Tarihe doğru sorular soranlar unutulmaz, yanlış cevaplar verseler de… Gorbaçov da tarihe doğru sorular sordu, yanlış cevaplar verdi. Bu zaten sosyalizm tarihinin (reel sosyalizm dersem daha doğru olacak) makus talihidir: Doğru sorular sormak, yanlış cevaplar vermek…
Arayanlar, arayışta olanlar, niyetinden kuşku duyulmuyorsa unutulmaz, iyi anılır. Sosyalizm tarihi bütün anti-komünist propagandaya rağmen bir buluşlar, arayışlar, buluşlar, arayışlar tarihidir… Hâlâ… Kazanmalar ve kaybetmeler tarihi… Ama kazanımlar değildir kaybedilenler… Kaybedilen her zaman insanlardır, kaybeden insanlık. Kazanımlar, tarihin yaygısına ince ince işlenir tığ kalemlerle bir kanaviçenin, goblenin dolambaçlı, dolaşık yolları gibi, hafızasına kazınır tarih öncesinin mağarasından (hâlâ) çıkmaya hazırlanan, çalışan, birkaç kez de mağaranın önüne çıkmaya cesaret eden (bu cesaret sosyalizmdir) insanlığın mağara duvarlarına çizdiği anı-resimler, anlatı-resimler gibi… Tarihe doğru sorular soranlar unutulmaz, yanlış cevaplarverseler de… Gorbaçov da tarihe doğru sorular sordu, yanlış cevaplar verdi. Bu zaten sosyalizm tarihinin (reel sosyalizm dersem daha doğru olacak) makus talihidir: Doğru sorular sormak, yanlış cevaplar vermek…
1992 yılında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasından sonra, sosyalist bloğun da yerinde artık yeller eser ve burjuva ideologlar kapitalizmin zaferini ve her baktıklarında korkuya kapıldıkları tarihin (tarih egemenler için korkutucudur) sonunu acul bir sevinçle müjdelerken, yine de umut, yine de sevgiyle Gorbaçov’a dair bir yazı yazdım. Filozof ve Çocuk başlıklı bu yazım, aynı yıl yayımlanan Şehrin Surlarındalar adlı kitabımda yeralmıştır. Evet, şehrin surlarındalar (hâlâ) diyerek, Gorbaçov’un 15 Temmuz 1987’de Gabriel Garcia Marquez ile yaptığı söyleşisindeki laflarından uzunca bir alıntı ile başlayan bu yazımı burada bir kez daha yayımlamak isterim. Gorbaçov’a veda bâbında… Bundan sonrası işte 30 yıl önce yazılmış yazımdır. (Değişiklik yapmadım. Tırnak içindeki italik metinler Gorbaçov’dandır.):
Filozof ve Çocuk
“Öyle sanıyorum ki Ekim Devriminden sonra yaşadığımız her günün kıymetini bilmek zorundayız. En kötü günler bile boşuna yaşanmış değildir. Tarihimiz bu günlerin tümünden oluşmaktadır. Sosyalizmin temelini atmış ve ilerlememizi olanaklı kılmış olan kuşaklara gerekli saygının gösterilmemesi düşünülebilir mi? Elbet yanlışlıklar, hatta trajediler olmuştur. Bence 1937 ve 1938 yıllarında olanları asla hoş göremeyiz ya da haklı gösteremeyiz, bunu yapmak hakkına da sahip değiliz. Asla! Bunun sorumluluğu, o zamanlar iktidarda olanlara aittir. Ama bu durum, bugün eriştiğimiz noktanın, bu sınavlardan geçmiş partinin ve halkın gerçekleştirmiş olduğu şeylerin önemini azaltmaz. 1937 ve 1938 yıllarının hangi sonuçlara yol açtığını, bu sonuçlar yüzünden parti kadrolarının, aydınların ve askeri kadroların ne gibi zararlara uğradıklarını biliyoruz. Verilen kayıplar ciddi ve büyük olmuştur. Ama bizler yine de bütün bunlar karşısında sosyalizmde, toplum düzenimizde direnebilmiş, Nazizme karşı savaş vermiş ve galip gelmiş büyük bir gücün var olduğunu görmekle yükümlüyüz. İşte bu nedenle 70. yıldönümümüzden, halkımızdan, bu halkın kahramanlıklarından ve tarihinden gururla söz etmemiz gerekir. Gerçek şudur ki, yaşamımızın her günüyle gurur duymaktayız. Ve bugüne kadar yaşamış olduğumuz her gün, güç bile