Gonca Özmen 'bile isteye' diyor

Gonca Özmen Bile İsteye’deki şiirlerinde 'bile isteye yaptım' diyor ve bile isteye de anlatıyor her şeyi. O yüzden ağız imgesi de çokça geçiyor şiirlerinde. Ağız kimi zaman sustuklarını anlatmak olarak tezahür ediyor, kimi zaman da aşka giden, muhabbete, cilveye, kahkahaya ve elbette ki dirime giden önemli bir gösterge onun şiirinde. Ses veriyor Gonca Özmen bu bağlamda. “Dipten - sesi / Kederden - sesi / Ayazdan -sesi”yle diyerek, bir başka şiirinde söylediği gibi bizi bir tayın ıslak boynuna bırakıyor.

Abone ol

Gonca Özmen üçüncü şiir kitabı Bile İsteye ile uzun bir arayı şahlanarak kapatıyor. İlk kitabı Kuytumda, ikinci kitabı Belki Sessiz’den sonra üçüncü kitabına Bile İsteye adını vermesi, Özmen’in kuytuları açık alanlara taşımasının göstergesi. Bu anlamda Bile İsteye’de, şairin ne var ne yok, tüm çıplaklığıyla ortaya döktüğüne şahit oluyoruz. İlk iki kitabında daha kapalı bir anlatımla ve cinsiyetsiz bir dille okurun karşısına çıkan Özmen, bu sefer hem itirafçı şiirlere imza atıyor hem de dişil sesi vurguluyor. Ancak dişil ses, tüm cinsiyet rollerini tersyüz eden bir tavırla kendini gösteriyor.

Örneğin kitaba adını veren Bile İsteye adlı şiirde yer alan “Pergelin döndüğü bizden değil” dizesi, metafizik şiirinin önde gelen temsilcilerinden İngiliz şair John Donne’nin Vesayet: Yas Tutmayı Yasaklama adlı şiirine bir gönderme. Bu şiirde John Donne’nin pergel imgesiyle yarattığı “kusursuz daire” metaforu aşka, evliliğe, cinsiyet rollerine bakışını da işaret ediyor. Donne, evde onu bekleyecek kadını pergelin sabit ayağı, evden ayrılacak erkeği de pergelin diğer ayağı olarak tasvir ediyor şiirinde. Kadın beklediği ve sabit kaldığı sürece dışarıdaki erkek dönüp pergelin sabit ayağıyla mutlaka birleşecektir. Aslında kısa süreli bir ayrılık üzerine yazılmış olan bu şiirin ana ekseni, sadakat, bağlılık, süreklilik gibi kavramların “kadının sorumluluğu”yla ilişkilendirilmesidir. O “kusursuz daire”, adamın geri dönmesi, kadının da olduğu yerde beklemesiyle tamamlanacaktır. İşte Gonca Özmen’in “Pergelin döndüğü bizden değil” dizesi, tüm bu toplumsal cinsiyet rollerini tersyüz eden, kadına ve erkeğe biçilen rolleri alaşağı eden bir tavrı işaret ediyor. O pergelin sabit ayağı olmayı reddediyor. Edilgenliği kabul etmiyor.

Kuytumda, Gonca Özmen, 62 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2016.

Aynı tavrı Melez adlı şiirinde de sürdürüyor Gonca Özmen. “Dante okudum bir erkeği soydum beyaz” derken Dante Alighieri’nin dünya şiirinde bir başyapıt olan İlahi Komedya’sında Beatrice’e yüklediği anlama, onun bakışına gönderme yapıyor. O bakışı tersine çeviriyor. Dante’nin unutamadığı platonik aşkı Beatrice, genç yaşta ölmüştür. Dolayısıyla şiirlerde Beatrice, beyaz ve meleksi olarak nitelendirilir ve uhrevi bir anlam taşır. Dante’nin İlahi Komedya’yla öteki dünyaya yaptığı düşsel bir yolculukta Beatrice’i soyut olarak tasvir etmesi, belki onu ölümünden önce çok yakından tanımamasıyla ilgili. Ancak Dante, aşkı Beatrice’le özdeşleştirdiğinden, kadının varlığını bir anlamda “yokluk”la ilişkilendirmiş olur. Beatrice somut ve insani görünümden çok soyut, manevi ve ilahi bir görünümle, “Tanrısal dünyayı” yansıtır İlahi Komedya’da. Gonca Özmen, bu referansla, “Dante okudum bir erkeği soydum beyaz” derken kadına hayat veriyor, edilgenliğini kırıyor.

