21. yüzyıl başlarında Türkiye nihayet aktif azınlık sultasından, cinnetinden kurtuluyor ve nihayet makul çoğunluk iktidara yürüyordu.
Kendilerini opinion makers; kamuoyu oluşturucu – kanaat önderi olarak konumlayan, epeydir gönüllü olarak bu role soyunanlar böyle diyordu 2002 baharında. Siyaset ve strateji kurdu Bahçeli sürpriz hamleyle erken seçim çağrısı yapmamıştı henüz. Ama kamuoyunun nabzını elinde tutan, nefes alışverişini an be an izleyen usta analistler, her şeyi görüyor ve kıvançla ilan ediyorlardı: Geliyor gelmekte olan…
Henüz ortada seçim havası olmasa da Nisan 2002’de usta vizyonerler – kanaat önderleri kamuoyu oluşturma görevlerini gönüllü olarak, büyük sorumlulukla yerine getiriyor ve haykırıyorlardı: ‘‘Artık makul çoğunluğun iktidara gelme zamanıdır...’’
Ya da başka bir deyişle aktif azınlık tahakkümünden kurtulma zamanı.
Çünkü neden? Aktif kamuoyu oluşturucuya kulak veriyoruz:
“1980 yılından beri Türkiye'nin başındaki en büyük dert, toplumdaki sayısı çok az olan aktif bir azınlığın Türkiye'nin kaderini çok olumsuz biçimde etkilemesiydi.”
Makul çoğunluğun kendini gösterip ağırlığını hissettirmesi, kanaat sahibi ve önderlerini de bilinçlendiriyor, aydınlanmalarını, zihinsel berraklaşmalarını sağlıyordu. Nitekim, kendi ifadesiyle eski sosyolog, aktif kamuoyu oluşturucu yukarıdaki saptamanın ardından, aktif azınlık nitelemesini değiştiriyor ve siyasal literatüre yeni bir kavram armağan ediyordu: “Ben bunlara ‘azgın azınlık’ diyorum.”
Bir vizyoner olarak kavramın nasıl iş göreceğini, müthiş kullanışlılığını biliyordu mutlaka.
Makul çoğunluğun belirmesi bu bilinç aydınlanmasını etkilemiştir elbette ama vizyoner kanaat önderleri, azgın azınlığı teşhis etme ve kendilerini onlardan ayırma yolunda 2000’lere gelinceye değin etkin, yoğun, sıkı eğitimlerden geçmişlerdi. Örneğin yine yukarıdaki saptamada 1980 miladı sizi yanıltmasın. “1980 yılından beri Türkiye'nin başındaki en büyük dert” derken 12 Eylül 1980 darbesi değil söz konusu olan.
… sayısı çok az ama aktif bir azınlığın Türkiye'nin kaderini çok olumsuz biçimde etkilemesi” derken darbeyi gerçekleştirenler, onları göreve çağıran yerli – yabancı iş çevreleri, kamuoyu oluşturucular değil Türkiye’nin başındaki en büyük dert!
Tam tersi; “1980 öncesinde eli silahlı 5 bin ülkücü ile 5 bin solcu ‘‘azgın azınlık’’ mensubu, ülkeyi Lübnan'a çevirmiş ve demokrasinin canına okumuştur.”
Nitekim aynı kanaat önderi bir yıl sonra Makul Çoğunluk Azgın Azınlığı Siliyor başlıklı yazısıyla 1980 miladını revize ediyordu: “Serinkanlı duruş, bana göre siyasi tarihimize ve günlük hayatımıza son 30 yıldır hakim olan ‘azgın azınlık’ tahakkümünü kırıyor.”
Makul çoğunluğa cool’luk yakışır, serinkanlı duruş.
KAPIKULU EĞİTİMİ
Ama 1980 miladı rastlantı değil. Yeni tür ve yeni kuşak kanaat önderlerinin eğitimlerinin miladı 12 Eylül.
Aktif azınlık darbe öncesi alışkanlıklarını 12 Eylül sonrasında da sürdürmeye çalışmıştı. Gazeteci kökenli, şair politikacı Bülent Ecevit’in Şubat 1981 – Mart 1982 tarihlerinde 50 sayı yayımladığı Arayış dergisi bu eski alışkanlık örneklerinden ilki olarak anılabilir. Ancak sıkı örgütlü aktif darbeciler eskiye izin vermemekte kararlıydı. Derginin 4 Nisan 1981 tarihli 6. Sayısı toplatıldı ve Ecevit’e yazı yasağı getirildi. Tabii kamuya açık konuşmasına da…
İki ay sonra, 6 Haziran’da 16. sayının kapağında Bülent Ecevit’in dergiye veda ettiği duyuruluyordu. “Milli Güvenlik Konseyi, 2 Haziran 1981 günü yayımlanan 52 numaralı kararla Bülent Ecevit'in Arayış'taki yazılarını ve görevini sürdürmesi yasaklamış olmaktadır.”