olsa, bizim için değerlidir. Çünkü okulumuz tarihin okuludur ve aldığımız dersler tarihin bize öğrettikleridir. Bütün bunları hep birlikte yaşadık. Hepimiz Ekim Devriminin çocuklarıyız ve bugünkü toplumumuz, Ekim Devriminden sonraki yetmiş yıllık gelişmenin sonucudur. Bu bizim ortak varlığımızdır. İnsanlığın tarihinde bir dönüm noktasıdır ve yeni bir dünyaya açılan yoldur. Devrimimizden sonra yalnız ülkemizde değil, ama bütün dünyada pek çok şey değişti. Bunları bütünüyle kavramak, tek yanlı görüşlerin rehberliğinde ilerlemekten kaçınmak gerekir. Bu nedenle Ekim Devrimi üzerine, sosyalizm üzerine, kim olduğumuz, nereden geldiğimiz, devrim ve sosyalizmin gelişmesi sayesinde nelere eriştiğimiz üzerine yüksek sesle konuşmak istiyoruz. Tarihsel kökenler olmadan ulus olmaz. Köksüz ağaç kuruyup gider. Bütün bunlar sansasyona kaçılmaksızın, ciddi ve sorumluluk bilinciyle tartışılmaya başlanmıştır; bu konulardan ne öfkeyle ne de alayla söz edilebilir. Çünkü söz konusu olan, halkımızın yazgısıdır. Gazetecilerimiz, büyük devrimimiz konusunda neler anlatacaklarını, profesyonel devrimcileri, şairleri ve şimdi unutulmuş olanları nasıl anlatacaklarını düşünmektedirler. Bunu sorumluluk bilinciyle ve köklü bir biçimde, demokrasi ve açıklık anlayışıyla yapmaları gerekir.”
İki hikâye aktarmak istiyorum. Biri Alman edebiyatından. Gerd Gaiser’e ait. Bir motosiklet kazası oluyor. Motosikleti süren genç adam ölüyor. Motosiklette, genç adamın beline sarılarak arkasında giden genç kız yaralı. Yerde yatıyor. Bir sürü insan etrafında. Çember. Ambulansın çembere yanaşması bekleniyor. Çember doktor ve hastabakıcılar gelince yarılacak. Diğer üniformalılar da. Yaşlı bir kadın eylemsiz kalabalıktan kopuyor. Yere oturuyor. Kızın kanlı başını dizlerine koyuyor. Yavaşça kaldırıp. Mini eteği sıyrılınca iyice açılan bacaklarına bir örtü örtmelerini istiyor. Kızın, ceket, palto. Olayı izleyen yazar, kız hastaneye götürüldükten sonra, bir süre geçiyor, hastanedeki doktor arkadaşına gidip, kızın durumunu soruyor, ölmüş. Eğer yaşlı kadın beyin travması geçiren kızın başını hareket ettirmeseydi: Yaşayacak-tı. Yazar, niyetle anlamın pratikteki örtüşememe sorunları üzerinde düşünüyor.
Eyleme niyetle eylemin anlamının çelişik, asimetrik, anarmonik karşılaşması, hatta karşılaşmaması sol siyasetin global tarihinde neredeyse tarihin sürekliliğini sağlayan ana damar, ana dikiştir. İyi niyetle, insanlık tarihinin en iyi niyetli kuramlarından (teorilerinden) birinin manivelasından yola çıkan bu siyasetin anlamı, sık sık şiddet ve baskının kör kuyusunda yankısını yitirmiş, bürokrasi ve kapitalist kültürün duvarlarında ezilmiş, kendi enerjisiyle erimiş, eriyik koyu ve ağır akmıştır. Ağırlaşmış, başka yerlere akmıştır. Neredeyse kuram (teori) bir başka dünya için yazılmıştır da, pratik bu dünyadır. Kuram (teori) bir başka çağ içindir de, pratik şimdidir. Böylesine bir anakroni eyleme niyetle eylemin anlamı, kuramla (teori) pratik arasında.
Kapitalizmin, kapıdan kovsan bacadan girdiği delik deşik zihinlerin ve kültürlerin, sınır kapılarının dünyasında, para ve iktidarın birbiri için kullanıldığı demokrasilerin bu deliklerinden sızıp in olduğu günümüz siyasi coğrafyasında, çağdaş pratiğe çağdışı (çağüstü, çağilerisi) bir kuramın uygulanamamasından kaynaklanır anakroni. Oysa çağın dışında ne mutlu gülümsemeler, ne heyecanlar, ne oyunlar, ne dağlar vardır. Gelecekte.