Bu anlamda, beyaz imgesi de önemlidir Özmen’in Melez adlı şiirinde. Beyaz kavramı, üzerine yüklenen anlam sayesinde solgunluktan, ölü olmaktan sıyrılır, dirime giden yolu işaret eder. Şiir boyunca “beyaz” vurgusu tekrarlanır, ta ki kararana kadar. Buradaki karalığın gözü karartmayla da ilgisi vardır. Karalık, ayağa kalkmakla, varoluşunu bir nişan gibi göğsünde taşımakla eşleşir. “Dante okudum bir devleti vurdum siyah” diyerek içinde yaşadığı toplumun, karar vericilerin kadın ve erkek üzerinden yürüttükleri tüm hükümleri sarsar. Bu nedenle siyah metaforu, başkaldırının rengi olarak kendine yer bulur.

Ancak siyah, karanlık anlamında da kullanılır Gonca Özmen’in şiirinde. Devletlere, yasa koyuculara biçtiği anlam karanlıktır. Karanlık; devletlerin ayıbı, günahı olarak karşımıza çıkar. Şiire adını veren melez kavramı, Özmen’in tavrını anlamamıza olanak sağlar. Melez şiirinde yaptığı göndermeler, çağrışımlarla (Mesela Dante’nin yaşadığı dönemdeki iki güçlü ailenin, beyazların ve siyahların arasındaki düşmanlıktan yola çıkarak) kendi meselesinin de altını çizer. Beyaz ve siyah kavramları bu anlamda kutuplaşmayı, “ikili karşıtlıklar”ı, farklılıkları işaret eder. Özmen’in Melez şiirinde farklı olanın dışlanmasına verdiği tepki, Derrida’nın “ikili karşıtlıklar” üzerine kurulu Batı felsefesine, diline yönelik eleştirisinden izler taşır. Zaten İtiraf adlı şiirinde “Kimselere söyleme Derrida okumadığımızı” diyerek ona bir atıfta bulunmuştur Özmen.

