Belki siz aynı şekilde düşünmüyorsunuzdur ya da
düşünmeyeceksiniz…
Ama benim kanaatim hep şöyle:
Bu “Ergenekon” vb. meseleleri; doğruları ve hakikati ayıramayacak
kadar yayıp genişletip toptan inandırmak istediler (Fetö ve
iktidar…)
Sonra da bu kez “toptan” silerek her şeyin yalan olduğuna
inandırmak istediler (iktidar ve…)
Adının Ergenekon vesaire olup olmaması, bir yığın şey uydurulup
herkesin aynı torbaya ve cefa sürecine tıkılması bir yana…
Şu iki sorunun cevabı net mi, değil mi?
1.Türkiye’de derin devlet faaliyetleri, bu çerçevede
faili meçhuller, cinayetler, suikastlar, itibarsızlaştırmalar oldu
mu olmadı mı?
2. Türkiye’de hiç askeri darbe olmadı mı? Askeri
darbelerden daha fazla sayıda darbe planları, tasavvurları ve bazen
bunların uzantısı olan müdahaleler, muhtıralar oldu mu olmadı
mı?
İlk soru, Türkiye tarihini kapsıyor zaten… Ah ama ikinci de
öyle, değil mi?
AKP iktidarı dönemine de denk düşenler var. Daha öncesi, daha da
yoğun olduğu dönemler de var.
AKP, iktidarının ilk yıllarında bu endişeyi yaşadı ve AB
sürecine sarılışında bu tedirginliğin, hatta kimi istihbaratın da
payı vardı.
27 Nisan Muhtırası bunun somut örneği, doğruların yanında uydurma
senaryolarla da bezenen Balyoz vb. de gizli örnekleriydi.
İktidarın korkusu hayalci değildi ve AB’ye sarılışı; orada
özellikle Yeşiller’in, sosyalistlerin, komünistlerin, sosyal
demokratların, AKP’nin iktidar olmaya çalıştığı Türkiye’nin tam
üyelik güzergahı için “Evet” yazılı pankartlar kaldırmaları
“antikor” üretiyordu.
Yine de 2007 Muhtırası ve hemen sonrasına kadar o endişe
bitmedi.
Sonrası, Yaşar Büyükanıt’ın ve bazı komutanların da
slalom yaptığı ilginç bir süreç olmalı!
Fakat iktidar, ister planlı, ister topun gelişine vurarak şunu
yaptı ve maçların hep kazananı oldu:
O gün “Cemaatçi” denen ve sonra “Fetöcü” olan Emniyet ve
yargı mensuplarıyla birlikte, “darbe ihtimali”ni, hakikat ile
yalanı harmanlayıp gerçeklerin ortaya çıkamayacağı şekilde
kurgulanmış hikayelerle sindirdi!
Gerçekten derin devlet ve darbe tasavvurları, iktidar ile ortağı
“Fetö”nün “herkesi yiyelim” iştahı karşısında muğlaklaştı
zaten.
Sonra külahlar değişti, saflar değişti, “darbeciler”
değişti, iktidar aynı ve yine kazançlı kaldı:
Daha önce “darbeciler”i içeri atanlar bu kez “darbeci” oldu
ve gerçekten de 2016’da o darbeye heveslendiler; iktidarın onlarla
birlikte “darbeci” dedikleri ise, “yeni darbeciler”in ihtirasının
kurbanı sıfatıyla masumiyetlerini kazandı.
Bu girizgahı şu yüzden de yazdım:
Sistem, sıkıştıkça kusacak!
Susurluk’ta böyle oluyordu, Erbakan kendi
siyasi hayatını dondurup AKP’ninkini açacak kararla, koalisyon
ortağı Çiller’i korumak istedi. Devleti korumak istedi ama
devlet onu indirdi!
“Ucu nereye kadar giderse gitsin” diyen Cumhurbaşkanı
Demirel o ucun sadece (sevmediği) Çiller’e veya öyle mafyavari
yapılanmalara, yasadışı devlet memuru faaliyetlerine değil; bizzat
devlete ve TSK’ya gittiğini görünce durdu.
Bir zamanlar “Kontrgerilla”yı resmen telaffuz eden ilk devlet adamı
olan Ecevit, o gün sonra neden sustuysa, yine sustu.
