Görkem Yeltan: Önce barış düşlenmeli!
Görkem Yeltan, ilk filmi ‘Yemekteydik ve Karar Verdim’i nasıl çektiğini DUVAR'a anlattı. Yeltan, "Sansürün olmadığı bir dünya hayali kurmak ve devam etmek görevimiz" diye konuştu.
Görkem Yeltan, 2015 yılında yönetmenliğini yaptığı ‘Yemekteydik ve Karar Verdim’ filmi ile yerli ve yabancı festivallerde yarıştı, ses getirdi. Filmin senaryo ekibinde de yer alan Yeltan, geçmiş yıllarda İstanbul Uluslararası Film Festivali ‘En İyi Senaryo Ödülü’nü de kazandı. Yeltan bu özelliklerinin yanı sıra, bol ödüllü bir oyuncu, şarkı sözü ve kitap yazarı… Böylesi çok yönlü bir sanatçıyı, ilk filmi olan ‘Yemekteydik ve Karar Verdim’ ile ‘Yönetmenler İlk Filmlerini Anlatıyor!’ röportaj dizimiz kapsamında konuştuk.
Yemekteydik ve Karar Verdim filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu? Bugünden filminize baktığınızda, eksik ya da fazla olduğunu düşündüğünüz ya da hissettiğiniz bir bölüm var mı?
Henüz ikinci filmin çekimine başlamadığımız ve senaryo aşamasında olduğumuz için ilk filme mi daha fazla önem gösterdiğimi bilemiyorum ama benim için ilk kitabımla şimdiki arasında bu anlamda bir fark yok. Her hikaye kendine göre bir çalışma disiplini gerektiriyor. Her birinin beni heyecanlandırdığı düşünülürse, benim tespit ettiğim bir farklılık yok diyebilirim rahatlıkla.
Kaygılara gelince... Anlatmak istediğiniz dünya her zaman anlatmak istediğiniz o dünyadır. Ben, “Yemekteydik ve Karar Verdim” için düşündüğüm, hayal ettiğim, çalıştığım hemen her şeyi perdede görme fırsatını yakalayan şanslılardanım. Anlatmak istediğimiz bir hikayeydi. Sanat ve STK alanındaki çizgide debelenmemiştik hiç. Ne senaryoda ne de çekimde. Bir hikaye anlatırken karakterlere kendimizi bırakmaya, hikayeye teslim olmaya ve varoluşsal problemleri uzak tutarken bakış açılarındaki ve alt metinlerdeki yanlışlara uzanmamaya önem veriyorum. Tıpkı çocuk edebiyatı çerçevesi gibi. Çekime her anlamda hazır girdiğimiz için hayal ettiğimden fazla ya da eksik diyebileceğim bir dünya çıkarmadık ortaya. Ufak tefek kazalar ve sürprizlerse bize ait olan güzellikler olarak kaldı aklımda. Filmimizi en son Montreal Film Festivali’nde izledim. Görmek istediğim filmi gördüm yine. Alt okumaları bizimle paylaşan seyircimizle birlikte filmimizi izlemenin mutluluğunu yaşadım. Dile getirmek istediklerimizin tümü onların sözleriyle bize yeniden gelmiş oldu. Hem bu hem de ilk filmimizin bizi taşıdığı yerler bizim için büyük mutluluktu.
Etmem. Ben sanatın evrensel çizgisine inanır ve sanatı bu nedenle severim. Kategori işini bu alanda yol çizmek isteyenlere bırakmayı tercih ederim.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Bu kavramlardan uzak dururum. Ben istediğim hikayeleri anlatırım sanattaki üretim alanlarımdan her birinde. Öte yandan her şey politiktir, politik olan her şey de yoruma açıktır.
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
Böyle bir tercihimiz yok. Sinema serüvenimizi devam ettirmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.
Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?
Hikayelerimizi ortaya koyuyor, en uygun olanın üzerine yoğunlaşıyoruz. Ekip çalışmasıyla ilerliyoruz.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Bir ürünün ne zaman nereye ulaşacağını bilemeyiz. Pek çok edebi eser, döneminde az kişiye ulaşırken, çağımızda onların isimlerini bilmeyen yok gibi. Sanatın çekici ve göz kamaştırıcı büyülerinden biri de bu bana göre. Hikayelerimizi yazarken asla böyle şeylere kulak asmıyoruz. O zaman bizim hikayemizi değil de örneğin dönemin hikayesini, analizini yazmış oluruz. Bu bazılarına göre doğru olabilir ve benim bu bakış açısına da saygım sonsuzdur ancak bizim tuttuğumuz yol bu yol değil. Bugüne bakarak değerlendirmenin yanlış olduğunu tarih kanıtlamış zaten, söyleyecek pek bir şey yok. Yurttaş Kane buna çok doğru bir örnek bence.
Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı? Siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır?
