Gölge yazar-Buruk Acı
Zaman bu, geçer. Zaman geçti. Zaman bazen susarak geçer, bazen kilitlenerek, bazen şelale gibi, bazen nedensiz. Rüçhan Adlı aradı, yönetmenliğini de kendisinin yapacağı bir film çekmek istiyordu Türkan Şoray. Kocası Almanya’ya gitmiş, kendisi köyde kalmış bir kadının hikayesini filme çekmek istediklerini ama kendilerine bir öykü gerektiğini söyledi. Gölge yazar aldı bu kurguyu ve adamı Almanya’ya yolladı.
C. Hakkı Zariç
“Brigitte Bardot bir roman yazsa ve biz onu yayınlasak sence nasıl olur?” Soruyu soran Yeni İstanbul gazetesinin yazı işleri müdürü Kayhan Sağlamer’di. Bizimki yanıt verdi: “Harika olur, ortalık toz duman olur.” Yanıta yeni bir soru geldi “Peki, Türkan Şoray yazsa nasıl olur?” Kilit açıldı. “Çok iyi olur” dedi bizimki, “Konuşup rica edin, ikna edin yazsın” diye ekledi.
O buluşmada anlaşıldı ki Türkan Şoray imzalı tefrika yayınlamak istiyordu Yeni İstanbul gazetesi ve bunu yazdıracak yazar arıyordu. “O yazmayacak” dedi Kayhan Sağlamer, yanında getirdiği kağıtları Adnan Özyalçıner’in kucağına bıraktı “Sen yazacaksın romanı ve gazetede tefrika edilecek.” Haydi buyur. Her gün beş daktilo sayfası yazması gerektiğini söyledi ve çıkıp gitti.
Cumhuriyet gazetesinin tashih servisinde çalışıyordu o günlerde Adnan Özyalçıner, kucağındaki kağıtlarla evin yolunu tutup durumu Sennur Sezer’e anlattı. Kafa kafaya verip plan yaptılar, kurgu, roman örgüsü derken köyden çıkıp kente gelen genç bir kadının başından geçenler anlatılacak, kadının üzüntü ve şaşkınlıklarına neden olan olaylar zincirine de Buruk Acı adı verilecekti. Ertesi günün akşamında Türkan Şoray ile Rüçhan Adlı’nın Levent’teki evlerindeydi Adnan Özyalçıner. İlk beş sayfayı yazmıştı, Kayhan Sağlamer memnundu koltuğunda. Gazetecilerin boy boy fotoğrafını çektiği Türkan Şoray yazar olarak, Buruk Acı’nın ilk söyleşisini veriyordu… Hemen sonrasında da tefrika yayınlanmaya başladı.
Adnan Özyalçıner sabah erkenden kalkıp daktilosunun başına geçiyor, o günkü beş sayfayı yazarak evden çıkıp elindekileri Yeni İstanbul’a teslim ettikten sonra Cumhuriyet’teki işine gidiyordu. Tefrika ilerledi, gelip bir yere dayandığında şarkı sözü gerekti kurguya. İş Sennur’a düştü tabi. “Gurbet içimde bir ok/Her şey bana yabancı/ Hangi kapıyı çalsam/ Karşımda buruk acı” sözleriyle başlayan şarkıyı yazdı Sennur.
Başlamakla kalmadı, devam etti ve büyüdü iş. Buruk Acı’nın filmi çekildi. Renkli filmlerin yeni yeni piyasaya sürüldüğü dönemde, efendim yıl 1969, “tamamen renkli” olduğu özellikle vurgulandı filmin afişinde. Yönetmen ve senaryo Nejat Saydam olarak geçse de “Eser: Türkan Şoray”a aittir. Şarkının söz yazarı olarak Türkan Şoray geçer, bestecisi Teoman Alpay’dır.
Buruk Acı’daki şarkı o kadar meşhur olur ki, tefrikayı da filmi de geride bıraktı…
Söz bir kere yola çıktı, yolda kalır mı? Hemen sonra Buğulu Gözler geldi ve Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi. Bir dalga yakalamıştı ve oradan yazmaya devam ediyordu Türkan Şoray, Adnan Özyalçıner gölgesinde.