“Devlette devamlılık” vardı ve devletin utancı hepsinin
utancı, devletin kirli sırları hepsinin sırrı
oluyordu.
Sadece bir örnek:
Mehmet Ağar mesela. 12 Eylül’de aktördü. 12 Eylül’e karşı seçim
kazanan Özal dönemi aktörüydü. Sonra, ANAP’a karşı seçim kazanan
DYP’de Çiller döneminin önemli aktörü oldu. Derken Çillerli
Refahyolu bitiren 28 Şubat sürecinin aktörüydü. Sonra bir baktık,
28 Şubat’ta karşı çıktıklarının kurduğu AKP’nin de aktörü
olmuş!
Bunları, o dönem ve son dönem, bu aktörlerin kimileriyle yakın
olup bugün çatışan Sedat Peker de yakından
biliyor…
25 yıl Özel Kuvvetler’de kim bilir nelere vakıf veya aktör olduktan
sonra, Ergenekon’da içeri giren, çıkıp kaybolan, şimdi (bir askeri
ekiple birlikte) Necip Hablemitoğlu suikastı sorumlusu ilan
edilen (E) Albay Levent Göktaş da biliyor.
İkisi de biliyor çünkü ikisi birbirini de biliyor.
Şimdi avukatının “sahte hesap” dediği bir Twitter hesabından “Hesap
soracağım, video yayınlayacağım, uyumayın, tuğlayı çekeceğim” diye
meydan okutulan, tehditleri saçılan ve sonra silinen (yalan ya da
doğru… ama olaylar ve tanıklıklar doğru) Göktaş da…
O meydan okumayı ve kendisine atılan taşı cevaplayıp “Yaşar Baba
vasıtasıyla bana teklif ettiğin para ile ortadan adam kaldırma
tekliflerine de geleceğim” diyen Peker de,
Ama siz, biz öyle her şeyi bilmiyoruz.
Sabah işinize veya işsizliğinize gidiyorsunuz.
Sabah çocuğunuza belki zevkle, belki acı ve yokluk içinde kahvaltı
hazırlıyorsunuz.
Bir okul yoluna bırakıyorsunuz; hakkaniyetli bir sistemde saygın
bir yeri, işi, gücü olur, zincirleri kırar diye.
Her şeyini bildiğiniz, sıkılıp üzülseniz bile umudunuzu
yaşattığınız bir ülkede var olduğunuzdan emin biçimde
dolaşıyorsunuz…
Ama yıllardan yıllardan beri, birileri birilerinin “ölüm emri”ni
veriyor bu ülkede.
Deniz bitene, ihmaller olana, vefasızlıklar ve öfkeler
patlayıp biraz kusana kadar, sır hepsinin sırrı oluyor
Sırrı!
Fakat şu var:
Siz, biz hepsini unutmakla malulüz. Yeni “dedikodu” patlayana
kadar, hepsini hepsini.
Yoksa Sabahattin Ali’yi anarken, nasıl ve ne
zaman öldürüldüğünü…
Deniz Gezmişler asılırken halkın çoğunluğunun,
onları asan asker ve sivilleri alkışladığını…
Sizin orduya güveniniz tamken darbeler olduğunu, Erdal
Erenlerin asıldığını, işçilerin, çalışanların haklarının
gasp edildiğini…
Güneydoğu’da onca gazetecinin öldürüldüğünü, onca insanın
kaybedildiğini, 12-13 yaşında çocukların kuyulara
atıldığını ve ailelerinin yıllarca bir kemiğini bulabilmek
için çırpındığını…
Maraş, Çorum, Sivas, Başbağlar’ı; Bingöl’deki 33 askeri, Suruç’u,
Ankara Garı’nı, İstanbul ve Ankara’daki onca cinayet, bomba,
suikastın arkasındakileri, istisnalarımız hariç, hiç
unutmaz, kuşaktan kuşağa anlatırdık.
Gömülmek istenen hakikatin sayfaları zombiler gibi
ortaya çıktıkça, anlama arzumuz ve ısrarımız, ezberlerden sıyrılma
niyetimiz, değiştirme tutkumuz artsa keşke!
Not: Yarın, biraz geçmiş! Kim kiminle şey etmiş!