Ne adını söyledi, ne yoldaşlarının yerini. Yargılanmasına karar verildi. Bilindiği gibi sömürgeciler hukuka çok önem verirler!
Zamanın birinde bir okuru Ahmed Arif’e bir mektup gönderir; zarfa şöyle yazar: SAYIN AHMET ARİF – OZAN - ANKARA. Mektup gerçekten de şaire ulaşır. Mektup dediğinin üstünde öyle ya da böyle bir adres olmalıdır. Bana en güzel mektup adresi hep Can Yücel’inki gibi gelmiştir: Bakkal Hasan eliyle, DATÇA.
Bazı mektuplara hak ettikleri uzunlukta cevap verilmemesi bahsinde akla Bettina von Arnim gelir ve elbette Goethe. Ya ruha değen mektup bahsi? Şamîl Esgerov’un Cegerxwîn’e yazdığı mektup derim. 1967 olmalı. Bir gün ben de Esgerov’a bir mektup yazdım. Bir adres buldum. Şöyleydi: Nergiz Neşriyat, BAKÜ. Postaneye gidecekken ölüm haberini okudum. 21 Mayıs 2005’ti. Bir gün önce göçüp gitmişti.
Artık bunu diyecek yaşlara geldiğime göre “bir zamanlar” her mektup meraklı bir ele değerdi, diyebilirim. Sevdiğim kadınlarla aynı masada karşılıklı oturup birbirimize mektup yazdığımızı hatırlıyorum bir de. Erzincan, Gülnar, Polatlı ve Batman arasında zarfsız mazruflar uçuşurdu.
Zarfa OZAN yazan okuru Ahmed Arif’i şahsen tanımıyordu. Ahmed Arif’in de şahsen tanımadığı birine yazdığı bir mektubu vardır. Yazdığı kişiyi, yani gönderileni yazacağım ama bu yazıyı yazarken şairin bütün şiirlerini taradım da tek bir “mektup” sözcüğüyle karşılaşmadım. Tuhaftı.
Ahmed Arif’in söz konusu mektubu yazdığı kişi, ünlü gerilla Cemile Buhayrad’dır. Bu efsanevî kadın 1935’te doğdu. Fransız işgali altındaki Cezayir’de. İlkokulda okutulan “Andımız”da “annemiz Fransa” deniyordu, o “annemiz Cezayir” diye okudu, bugün de öyle. Okuldan uzaklaştırıldı ama ne zaman bu andı duysa “annemiz Cezayir” dedi. Büyüyünce Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katıldı. 1957 Nisan'ında girdiği çatışmada yaralandı, düşmana esir düştü. Omzundaki yarası 17 gün boyunca elektrikle yakıldı. Ne adını söyledi, ne yoldaşlarının yerini. Sonunda yargılanmasına karar verildi. Bilindiği gibi sömürgeciler hukuka çok önem verirler! Mahkeme, Cemal Süreya’nın deyimiyle, “Mösyö Giyotin”le idamına karar verdi. Cemile gülüp geçti. 7 Mart 1958’de boynu vurulacaktı.
Bir grup Fransız avukat, özellikle de (sonra eşi olacak ve Müslümanlığı seçip “Mansur” adını alacak) Jacques Vergès, büyük bir kampanya başlattı. Dünyanın pek çok yerinden pek çok insan desteğini bildirdi. Kıyamet koptu. Sömürgeciler onu idam edemediler. 1958’de Rheims’da bir hapishaneye kapatıldı. 1962’de serbest bırakıldı, ama hapisteki 5 yıl boyunca Mösyö Giyotin’in, birçok yoldaşının ensesine inmesine tanıklık etti. İşte o 1962’de sömürgeciler 132'nci yılın sonunda defolup gittiler. İşte Ahmed Arif bu mektubu bu yiğit kadına yazmıştır.
Böyle büyük bir edebiyat olayı gibi uzata uzata yazıyorum ama belki de bu mektuptan en son haberdar olan kişi benimdir! Eğer öyle ise bağışlansın, ama mektubu nasıl bulduğumu anlatmama da izin verilsin lütfen. Bir kitapta. Kapağındaki adı “Hür Cezair”, içerideki adı ise “Hür Cezayir.” Yazarı, daha doğrusu hazırlayanı Avni Çeviker. 1958’de, Ankara’da, Kültür Matbaası’nda basılmış. Demokrat Parti (DP) dönemi. Belirtmek gerekir ki DP, Cezayir sorununda hep Fransa’nın tarafındaydı. Birleşmiş Milletler’deki her Cezayir oylamasında ya Bülent Ecevit’in deyimiyle “çekinser” kalıyordu ya da karşı oy kullanıyordu.
