Gölgenin Ağırlığı: Yıldızların ve suyun sesi

Sitem Ateş'in kaleminden "Gölgenin Ağırlığı" okurla buluştu. Ateş, romanda iki kahramanın hayatını, bir ülkenin tarihi, sosyolojik ve politik gelişimiyle harmanlayarak koyuyor.

Abone ol

Arzu Bahar

“Oysa o son gece, tekrar gelmek üzere gideceğim o son uykunun ateşinin başında, odunlar yeni yanmaya başlamıştı biz konuşmaya başladığımızda. Odunlar yanıp kül olduğundaysa zamana ve zamanın onaracağı düşüncesine tutunmuş gücüm neredeyse yok olmuştu.”

Eşikler… Türk “Oysa o son gece, tekrar gelmek üzere gideceğim o son uykunun ateşinin başında, odunlar yeni yanmaya başlamıştı biz konuşmaya başladığımızda. Odunlar yanıp kül olduğundaysa zamana ve zamanın onaracağı düşüncesine tutunmuş gücüm neredeyse yok olmuştu.”1 mitolojisinde “Evi koruyan iyi ruhların makamı” olarak bilinir ve eskiler o yüzden eşikte durmamak gerektiğine inanırlar; koruyucu ruhun yolunu kesmemek için. İnsanoğlu, sığınma ihtiyacı duyduğu andan itibaren mağaralarda, çadırlarda, giderek modernleşen yerleşik toplum düzeniyle birlikte evlerinde içinde -bulundukları alanı korumak, işaretlemek için- kapılar ve eşikler yapmış. Her yeni eşik, yeni bir hayata açılmış. Başka mağaralara, başka çadırlara, başka evlere…

Sitem Ateş, Gölgenin Ağırlığı adlı yeni romanında bir metafor olarak kullanmış bu kutsal sayılan basamağı. Kahramanlarının yeni hayatlarına attıkları her adımı eşik olarak düşünmüş. Hem psikolojik olarak hem de fiziki olarak eşik atlamaktan söz etmiş. Her eşiğin açıldığı yeni kapılardan, yeni yaşamların sevinç ve hüzünlerinden…

Küçük yaşından itibaren birçok eşikten geçip, son olarak Narin’in evindeki eşiği atlayan anlatıcımızla başlıyor kitap. Çöl hayatında “annelerim” dediği pek çok kadının üzerine titremesi ile büyüyor. Çöle nasıl geldiğini, neden orada olduğunu hatırlamayacak kadar küçükken ortasında kaldıkları savaştan çekip alıyor onu Narin. Sessizliğini, dil bilmezliğini, yabancılığını umursamadan seviyor. Doğurmanın şart olmadığını bilerek, kocaman kalbinde kocaman bir yer açıyor bu küçücük kıza. Karşılıklı büyüttükleri sevgi, el ele kurdukları dünyadaki huzur, Narin yine bir savaş meydanında başka çocukların hayatlarına dokunurken yakınında düşen bomba ile paramparça oluyor. Narin’in kızına bıraktığı dosyanın, romandaki mihenk taşlarını nasıl çözdüğünü anlamamızı sağlayan Mecit Kaptan’a yönelik araştırma, bir dosyadan öte katmanlarıyla açımlanan roman kurgusunun temsili olarak okunabilir.

“Dosyayı açıyorum. Mecit’e ait fotoğraflar var, kaptanlık ehliyeti, liman cüzdanı, hüviyeti, teşekkürnameler, müzelerde adına ayrılmış panoların bilgileri ve plaketler, dergi ve gazetelerde hakkında çıkmış haber ve yazılar, kurucusu olduğu hastanenin açılış konuşması ve fotoğrafları, kurucularından olduğu esnaf ve sanatkârlar odalar birliği tarafından ebedi ikametgâhında adını zikreden bir tabela ve ilgili bilgiler, Üsküdar’da bir sokağa verilmiş ismi ve fotoğrafları ve neler neler… Nasıl da özenle toplanıp derlenmiş bir parça. Koskoca bir tarih, o devasa çınarı içine alan ve onunla süren tarih, iz bıraktığı her an ve anılarıyla zamanın belliğinde yerini almış.”*