Derrida’ya göre, batı felsefesindeki ikili karşıtlıklar (erkek-kadın, akıl-doğa gibi) varsayımlar üzerine kurulmuştur. Bu ikili karşıtlıklardan birinin diğerinden daha değerli ve gerçek olarak merkezde kabul edilmesi diğerinin de değersiz ve “ikincil” bir konuma indirgenmesidir. Yani ilkini, ikincisi üzerinden daha üstün kılarak kendi “ötekisi”ni yaratan düşünce mantığını kırmaya yönelik, yapısöküm pratiğiyle karşı bir okuma önerir Derrida. Derrida’nın stratejisi, bu yapıyı, tahakkümü ve merkezi kırmaya yöneliktir. İşte tam da bu noktada melez kavramı önem kazanır Gonca Özmen’in şiirinde. Beyaz ve siyah olanın dışında gri alanı gösterme ihtiyacı duyar. Gri alan, tüm egemen yapıyı dönüştürecek güçtedir. Bu anlamda köklere dönme, kimlik arayışı görülmez Gonca Özmen’in şiirinde. Aksine, şiirlerinde köksüzlük, yersizlik, yurtsuzluk duygusuyla karşılaşırız. Köksüzlük, pergelin sabit ayağı olmaya yapılan itirazla örtüşür. (Bu doğrultuda pergel ve kök ile kurduğu bağda, anlam da çok katmanlı ve sabit değildir.) Dolayısıyla, yersizliğin ve köksüzlüğün en belirgin simgesi ev metaforunda karşılık bulur. Mesela Bile İsteye şiirindeki “Sevgilim - beni eve götürme geceleri (…) Götürme beni o apansız kapana / Ev dediğin ne ki kaçtığımın yanında” dizelerinde evi kapana benzetmesi, aile, evlilik gibi kurumlara karşı oluşturduğu mesafeyi imler. Evin kederi, bacadaki kurumdur. Elbette bacadaki kurum, diğer anlamıyla düzen, aile kurumuna bir gönderme olarak çıkar karşımıza. Dolayısıyla ev kaçtıklarının, yani karşı koyduğu yapının simgesidir. Nihayetinde tüm bunların karşısında nedir ki ev, diye küçümseyici bir tavırla sorduğu sorunun asıl muhatabı sistemin, düzenin ta kendisidir. Ev o halkanın bir dişlisidir sadece. Ama zehir oradan yayılır. Dünyaya Baktığım Aralık adlı şiirinde “Evde zehir var” demesi de bundandır. Evin zehri, eşyanın konfor vaat eden hakimiyetiyle birlikte ele alınır. Eşya da kurulu düzenin bir parçasıdır. Aile kurumunu konforlu bir kanepeye yerleştiren yapı, duvarları ve kilitli kapılarıyla kusursuz değil, kusurlu dairelerin oluşmasına olanak sağlar. Boş Anma şiiri de şairin kendi özelinden yola çıkarak o kusursuz gibi sunulan kusurlu daireden parçalanarak çıkmanın hikayesini anlatır. Kuşkusuz “serini bitmiş evlerin” kusuruydu bu. Serin imgesi onun şiirinde yaşamı, dirimi işaret eder. Mustafa adlı şiirinde “Beni serin tut Mustafa” demesi, erkeği de erkeklik rollerinden sıyrılmaya davet etmesi anlamını taşır. Ne evin ne de kurumsallaşmış ilişkilerin onu soldurmasına izin vermeyecek bir söylemdir bu. Evin zehri çoğu şiirine sızar. Mesela Mendil şiirindeki “Dönüp ayıbımı severdim” ya da Suç Yoktu şiirindeki “Suç yoktu, sadece dallarımıza su istedik” dizelerini toplumsal olanın yargısına karşı bir eleştiri olarak okumak gerek. Cinsellik insanın doğasında olan bir gereklilik olduğuna göre, aşk ve cinsellik ne ayıptır ne de suçtur. Ayıp olan Emma Goldman’ın söylemiyle “ahlak budalalığı”dır.

Özellikle de toplumun, ataerkil kültürün ahlak ve namus kavramlarını kadın bedeni üzerinden dayatmasına karşı inadına ayıbı sevmek, bundan utanmamak gerekir. Gonca Özmen’in şiirinde geçen çalı ve kuytu imgeleri de ayıbı işaret eder. Çalılıklar, kuytular gizli kapaklı olan her şeyi simgeler. Ev de kuytudur onun için. Evlerde olanlar, üstü örtülen her şey orada başlar. Bu anlamda aşksız kalan evlerin ayıbı daha büyüktür ona göre.

Belki Sessiz, Gonca Özmen, 80 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2016.

'GÖVDEM KEDERDEN BİR TABANCA'

Gövdeyi de parçalar Gonca Özmen. Kendi gövdesinin parçalanması, ev, aile, evlilik üçgeniyle ifade edilir. Bedenin kontrolü ve ona yönelik tahakkümün en kolay sağlanacağı yapı işaret edilir. Dolayısıyla, “Gövdem kederden bir tabanca/ Üstünde patlamaz değil” derken gövdeyi tabancayla eşleştirir, dokunulduğunda patlayacak hale gelmiş gövdenin her anlamdaki trajedisine değinir. Bunun içinde çiçek gibi susuz kalmış bir gövde de vardır, toplumsal olanın dayattığı kuralların yarattığı gerginlik de. Gövde, aynı zamanda varoluşla da ilişkilendirilir.

