Golan Suriye toprağıdır ve hep öyle kalacak

22 Mart Cuma günü Donald Trump’ın attığı, Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak tanıyacağını ifade eden Twitter mesajı ve Pompeo’nun Hizbullah’ı kendi ülkesinde provoke etmek için düzenlediği ziyaret; uluslararası hukukun, BM sözleşmesinin bir kez daha ve bu kez daha skandal bir şekilde ihlal edilmesi ve ülkeler arasındaki asgari diplomatik teamüllerin ve kuralların yok sayılmasıdır.

Abone ol

Buseyne Şaban*

Bazıları, Suriye’ye karşı başlatılan terörist saldırıların en kritik günlerinde söz konusu savaşın neden olacağı sonuçların bütün dünyayı değiştireceğini söylemişti. Bu nedenle de Batılıların sert tutumu zirveye ulaştı, terörü destekleyen ülkeler milyarca dolar harcadı, bu savaşı kazanmaları için terör örgütlerine her türlü teçhizat ve silah verdi. Ancak bütün bu çabalar başarıya ulaşamadı.

Suriye halkının muazzam fedakarlığı, Suriye Arap Ordusu’nun vatan savunmasında gösterdiği gayret, dostların ve müttefiklerin desteği sayesinde tabii ki başarılı olamadılar. Ancak Batılı araştırma merkezleri, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin topraklarının büyük bir bölümü terörden kurtarıldıktan sonra, kimyasal silah kullanımından Beyaz Miğferliler'e kadar gerçeklerle uzaktan yakından alakası olmayan ve hiçbir temeli bulunmayan, uydurma olmaları nedeniyle tarihin çöplüğüne atılan birçok senaryo geliştirmeye çalıştılar. Beyaz Miğferliler, Oscar ödülü vermelerine rağmen, bu senaryolar tarihin çöplüğüne atıldı. Medya çevrelerinde yayılan söylentilere bakılırsa bu sene onları Nobel ödülüne aday göstereceklermiş.

TERÖRÜN YARATICISI BATILI ÜLKELERDİR

Yenilgiyi kabul etmek istemediklerinden, derinine inildiğinde tamamı skandal olan ve en temel insan hakları ilkeleri ve uluslararası hukukla çelişen birçok senaryoyu gündeme getirmek istiyorlar ve getiriyorlar. Bu yüzden, yenilgilerinin nedenlerini telafi etme amacıyla oluşturdukları senaryo ve attıkları adımları garipseme ve şoka uğradığımızı dile getirmek yerine, bu senaryonun hedefleri ve muhtemel sonuçları üzerine odaklanmalıyız. Trump’ın Suriye’den çekilme niyetini ilan ettikten sonra Baguz’da gerçek ikilem, Türk, AB ülkeleri ve Amerikan pasaportu taşıyan teröristlerdi. Kazmaya devletlerden başkasının güç yetiremeyeceği tüneller keşfedilmesinden başka, Amerikan kararına bağlı olarak hareket eden Kürt gruplarına bu teröristlerin “esir alındıkları” şeklindeki uydurma bir iddiayla bu işin üstünün örtülmesi emrini verdiler. Teröristler konusuna çözüm üretildikten sonra meselenin halledildiğini söylediler. Zira Suriye’de terörist eylemler gerçekleştirmek üzere onları Suriye’ye gönderen bu devletler, onların ülkelerine dönmelerini kabul etmiyorlardı. Öyleyse buradan çıkartılması gereken sonuç, söz konusu ülkelerin gözünü kırpmadan halkımızın kanını akıttıkları ve bize terör ihraç ettikleri sonucudur.