Yasağı delme girişimleri sonucu Aralık 1981’de tutuklanacaktı Ecevit.
Çünkü kanaat önderinin yorumuyla “Makul çoğunluk demokratik yoldan nizamı kuramayınca, bu makulü kurma görevi Silahlı Kuvvetler'e” düşmüştü.
Yasaklı, hapisli ilk eğitimi 1984’de “vatan haini” damgasıyla sürecekti. Eski alışkanlıkları depreşen akademisyen, sanatçı, yazar vb. aktif azınlıktan 1383 kişi harekete geçmiş, TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı’na bir dilekçe vermişlerdi: Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler…
Üstlerine vazifeymiş, kendilerine soran varmış gibi!
Sonradan Aydınlar Dilekçesi adını alacak bu girişim darbenin genelkurmay, dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren’i hayli öfkelendirmişti: “Biz çok aydın gördük, vatan hainliği yaptılar. Son Padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ben ne yapayım öyle aydını?”
***
Sonraları sıklıkla karşımıza çıkacak aydın müsveddeleri, vatan hainleri vb. söylemi 15 Mayıs 1984’den itibaren yeni kuşak kanaat önderi eğitiminin en klasik araçlarından biri olarak uygulamaya konuyordu. Yargı sopası dahil.
Askerlerin başlattığı eğitim 1980’lerin ikinci yarısından itibaren siviller tarafından sürdürülecektir. Türkiye darbenin ardından sivilleşiyor, demokratikleşiyor, dünyaya entegre oluyor, kabuğunu kırıyor, çağ atlıyordu… Temel eğitimi sıkıyönetim altında alan yeni kuşak kanaat önderlerinin “tabu kırıcı vizyoner” olarak alkışladığı Turgut Özal kendisine ve icraatlarına karşı çıkanlara yeni bir kimlik verecekti: Sol amigolar.
“Türkiye bugün ileri giden bir ülkedir,” diyordu Özal. “Bu gidişe rağmen sol amigolar, eski alışkanlıklarıyla bizi eleştiriyor.”
Çünkü neden? General cumhurbaşkanı Evren söylemedi mi: Vatan hainliklerinden!
Sol amigo etiketi, yeni kuşak kanaat önderi eğitiminin bağırıp çağırıp sopalamadan küçümseyip dışlama evresine geçişi işaret ediyordu. Azgın azınlığa daha var… Amigo olmayan vizyon sahibi alkışçılarını uçağına alarak, gece vakti telefonla arayarak yeni nesil eğitimine hız veren Özal, “Türkiye’ye 2.5 parti, 2.5 gazete yeter” diyerek vizyonunu da ortaya koyuyordu.
***
1980’lerden 2000’lere uzanan eğitim sürecinin tüm evrelerine ne yerimiz ve zamanımız el vermiyor.
Sıkı eğitimle yetişen yeni kuşak kanaat önderleri, iktidarlar kendilerinden talep etmese de, gönüllü hizmete koşma edinimini kazanmıştı 2000’lere gelindiğinde. Eski alışkanlıklarına ilişkin en küçük belirtiyi, göstergeyi büyük bir titizlikle değerlendirecek, onları hemen saptayıp etiketlendirecektir. Örneğin azgın azınlık tanımlaması ve konumlamasına kriz prototipleri, oportünist siyaset rantiyesi, istibdat, diktatörlük vb. eşlik edecektir.
NEREYE GİTTİ BU ENTELEKTÜELLER
Görüldüğü yerde başı ezildi azgın azınlığın. Bugün Yeni Şafak’ta sonuç niyetine okunabilecek bir yazı var: Entelektüel Cehalet.
“Türkiye’nin aydınları olmadı. Kapıkulları oldu bu ülkenin” diyor Yusuf Kaplan.
“Ülkenin yöneticilerine her fırsatta yalakalık yapan, temennâ çeken, yanlışlıkları hasıraltı eden, sadece kendi bencil çıkarlarını düşünen karakter yoksunu bir tip bu.”
1980’lerden 2000’lere yoğun eğitimin sonucu durum bu, evet.