Sanat, toplumsal duyarlıkları, günün yaşam biçimini, siyasi gerçekleri, olması gereken ile olmaması gereken arasındaki çizgileri ve daha pek çok olguyu, olayı gösterebilir, sezdirebilir. Bu anlamda okuma yapabilir estetik süje. Kararı verecek olan zaman olacaktır. Karar verilip, simgelere dönüşen pek çok eserin yaratıcısı bu amaçla yola koyulmamıştır. Bu karar verilerek yapılacak bir iş de değildir. Yaratıcı herhangi bir fikrin ya da görüşün kalemini temsil ettiğinde, yolunda gittiği akımın temsilcisi olacağından bile şüpheliyim ben.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Bağımsız olmak düşüncesi kendi özgürlüğünü sinemada korumakla özdeşleşiyor benim için. Ekonomik bir çerçeveye bağlı değil. İstenilen değil istediğim. Önerim, seçenekleri zorlamak ve düşünceyi zedelemeden sürprizleri değerlendirmek olabilir ancak.
Etkilendiğiniz yönetmenler var mı, varsa kimler? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Vardır. Çokça. Ancak sadece yönetmenler değil etkilendiklerim. Ressamlar, müzisyenler, yazarlar, şairler... Tanıma fırsatı bulduğum, bulamayacağım pek çok isim var. En beğendiğim yönetmenler manga yönetmenleri oluyor uzun zamandır. Takahata’nın Grave of The Fireflies filmi en beğendiğim filmlerden. Beğendiğim işlerin hiçbir sahnesini çekmek istemezdim. Sevdiğim yapıtlara dokunulmasını istemem.
Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?
Elbette güçlü bir ilişki. Sanatın her dalındaki bağı böyle görüyorum ben. Kimleri okumalı sorusunu pek sevmem ve biraz da yanlış bulurum yanlı cevapları çağırdığı için. Öte yandan bazı klasikleri okumadan yol almak tehlikelidir bence. Cervantes, Balzac, Dostoyevski... Herkes bambaşka dünyalara sahip. Kim hangi dünyanın içinde gezinmekten hoşlanıyorsa o dünyaları bulmalı bana kalırsa. Ben beni heyecanlandıracak, mutlu edecek, keyif aldığım dünyaları sanatın her alanında bulabiliyorsam ve onlara rahatlıkla ulaşabiliyorsam herkes rahatlıkla ulaşır. Hele internetin elimizin altında olduğu bu çağda. Picasso’nun dediği gibi: “Arayan bulur!”
Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?
Ben okulda sinema eğitimi almadım, filme gönül veren biriyim. Bu alanda ustalarımla, hocalarımla çalışma fırsatı yakaladım. Yazarlık üstüne de bir okul eğitimi almadım, çocuk kitapları yazıyorum. O alanda da ustalarım benden ellerini çekmedi. Pek çok yazar da yol göstericim oldu. Şarkı sözü yazmak ya da köşelerimde yazmak için de bu anlamda bir okul eğitimi almadım.
Sadece konservatuarda oyunculuk üzerine eğitim aldım. Okul eğitiminin faydalı bir araç olduğunu düşünürüm. Kullanabilenler için. Sanat eğitimi disiplini kolaylaştırabilir kendini geliştirme ve üretim anlamında ama sizin ne yapacağınızı gösteremez, gösterse bile sizin o ekolden kopacağınızı hesaba katar. Sinema okullarında verilen eğitimi yetersiz bulmam için herhangi bir neden yok. Elinizde öğrencilik yıllarında ulaşamayacağınız kamera, ışık, ve fazlaca deneme imkanı mevcut. Ne yapmak istediğinize siz karar vermelisiniz. O dönemi kendiniz için olumlu geçirdikten sonra neden okul eğitimi yeterli olmasın? Okul eğitimi sizin o mesleği yapmanızı ve o alanda iyi olmanızı garantileyemez. Bir hayat boyu alacağınız eğitimi o kadarcık kısa bir sürede hap yapıp, yutmanızı sağlayamaz.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime denir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Kendi ekibimizle çalışıyoruz ve yeni doğmuş bir film şirketiyiz. Yapımcı, gerçek anlamıyla filmin ortaya çıkması için yaratıcı alanlar dışındaki her alanın ve yaratıcı alanın ete kemiğe bürünmesinde gerekli her şeyi sağlayan bir konumu ifade ediyor benim kafamda ama bu anlamda bir yapımcıyla, gerçek anlamda işi yapımcı olan biriyle kendi projelerimiz için ne zaman buluşabiliriz bilemiyorum.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Sansür ve sanatın yan yana anılması bile can acıtıcı. Sansürün olmadığı bir dünya hayali kurmak ve devam etmek görevimiz. Sansür tavırla yok olacak bir kavram değil, toplumun her zerresinin bu bakışa varması gerekiyor. Düşünce özgürlüğünün, farlılıklara saygının, farlılıklarla bir arada yaşamın zaten olduğu, çocuğun da bir birey olduğunun kabul edilip eğitim, barınma, sağlık haklarının sağlandığı, kültürün değerinin farkına varan, barışın düşlendiği toplumlara varmak gerekiyor öncelikle.