Suriyeli mültecilerin dönüşü ile ilgili özel bir çalışma hazırlayan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Merkezi’nin hazırladığı rapora göre bir başka senaryo şudur: Suriye’den Ürdün, Türkiye, Lübnan vd. ülkelerde daha kriz çıkmadan önce hazırlanmış kamplara kaçan 5 milyon Suriyelinin ülkelerine dönmelerine birkaç nedenden dolayı izin verilmemesi gerekir: Birincisi, Suriye’yi kendi kendini yeniden imar edecek yetenekler ve yeterliliklerden mahrum etmek. Onların yokluğuyla böylece Suriye güç ve imkan bakımından daha yetersiz ve muhtaç olacaktır. Çalışmada ayrıca mültecileri barındıran ülkeler üzerinde baskı kurulması gerektiği ve Suriye’ye dönmemeleri için kendilerine para yardımı yapılması gerektiği ifade ediliyor. Hiç şüphesiz diğer ve belki de en önemli neden, seçim dönemlerinde BM’nin Suriye hükümetine karşı şantaj aracı olarak kullanmak amacıyla rehin olarak tutulabilmesi için, mültecilerin 2021 yılına kadar bulundukları yerlerde kalmalarını sağlamak.

Geçen hafta İsrail’in bu konuya ilişkin düşüncesinin pratik ve finansal karşılığını gördük: Suriyeli göçmenlere ikamet ettikleri yerlerde kalmaları ve ülkelerine dönmelerini engellemek için 7 milyar dolar tahsis edilmesi. Bu yardım, Suriye krizinin başlarında aslında Suriye’nin azılı düşmanları oldukları halde kendilerine “Suriye’nin Dostları” adını veren ülkelerin Brüksel konferansında ilan edildi.

Buna eşlik eden senaryo, ABD Dışişleri Bakanı’nın kendisine ve AB’ye bağımlı olan ülkeler üzerinde baskı yaparak Suriye ile ilişki kanallarının yeniden açılmasını engellemek, Şam’daki elçiliklerini açmamalarını sağlamak şeklindedir. Suriye’ye reva görülen bu muamelelere paralel olarak gelişen bir başka olay da Filistinlilerin hedef alınması ve Arapların, bölünme ve parçalanma sancısı yaşadıkları bir sırada ABD yönetiminin Yüzyılın Anlaşması’nı geçirmeye çalışmasıdır.

ABD, İSRAİL’İN UYDU DEVLETİNE DÖNÜŞTÜ

22 Mart Cuma günü Donald Trump’ın attığı, Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak tanıyacağını ifade eden Twitter mesajı ve Pompeo’nun Hizbullah’ı kendi ülkesinde provoke etmek için düzenlediği ziyaret; uluslararası hukukun, BM sözleşmesinin bir kez daha ve bu kez daha skandal bir şekilde ihlal edilmesi ve ülkeler arasındaki asgari diplomatik teamüllerin ve kuralların yok sayılmasıdır. Ancak diğer yandan bu olay, hâlâ askeri ve ekonomik olarak önemli bir güç olarak görülen ancak ahlâki, siyasi ve insani olarak çöküş yaşayan bir ülke olarak değerlendirilen ABD’ye yakışmayan bir şekilde açıkça siyonist İsrail’in çıkarı için çalışan bir örgüte dönüştüğünü, ilk kez Kongre’nin ve Başkan’ın İsrail siyasetlerini uyguladığı ve onun yerine savaşlar çıkartan bir ülke haline dönüştüğünü gösteriyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin 1981 yılında aldığı ve Konsey’deki oylama sırasında İsrail’in Golan Tepeleri'ni ilhak kararının yanlış ve geçersiz olduğunu belirterek ABD’nin bu karara destek vermesinin ardından ittifakla alınan 497 sayılı kararıyla çelişen bir kararı ABD Başkanı nasıl alabilir ki? Bugün Golan Arap-Suriye toprağıdır, geçmişte de öyleydi, kurtarıldıktan sonra da öyle kalacaktır. İsrail ve ABD, yıllarca Suriye Devleti’nin Golan Tepeleri’nden birkaç metre de olsa taviz vermesini istedi ancak başarılı olamadı. Bu yüzden Trump’ın attığı tweetler ve Netanyahu’nun neşesi, sadece selin üzerindeki köpüktür ve akıp gidecektir. Toprak bizim toprağımızdır, oğullarımız ve torunlarımız onu kurtaracaktır. Ancak bugün önemli olan, mantıki ve doğal olarak yaptığımız çıkarımdan hareketle, ABD’nin uluslararası hukuk çizgisinden, uluslararası toplumdan ayrılmış olduğu ve ABD yönetiminin İsrail işgal yönetiminin politikalarını hayata geçiren, ona tâbi bir devlet olduğu ve İsrail yararına kamu diplomasisi kampanyaları düzenleyen bir ülkeye indirgendiğidir.