O yüzden dibe, en derine, insana, hatta insanın içine bakarak “İnsanın dibinde dipsizliği var” der. Bu dize dolaylı olarak köksüzlükle ilişkilendirilebilse de, insanın varoluş meselesine bakmamızı, varlığın unutulmasını hatırlamamızı da sağlar. Şiirlerinde yer yer geçen kuyu imgesinden hareketle, dipsizliği insanın içindeki kuyu olarak değerlendirebiliriz. Kuyu ve dipsizlik, yani zeminin görünmemesi varlığın, insanın hakikatinin kaybolması olarak yansır şiirlere. O yüzden Göle Yas şiirinde içindeki kuyudan seslenir Özmen. “Ses ver”, “El ver”, “Dal ver”, “Kök ver” diye yankılanır sözleri. Bu seslenişte birbirinin içine geçmiş anlamlar var. Dolayısıyla bu seslenişe iki kez bakmak gerekiyor. Gonca Özmen’in “Ses ver”, “Kök ver kök ver kök ver” demesi, kökü ve özü dilde bulmasıyla ilgilidir. Onun gerçek yurdu, kökü dildir. Sesinin yankısı sözün köküne inmeyi işaret ettiği gibi varlığını da işaret eder. Bu seslenişlerin, kuytudakileri ifşa etmeye yönelik bir çağrısı da vardır. Şiirin ilk dizesinde “Eski bir gölsem kuytuda” demesi bundan. Bu dize ve şiirin tamamı bir yüzleşmeyi de içinde barındırıyor. Ancak Özmen’in yüzleşmesi tamamlanma arzusuna da tekabül ediyor. Tamamlanmayı da olmak ve olmamak üzerinden pekiştiriyor. Olamamak, olmamak daha çok Özmen’in aşkla ilgili meselesinde öne çıkıyor. Mesela Gel-Git adlı şiirindeki “Bazen biri gelir / Biri gerçekten gelir / Dokunur bir olmamışlığa” dizesinde geçen olmamışlık, bağlanamamayı, süreklilik sağlayamamayı ifade eder. Aslında onun arzusu, bir elmanın iki yarısı olmaya değil, birken iki olmaya yöneliktir.

Diğer yandan, varlığını feda edecek bir tamamlanmaktan söz etmez Gonca Özmen. Hatta Ay şiirinde “Varlığınız armağan olmasın hiçbir şeylere” derken varoluşu önceler. Bazen “olmamayı”, bir “oluş” olarak ele alır. Kuşkusuz bu, bir itirazı içinde barındırır. Hayır dediklerimiz, itirazlarımız, reddettiklerimiz bizi biz yapan şeylerin başında gelmektedir. Dolayısıyla olmak fiili, bir yergiyi de beraberinde getirir. Bakraç şiirinde “İnandığınız o hayrete ne yapsam varmadım / Herkesler tamdı bir ben olmadım” dizeleri, bu dönemin yapısına, çok çabuk “bir şey” olduğunu sananlara yönelik bir eleştiri okudur.

