Karanlık fotoğraf. Pek göremiyorsunuzdur etrafı. Biz de göremiyorduk, biz göçmen işçiler ve kaçak. Gece TIR'ları yüklüyorduk. İllegal bir şeyler değil yüklediğimiz tam aksine show-gösteri malzemeleri. Herkese gösterilmek için ve satılmak için yapılmış bir şeyi ortadan kaldırıyorduk ama öldürücü bir şey bu. Çünkü ‘hızlı’ yapmamız gerek. Daha çok salon ve kamyon kirası ödememek için, hemen başka yere yetişmek, daha az işçi parası vermek ve sonra yeniden başımızı mesela mesai saatlerine yatırmak için.
-Enine değil boyuna kesiyor hız insanı sanki sapasağlam zannediyoruz kendimizi halbuki ruhumuz bile zerre - biliyoruz hızı biz, çok kişi öldürdü resmî bir güne adak adanmış havaalanı işçileri mesela...
Sonra ağır kalın bir taş Çeçen işçinin ayağını sıkıştırdı. Kalın bir mermer 20 cm en az kalınlığı, ortasında kalın bir demir var, iki kişi zor taşınıyor ki neler taşıyor iki kişi ve göçmen ve kaçak olunca daha da çok. Güçlü bir işçi Çeçen, muhtemel savaştan kaçtı. Sesini çıkarmıyordu pek ve bağırsa sesini duyurabileceği bir dili yoktu. Daha çok dilsiz olur göçmenler ya da küçük dil, biraz çalışacak ve satın alacak kadar...
- Avrupa'nın yeni alt proletarya panoraması Romanyalılar, Polonyalılar, Araplar, Kürtler, Çeçenler, tabii ki Afrikalılar, Pakistanlılar, Ekvatorlular, Bolivyalılar. Romantik bir enternasyonel çıkmıyor buradan. Mekandan her manada kopuş, kelimeleri köksüzleştiriyor. Başta çalışmanın bir mekanı ve zamanı yok. Mekan aynı olsa bile zaman bu mekanı parçalıyor. Geçici çalışmak, yevmiyeli ya da parça başı iş, taşeron taşeron üstüne belirsiz zamanlarda kullanılan mekan parçacıkları var ediyor o kadar. Çeçenin mekanı çıktığı savaş, Polonyalının mekanı sosyalizm bıkkınlığı, Rumeninki dinlediği Çavuşesku hikayeleri filan. Bazılarının şark köşeleri var mekanlarında, dinleri, belki bir 'satın alabilecekleri şeyler' listesi ve Avrupa’ya kaçabilmenin başarısı, ayrıcalığı! Etienne Balibar diyordu: Evrensel bir araya toplamaz böler.
Taş suçlu olmalı, çok ağır ve yerçekimi... Çiviler vardı bir de. Sağda solda parçalı tahtalar üzerinde batması muhakkak. Biraz önce yukarıda bir Rumen bir Polonyalıyı eziyordu. Kalın bir beton çiçekliğe sıkışıyordu son anda sıyrıldı. Çiçeklik o kadar şanslı değildi. Beton parçalandı. İçinde çiçek yoktu zaten. Kapitalizmin hiç suçu yok. Öyle desem solcu dersiniz bana.
Sabah 5.30'a doğru bitti iş. Yük taşıyan kamyonetlerden biri şehre götürecekti. Bir Ekvatorlu ve ben. Bacakta bir kaç kesik, morluk, parmaklarda daha çok tahta ve alüminyum kıymığı, henüz doğmayan güneş ve yorgunluk. Fena değildi yanı hiçbir şey.
- 'Ulus fikri' etrafında düğümlenmiş insan hakları topluluğu gibi modern bir siyasî topluluğu alırsanız, tam anlamıyla yabancı olanlar dışlandığı gibi, “hakiki milli olmayanlar” ya da faal yurttaşlığa elverişsiz olduğuna hükmedilenler de dışlanır. Kuşkusuz, sınırları yerinden oynatan bir itirazın konusudur bu. Kadınlar oy hakkına kavuşalı çok olmadı; işçiler ise hâlâ hakikaten seçilebilir değiller. Diyordu Balibar...
Polonyalı şoför ön kapıyı açtı. Doluydu içerisi. Bir yastık duruyordu yerde. Bir küçük tüp vardı yanında. Bir tencere, içinde salçalı makarna vardı. Var dediğim iki-üç tane kalmış. Onları vitesin altına sokuşturdu.
Sonra biz oturduk onların yerine. Göçmen ve kaçak işçiler. Bir Polonyalı, bir Ekvatorlu, bir ben... Hem parası iyi...