GOLAN SURİYE-ARAP TOPRAĞIDIR

Bu noktada, Lübnan Dışişleri Bakanlığı’nın mutad olduğu üzere düzenlediği protokole uygun bir şekilde ziyarete tahammül edemeyen, tamamen Lübnan’la ilgili olduğu gerekçesiyle ziyaretine İçişleri Bakanlığı’ndan başlayan ABD Dışişleri Bakanı, çeşitli temaslarda bulunmak üzere Lübnan’a geldi. Ziyareti sırasında odaklandığı nokta Hizbullah’tı; kendisi ve İsrail’deki efendileri, bugün Hizbullah’ın Lübnan’da güçlü bir parti olduğunu ve parlamentoda temsil edildiğini unutmuş görünüyorlar. ABD’nin bu kibri, Hizbullah’ın gücünü ve Lübnan halkı içerisindeki popülerliğini artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Pompeo sanki başka bir ülkenin çok özel içişlerine karışmaya çalışan küçük bir devletin temsilcisiymiş gibi temaslarına başladı. Bu yüzden de hak ettiği yanıtı aldı. Bütün bu olanlardan hareketle, Trump yönetiminin gerçeklikle bağının kopmuş olduğunu ve dünyayı ve Ortadoğu’yu bildiğini iddia eden İsrail uşağı bir avuç siyonistin yörüngesinde dönmekte olduğunu görüyoruz. Ancak Suriye savaşının gidişatı, gerçekliğe ilişkin hiçbir şey bilmediklerini ve onların iddialarının birbiri ardına çökeceğini ortaya koyuyor. Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesinin zamanının geldiği yönündeki kararları da çökecek; zira Siyonistler işgal altındaki topraklara sonradan göç etmiş olmaları sebebiyle topraklarının değerini bilmedikleri gibi, hiçbir zaman bu toprakların sahibi de olmamışlardır; zira atalarından bu toprakları miras almamışlardır.

Suriye ve Golan’ın gerçek toprak sahipleri ise bu kutsal toprakların her bir parçasında yaşayanlar, toprağın sahipliği meselesinin zaman aşımıyla ortadan kalkmayacağını ve Cezayir halkının Cezayir’i Fransız sömürgesinden 130 yıl sonra kurtardıklarını, uluslararası hukuka ve BM kararlarına aykırı davrananların sadece kendilerine zarar verdiklerini, Trump’ın gidici olduğunu ve Golan’ın Suriye’ye ve Araplara ait olduğunu, Hizbullah’ın onurlu direnişçilerin övüncü olarak kalacağını, zafer ve kurtuluşa kadar kendilerine terör ve işgale karşı durma noktasında ilham vereceğini biliyorlar. Uluslararası düzeydeki gelişmelere gelince, yakın zamana kadar yeryüzünde güvenlik ve barışın uluslararası toplumu kendilerinin oluşturduğunu iddia eden Batılıların eliyle yok edildiği, terör ve savaşların desteklendiği gerçeğinin ortaya çıkmasından sonra, temelini Rusya ve Çin’in karşılıklı saygı ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde attığı yeni bir uluslararası ailenin ve sistemin doğuşuna tanık oluyoruz. Ancak bugünden itibaren eylemlerinin ve medyasının hedeflerinin gerçekte ne olduğu ortaya çıkmasının ardından, bu onura sahip olduklarını iddia edemeyeceklerdir.

* Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın başdanışmanı.

** Yazının aslı Al Mayadeen sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)