Adnan abi titiz bir yazar olduğu için işi savsaklamıyor ve sonuçta iyi bir kurgu çıkıyor ortaya. Durum böyle olunca da okuyan da izleyen de kendinden bir şey bulmuş olarak ayrılıyor sahneden. Buğulu Gözler’e de aynı adla bir şarkı yazdı Sennur, ama bu defa o kadar da tutmadı… Hatta Türkan Şoray “Şarkı sözleri benim değil” dediği için de Hasan Saltık hazırladığı bir albümde iki şarkı sözünü yazan kişi olarak Sennur Sezer adını yazdı. Böylece şarkı sözleri Sennur adına, tescillenmiş oldu.
Bitmedi, dahası var. Mehmet Seyda aradı Adnan Özyalçıner’i; Türkan Şoray adına Hürriyet gazetesinin pazar ekine bir öykü yazmasını istedi. Bir fotoğraf verdiler eline, fotoğrafa bakıp bir şeyler yazmasını istediler; bizim gölge yazar ona da bir öykü yazdı, sorsanız adını bile anımsamıyor. Edebiyatın gizli tarihi bir gün bir yerden bulup çıkarır bu öyküyü de nasılsa, yayınlanmış olan öykünün imzasında gene Türkan Şoray var, evet.
Zaman bu, geçer. Zaman geçti. Zaman bazen susarak geçer, bazen kilitlenerek, bazen şelale gibi, bazen nedensiz. Rüçhan Adlı aradı, yönetmenliğini de kendisinin yapacağı bir film çekmek istiyordu Türkan Şoray. Kocası Almanya’ya gitmiş, kendisi köyde kalmış bir kadının hikayesini filme çekmek istediklerini ama kendilerine bir öykü gerektiğini söyledi. Gölge yazar aldı bu kurguyu ve adamı Almanya’ya yolladı. Orada evlendirdi. Köyde kalan karısının mektuplarının hiçbirine yanıt vermedi elbette. Neden sonra ve yıllar sonra, zaman kime göre nasıl geçtiyse arabasına atlayıp köyüne dönmek üzere, yanında eşi ve çocuğu olduğu halde yola koyuldu. Kader bırakmaz Yeşilçam’ın peşini. Köyün girişinde kaza yaptı. Kendisi ve eşi öldü, çalılıkların arasında “mama… mama…” diye ağlayan bir çocuk bıraktı geride. O çocuk da Türkan Şoray’a kalıttır filmde. Filmin adı: Dönüş. Öykü ve Yönetmeni: Türkan Şoray. Senaryo: Safa Önal.
Darasız Evler diye bir projeden bahsetti bu defa Rüçhan Adlı, Adnan Özyalçıner onu da yazdı. Kocası ölen kadınların başına gelenler hakkında bir öyküydü bu; parasını aldı, gölgede kaldı yine ama bu proje hayata geçirilmedi.
90’lı yıllara kadar geldi zaman. Yönetmen Sami Güçlü aradı, Türkan Şoray ile buluşmak için Adnan Özyalçıner’i de alarak evine gittiler. Bir kadın gazeteci kadınların Türkan Şoray’a yazdığı mektupları derlemişti. Bu mektuplardan bir senaryo yazması isteniyordu. Adnan Özyalçıner teklifi kabul etti. Üstelik bu defa gölge yazar da olmayacaktı. Sözler alındı verildi, tekrar bir araya gelmek üzere sözleşildi ama bir daha kimse arayıp sormadı ve bu mesele böylece kapandı.
Bir yazar gölgesini tefrikalarda ve şarkılarda bırakıp tramvayla evine gitmek üzere yola çıktı.
Biz bu yazıda bir yanlış yaptıysak, varsa eksiğimiz gölgede kalmaz.
*Bu yazı ilk olarak Evrensel gazetesinde yayınlanmıştır.