklukta mutluluğun resmini yapabilir misin?" sorusuna verilen yanıt farklı coğrafyalarda hemen hemen hep aynıydı.

Cezaevinde anneleriyle birlikte büyüyen çocukları, suça sürüklenen çocukları, istismar edilen çocukları, onarıcı adalet sisteminden ziyade cezalandırıcı bir mekanizmanın dişlilerinde öğütülen çocukları, üstün yararı gözetilmeyen çocukları, Kürt diye Roman diye veya mülteci diye toplumdan dışlanan çocukları çizmek ne kadar da zordu...

Oysa, “Bütün büyükler bir zamanlar çocuktular. Pek azı bunu hatırlayabilse de!..” derdi Küçük Prens...

Bulaşıcı hastalıklardan ufacık yaşta ölen, parkta arkadaşlarıyla oynamak isterken mahalledeki yaşlı adamla evlendirilen, dünyadan hak ettiği sevgiyi beklerken bedeni istismar edilen, okumak isterken madenlerde en kötü şartlarda çalıştırılan, ana dilinde şarkı söylemek isterken planlı şekilde asimile edilen çocukları da unutamazdı.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Hacettepe Üniversitesi’nin ortak hazırladığı son rapora göre, 100 çocuktan 15’inin çocuk yaşta evlendirildiği ve çocuk yaşta anne olduğu, çocukların istatistikler için birer sayısal veri olmaktan öteye geçemediği Türkiye’deki yaşıtlarını da resmetmeliydi.

Peki, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yeni verilerine göre 9 yaşındaki çocukların plastik atık geri dönüştürme merkezlerinde çalıştırıldığı, okul zili yerine mesai zilinin çaldığı, mevsimsel tarım işçisi ailelerin çocuklarının okula gideceği yerde fındık toplamaya devam ettiği Türkiye’deki çocukluk nasıl resmedilirdi ki?

DİSK tarafından hazırlanan ve TÜİK ile Sosyal Güvenlik Kurumu verilerinden derlenen son rakamlara göre sayıları 1 milyonu aşan, geçtiğimiz sene ise 62’i iş cinayetine kurban gitmiş çocuk işçiler...

Yokluk değil varlık nedir bilemeyen, gıda enflasyonunun son bir yılda yüzde 100’e yakın bir artış yaşadığı Türkiye’de, günde bir öğün ücretsiz yemek hakkının devlet tarafından göz ardı edildiği çocuklar...

Okulda kantine canı çekmesin diye inmeyen, harçlığı enflasyon karşısında eriyince tam simit bile alamayan, temiz suya erişemeyen, beslenemediği için bilişsel gelişimleri de zayıflayan çocuklar...

Anneleri beslenme çantasını boş göndermesin diye fırında bayat ekmek kuyruğuna giren çocuklar...

30 Avrupa ülkesi arasında en yüksek çocuk yoksulluğu oranına sahip 2 ülkeden biri olan, şiddetli yoksulluk yaşayan 16 yaş altı çocukların sayısının 6 milyon 500 bin olduğu tahmin edilen Türkiye’yi resmederken onlar da vardı sırada.

Kronik açlık nedeniyle bodurluk gözlemlenen çocukları, yetersiz beslenmeye bağlı olarak anemiyle mücadele eden çocukları, kötü beslenme sonucu obez olan çocukları da resmetmeliydi.  

Bu ekonomik kırılganlıkları seçim öncesi siyasi partilerin elinde maşa olan, sokak ortasında tüm siyasi partilerin çocuklara beslenme malzemeleri dağıtmak için sıraya birbirleriyle yarıştığı, ama bunu da kameraların gözü önünde göstere göstere yaptığı bir ortamda görsel ve ruhsal olarak istismar edilen çocukları resmetmek ise görevlerin en zoruydu. Bir elin verdiğini hem diğer el, hem de tüm kameraların önünde sosyal medya takipçileri görmeliydi – kimilerine göre...

Oysa okullarda beslenme programları için bütçeden ayrılan her bir kuruş, ülke ekonomisine ve çocuk sağlığına katbekat artan bir geri dönüş sağlıyordu.

Tüm resim bittiğinde, altına “ONLAR DA ÇOCUK” diye yazdı.

Yorulunca bir ağaç kavuğunun içine sığındı, bir çocukluk anısının köşesine büzülürcesine. Didem Madak dizelerinden fırlamışçasına, “gözleri ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde”ydi...

Uzun uzun hayallere daldı. Sonra kendi kendine sordu, “BİZ NEDEN ÇOCUK OLAMIYORUZ Kİ?”.

Ardından pılısını pırtısını toparladı, tüm resimleri üst üste koydu. Gökyüzünde çocukluk için ayrı bir sayfa açtı. “ÇOCUKLUĞUMUZU YAŞAMALIYIZ,” yazdı buraya, kalın puntolarla. Oysa birkaç gün önce, müzisyen babası istek parça çalmadı diye sokak ortasında katledilince bir boynu bükük çocuk daha yetim kalmıştı ve artık çocukluklarını yaşayamayacaklardı.

Çizecek başka resim kalmamıştı. Gerisini “büyüklere” bıraktı. Bir sonraki “Çocuk Günü”ne kadar, savaşlara, yıkımlara, itişip kakışmalara, çocukluğunu elinden alan kutuplaşmalara, cinayetlere son vermelerini diledi. Tüm el değmemiş masumiyetiyle...

Tüm yazılarını göster