Burjuva siyaseti kolpacıdır, biz şiire bakalım, Sezai Karakoç’un 1958 tarihli “Kutsal At” şiirine mesela: “Cezayir’de atların / Gördüğünü kimse görmedi / Kimse bu ölümlerde / Cezayirli gibi / Ve Cezayirli kadar / Ölmedi.” Cemal Süreya ne diyor peki: “Zaten bizi hergün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar / Bütün kara parçalarında / Afrika dahil.”
Avni Çeviker’in hazırladığı kitapta ise Cezayir kurtuluş mücadelesini destekleyen birkaç yazar ve siyasetçi var. Çeviker bir kısmını gazete ve kitaplardan derlemiş, bir kısmı ise belli ki kitap için kaleme alınmış. Kitapta yer alan isimler şöyle: İhsan Ada (CHP Hatay Mv.), Cihad Baban, Fazıl Hüsnü Dağlarca (“Çirkin Sofra” şiiri), Bülent Ecevit (CHP Ankara Mv.) ve Ahmed Arif. Bundan sonra ise 86 sayfalık bir bölüm başlıyor. Çeşitli alt başlıkları olan bu bölümü Çeviker mi yazmış, birinden mi çevirmiş bilemiyorum. Çünkü herhangi bir not yok, ama çeviri gibi görünüyor.
Ahmed Arif’in mektubu ise “Cemile Buhayrad” adını taşıyor ve kitabın 14 ve 15'inci sayfalarına iliştirilmiş. Üstünde bir tarih yok. Ada, Baban ve Dağlarca’nın yazdıklarının daha önce başka yerlerde yayınlandığını verilen bilgiler nedeniyle anlıyoruz, ama Ecevit ve Ahmed Arif’in metinleri bu kitap için kaleme alınmış gibi görünüyor.
Ahmed Arif kalbini zarf, ruhunu mazruf yapmıştır. Yankılı bir kafesten çıkan sözcükleri onurlu bir halkın göğünde gezer. Altmış yıl sonra yeniden kanatlanan ol mektup, noktası ve virgülü ile şöyledir:
Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya sen yaşta kızkardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen Cezairden bir can’sın, ben Türkiyeden. Ayrı suların, ayrı toprakların çocuklarıyız ama kardeşiz.
Ben, bu kahrolası yazıya oturanda, senin idâmın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında Lejyon’dan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun, anlamaktan, sevmekten korkanların mangası. Onlar, hep öyledirler. Silâhı, insan avını zulmu severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler? Aklım duracak... Belli ki ömürlerinde bir sefer olsun, bir çocuk, bir çiçek, bir türkü sevmemişler. Namusla, yürekle, alın akıyla, seven bir kadının koynuna girememişler. Mertlik, can saygısı, dünya sevdası, bir lahza bile yüreklerine konuk olmamış.
Ve hiç utanmadan da İncîl-î Şerif’i kitâb bilirler. Oysa yaptıklarının hiçbir kitapta yeri yok! Onlar ki her iki cihanda da yüzleri kara! Senin o Meryem’den bin daha aziz, bin daha bakir canının değerini ne bilecekler…
Karşında bir manga. Ölüm mangası. Parayla, yalan-dolanla, o murdar korkuyla aldatılmışlar. Bundan ötürü küstah, bundan ötürü zalim… İncecik, tazecik çocuk kolların, arkadan bağlı. Bilirim gözlerini bağlatmazsın sen. Namlular karşısında dimdik ve espas’sız duruşunu hayalliyorum. Kavgandan bir marş, bir mısrâ mı son sözün? Anana kardeşlerine selâm mı yoksa?
Ondokuz yaşındasın. Sakın, gençliğime doymadım, deme! Şimdiden ölümsüzsün. Niceleri var ki bin yıl yaşasa, sencileyin bir haysiyet katamaz yaşamaya. Yarının CEZAİR’inde, kurtarılmış CEZAİR’de, okullarda bebeler, önce senin adını belliyecekler. Sonra dünyayı!.
İnan, seninle birlik, ya da senin yerine, kurşuna dizilmeyi çok isterdim. Ölümüne nisbet, yaşamak silik ve anlamsız, CEMİLE.