Sosyalizmin sol siyaseti, Gorabaçov’la savunma durumundan çıkıp, hayatını yaşayan bir sosyalizme bütün iyi niyetiyle yöneldiğinde, bu şık atılımın anlamı anti-demokratik (anti-sosyalistdemokratik), baskıcı anlayışın labirentlerinde dönüp durdu önce, çarptığı kapitalist bloğun TV ekranlarında eriyip aktı. Ağır ağır. Anlam silindiğinde yetmiş yıllık bir çabanın aktörlerinin gözleriyle, bizim sessiz, anlam veremeyen gözlerimiz karşılaştılar. Çağdaşlar!
“Çünkü ülkemizi daha da güçlü kılabilmemiz, Sovyet halkının maddi ve manevi yaşamını nitelik açısından yeni bir düzeye yükseltebilmemiz ve bir toplum düzeni olarak yaratıcı etkisini dünyadaki gelişme üzerinde artırabilmemiz, ancak bu yolla (glasnost ve perestroika) olanaklıdır.” (Gorbaçov’un Marquez’le aynı söyleşisinden.)
İkinci hikâye Borges’ten. Bir tiyatro yazarı Nazi orduları Prag’a girdikten bir süre sonra tutuklanıyor. Kurşuna dizilecek. Ezberinde tamamlamak üzere olduğu bir yapıt var. Zamana ihtiyacı var. Zaman istiyor. Rüyasında tanrı ile bağlantı kuruyor. Yakarıyor, isteği tam kurşuna dizileceği sırada zamanın kendi dışında herkes için durmasıyla gerçekleşiyor. Bu arada geçen bir yılda yapıtını tamamlıyor.
Kapitalizmin seri söylem üretim fabrikalarının kirlettiği siyasi çevrede Gorbaçov’un diktiği çiçekler yeşeremeyecekti. Çünkü çağdaş politika etikle buluşamamış, iktidarla paranın, parayla iktidarın hedeflendiği bir dönemde siyaset tam tersine etiğin zararına çalışmaktadır. Ancak, siyasetin, insanlık tarihindeki gelişim ve deneylerin kazandırdığı bilgi ve bilinçle, evrensel değerlerle buluşması çiçeklerin yeşereceği bir çevreyi, etik gerektirdiği için politikayı, politetika’yı, (şiir, etik, politika) mümkün kılar. İki alan, siyaset ve bilgi-bilinç arasında aracılık (vermittlung) yapacak, iki alandan birinde değilken, birinden biri bulunmadığında, onun yerini tutacak (platzhalter) olansa felsefedir
Kapitalist siyasetçi, burjuva politikacısı ya da bu prototipin farklı konjonktürlerdeki yansımaları, sosyalist bloktaki türevleri felsefe yapmazlar. Para akışının rotasına programlı içgüdüsel bir siyasi eylemlilikleri vardır. Felsefe yaparlarsa, felsefeleri bir anti-felsefedir ve siyasetle bilgi-bilinç arasındaki etkileşimi engellemeye, bilgi-bilincin yerini bu anlamda tutmaya yarar. Burjuva felsefesi, bilgiyi susturur, bilinci köreltir.
Siyaseti etikle buluşturmaya, oyunu kurallarına göre oynamaya-oynamamaya çalışan Gorbaçov, kendi halkı da dahil olmak üzere, dünya siyaset seyircileri tarafından felsefeci olarak deşifre ve siyaset oyunundan diskalifiye edildi. Burjuva ve burjuva türevi siyasetçiler arasında mutabakat vardı. Bu çocuk oyunu değil ki.
Gorbaçov, Sosyal ve Siyasi Araştırmalar Vakfı’nda (enstitü) şimdi. Yapıtını tamamlayacak zamanı var. Çağdışına rötarlı gidilecek.
Ve Gorbaçov yine de kurşuna dizilecek. Uyandığınızda.
“Dürüst olalım; emir verme sisteminin uygulandığı, Parti mekanizmasının her şeyi kontrol ettiği zamanlarda, Parti komisyonunun ve Parti sekreterinin gerçek liderlik itibarına sahipliklerini ayırt etmek çok zordu ve bu itibarın bulunduğu sanılan otoriteye itaat etmek resmi kişilerce elzem görülürdü.” (Gorbaçov’un Marquez’le aynı söyleşisinden.)”