Onun şiirinde “olmak” aynı zamanda genişlemek, açık alanlara çıkmak olarak da okunabilir. Kapalı alanlar, mesela “ev”, genişlik arzusuna ket vuran önemli engellerdir. Özmen’in “ev”le ilgili sorunsalının bir ucu da buraya uzanır. Onun genişlik arzusunu, özgürlük tutkusuyla değerlendirmek de gerek. (Belki bunda bir yörük kızı olmasının, bu genleri taşımasının da etkisi vardır. Elbette genlerinin izini sürmez ama göçebe bir ruhla dünyayı algılaması olası.) Çocukluğu ve ilk gençlik yılları taşrada geçen Gonca Özmen’in daha önceki kitaplarında sokağa taşan taşra sıkıntısı; daralma, kuytu, sessizlik olarak yer almıştı şiirlerinde. Daralma veya taşra sıkıntısı küçük şehirlerin, merkezden uzak olanların kimsesizliği, kenarda kalmışlığıyla da bağlantılı kuşkusuz. Bile İsteye’deki şiirlerde ise bu duygu bertaraf ediliyor, daralma yerini ferahlamaya bırakıyor. Ama o ferahlıkta da bir yabansılık kendini gösteriyor. Şiirinde sevgiliye “Bendeki taşra geniş odalara alışık değil” demesi hem ince bir ironiyi hem de kendindeki yabansılığı öne çıkarır. Tefenni’de doğanın koynunda büyümüş olmanın verdiği genişlik ve ferahlık hissi, şehir hayatındaki o geniş, konforlu evlerin yabancısı olmak şeklinde tezahür ediyor onda. O koca evler, doğanın kucağında büyümüş biri için küçücük bir dünyadır aslında. Dünya ve yaşam bir eve sığdırılmaya çalışılıyordur. Yabancılığı, yabansılığı bu düşünce yapısına yöneliktir. O yabansılıkta uzaklık da, mesafeler de vardır. Şiirlerinde çokça geçen “uzak” imgesi, “Olduğu yerde kalsın uzak - onu unut”, “Uzaklar çınlayıp durdu ben bekledim”, “Uzun uzak hatmilere baktım” dizelerindeki uzak vurgusu beklemeyi, bakmayı, bütünselliğe varmayı vurgular.

Bile İsteye, Gonca Özmen, 80 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2019.

Beklemenin, bakmanın zaman kavramıyla da bağlantısı vardır. Zincir adlı şiirinde “İnsana bakmaya selviler gerek - kökten / kutsalını indirip - tozlu - uzun uzadıya” dizelerinde, insana uzun uzun bakmanın, zamana bakmakla eşdeğer olduğunun altını çizer. Kök’ün “kutsal” ve “toz” kavramlarıyla ele alınması hem mahremiyete hem de geçmişe yönelik vurgudur. Heidegger’in “Dasein’in varlığını oluşturan şey zamansallıktır” sözünden yola çıkarak yorumlayabiliriz bunu. Zaman kavramı onun şiirlerinde olgunlaşmak ve yine “olmak”, “oldurmak”la ilişkili olarak ya da tüm oluşları gösteren bir araç olarak ele alınır. Aslında hepsi birbiri içine geçmiş ve birbirini tetikleyen anlamlarla donanır onun şiirinde. O yüzden anlam da çok katmanlıdır. Ve nihayetinde vardığımız nokta aşktır. “Sen yine beni bir yastıkta beklet // Elma bile zamanını bekler” dizelerinde olduğu gibi. Ve buna hazır olup olmadığını bekleyip görmek ister şair. Belki de şiirinde dediği gibi, “Hem zaman kimine gitmez”.

Ama bir başka şiirinde de “Yan yana durup bir dize olmuşluğumuz bile var” diyecektir. Aşk da bir oluş olduğuna göre, o oluşu da doğal olarak oldukları ve olamadıklarıyla birlikte, kendi tarihselliği içinde anlatır. Kısacası, zaman kavramı, insanın süreç içindeki varoluşunun olanaklarını gerçekleştirmek olarak yansır onun şiirlerine.

Gonca Özmen Bile İsteye’deki şiirlerinde bile isteye yaptım diyor ve bile isteye de anlatıyor her şeyi. O yüzden ağız imgesi de çokça geçiyor şiirlerinde. Ağız kimi zaman sustuklarını anlatmak olarak tezahür ediyor, kimi zaman da aşka giden, muhabbete, cilveye, kahkahaya ve elbette ki dirime giden önemli bir gösterge onun şiirinde. Ses veriyor Gonca Özmen bu bağlamda. “Dipten - sesi / Kederden - sesi / Ayazdan -sesi”yle diyerek, bir başka şiirinde söylediği gibi bizi bir tayın ıslak boynuna bırakıyor.