HAYATTAN ALACAKLARIMIZ

Sonrasında Narin’in notları arasından bir Denizci Bey’i olan Mecit çıkıyor karşımıza. Sayfalar boyunca, anlatıcımız ile Mecit arasındaki inanılmaz benzerliğe şahitlik ediyoruz. Yine bir savaş meydanından hasbelkader sağ kurtulan bir çocuk, sürüklendiği yollar, atladığı eşikler… Neredeyse bir asır öncesinde kaderin küçük Mecit için kurduğu oyunun, aynıyla anlatıcımızın hayatında tekrarlandığını görüyoruz.

Gölgenin Ağırlığı, Sitem Ateş, 317 syf., Turkuvaz Kitap, 2019.

Mecit büyürken, Kurtuluş Savaşı’mıza tanık oluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, serpilip büyümesine. Garip bir tesadüfle, eşzamanlı oluyor hayatındaki olaylar ve Cumhuriyet'in gelişimi. Mecit’in tökezlediği zamanlarda, çok güzel bir gelişme oluyor ülkede mesela, Mecit’in hayatında da bir mucize oluyor. Yılmıyor. Umudunun, gücünün tükenmesine asla izin vermiyor. Çünkü biliyor; daha yaşama başlarken, yolun çok başında kaybetmeyi öğrenmiş insanların alacağı vardır hayattan. Bu inançla atlıyor eşikleri ve hep umutla açıyor yeni kapıları.

Sitem Ateş, Gölgenin Ağırlığı romanında iki kahramanın hayatını, bir ülkenin tarihi, sosyolojik ve politik gelişimiyle harmanlayarak koyuyor önümüze. Bu yanıyla yalnızca roman olmaktan çıkıyor kitap ve okuru aynı döneme şahit tutarak bildiğimizi tazeliyor, bilmediğimize satır aralarında anlattıklarıyla dikkatimizi çekiyor. Bunu yaparken asla didaktik bir dil kullanmadığı için, okuru yormayan, ilk sayfadan itibaren içine çeken, sayfalarını merakla çevirdiğiniz, yazarın kalemi eşliğinde maceralara yol aldığımız bir kitap olarak karşımıza çıkıyor.

Mecit Kaptan’ın tarihini soruşturmak için yola koyulan anlatıcı genç kadın ve Mecit Kaptan’ın torunu Zeynep, bir imgeyi takip ederek haritada üzerinde plan yaparlar. Mecit Kaptan’ın hayatı nereye ve nasıl sürüklendiyse ve sonra hayatı nasıl sürüklediyse kendi varlığıyla, onlar da takip edecektir o izleri…

“Doğduğu yeri, köyünü kendi de dâhil hatırlayan ve bilen yok ya, bence sadece onun aklında kalan o dereyi, su sesini duyabileceği öylesi bir yer bularak, ona bir başlangıç noktası tayin edelim. Kim ne diyebilir, ne kaybederiz ki? O bir iz veya bir yer bulabildi mi bilmesek de, bulmuş sayarak hayat yolculuğunun başladığı yer kabul ederiz orayı. Sen onun torunu olarak, kan bağına sahip ve o dosyadaki detayları bilen biri olarak içine sinen, belki de içgüdüsel olarak burası diyebileceğin bir yer seçebilirsin. Aynı zamanda baba tarafından hikâyenin başladığı yer olur orası. Ne dersin?”**

Gölgenin Ağırlığı, Sitem Ateş’in ikinci kitabı. Kapak fotoğrafı yine yazarın kendisine ait olan kitap, Eylül 2019’da Turkuvaz Yayınları’ndan çıktı. Yayına hazırlayan Cem Tunçer, kapak ve sayfa tasarımı Gülay Tunç tarafından yapılmış. Gölgenin Ağırlığı’yla Mecit Kaptan’ın kendine has coğrafyasında yaptığı yolculuğa eşlik edenleri yanınıza alabilir, biyografik bir romanın peşine takılabilirsiniz.

*A.g.e., s: 176

** A.g.e., s: 245