Alpay Aksayar'ın 'Ve Sonrası' isimli sergisi, İstanbul Galatasaray'daki rh+ Artproject'te 8 Mart'a dek açık. Sergideki her üç bölüm de, aynı hikâyenin farklı parçalarını, bir yap-boz gibi önümüze bırakıyor. Eserler, karşımızda kendilerini önce yapıyor, daha sonra bozulup geri çekiliyor ve sizi kendi önyargılarınızla yüzleştiriyor.
Alpay Aksayar'ın 'Ve sonrası'nı merak edip, bize de kök söktürürcesine merak ettirdiği dördüncü kişisel sergisi açıldı. Etkinlik, önceki gün merhum sanat eleştirmeni ve editör, galeri direktörü Tevfik İhtiyar'ın oğlu Yiğit İhtiyar idaresindeki rh+ artproject'in İstanbul Galatasaray Cezayir Sokağı/Fransız geçidindeki Mateo Mrateviç Apartımanı'nda yer alan galerisinin üç bölüme ayrılan sergi mekânında ziyaretçilere sunuldu.
Başta, kendisinin affına sığınarak belirteyim; Aksayar'ın imgelerine hakim değildim. Halen, ressamın imgelerine savcılık da, avukatlık da yapmaya haddim olamaz. Ama sanatçının göz hapsine aldığı hayatla arasında ciddi bir varoluş davası olduğu kaçınılmaz.
2007 Marmara Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği bölümü mezunu sanatçının yapıtlarında, dondurulmuş, katı olanın nobran sahiciliğinin, ıslak, bitmez ve pıhtılaşmaz olanın yırtıcılığı ile iç içe geçtiği yaban, ağır bir yağlıboya doku/kokusu nefsime siniyor.
Kurumun verdiği bilgiye göre sergideki her üç bölüm de, aynı hikâyenin farklı parçalarını, bir yap-boz gibi önümüze bırakıyor. Gerçekten de resimler, karşımızda kendilerini önce yapıyor, daha sonra bozulup, geri çekiliyor ve sizi kendi önyargılarınızla yüzleştiriyor.
1986 İstanbul doğumlu ressam, üretimini halen yine buradaki atölyesinde sürdürüyor. 2008'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi resim dalı yüksek lisansına başlayan genç palet, aynı zamanda birçok edebiyat dergisine de görsel editörlük yapıyor, çizimleri ile katkıda bulunuyor.
Aksayar, resimlerini paletinde sabırla 'Ararken', ki bu yapıtlarından biri oluyor; coğrafyasızlıklarının, serbestliklerinin ayazı insanın gözlerini sırılsıklam eden bir hakikat yayıyor. Kimi kompozisyonlarında Nuri Bilge Ceylan'ın, söz gelimi 'Bir Zamanlar Anadolu'da' filminin tekinsiz ve samimi lezzeti salınıyor.
İtiraf tazeliğinde ve beklenmedikliğiyle ürettiği kompozisyonlarıyla Aksayar, karanlığı, kendi fikir evreninde aydınlığa doğru (veya yanlış ama bile isteye) giden bir enstrüman gibi, platonik biçimde kullanmayı başarıyor.
Melankoli, depresyon, tekinsizlik, kişinin kendini bile geride bırakıp, 'alıp başını gitme' özlemi, karanlık bir nehre kendini bırakır gibi özgürce, Aksayar'ın kâh sinematografik, kâh - evet - edebî görselliğinde, oradan oraya geziniyor.
Resimlerini birer davetiye gibi kullanan Aksayar, 'Ateş Yanarken' veya 'Ateş ve Etrafındakiler' gibi provokatif kompozisyonlarına izleyiciyi de içine çekici bir 'vertigo', bir yer çekimsizlik duygusu boşaltıyor. Öte yandan, 'öteki'nin tekinsizliği ve kendi tarafımızı kime, neye göre seçip seçmeyeceğimizin iki yüzlü tedirginliği de var; bu resimlerde. Keza, resmin bize ilk kez baktığı andaki o 'hız'ın sorgucu hali düşünülecek olursa, 'B Planı' gibi, bu topraklara hayli tanıdık, hırçın örnekler de galeride, tüm sinsiliği ve betimlemede müthiş başarılı olduğu 'cahil cesareti'yle pusu kuruyor.
Alpay Aksayar, resimleriyle bir silahşör cüretine sahip. Sizden, sahte vicdanınızı korumak adına gizlediğiniz çelik yeleği çıkararak bu resimlere aynı dobralık, utanmazlıkla bakmanızı bekliyor. Resmin ta gözüne bakmanın cüreti, Aksayar'ın talep ettiği... 'Bedel' veya 'Beraber Hüzün', ya da 'Kara Gece' veya 'O Akşam' gibi yapıtlarında, bu olabildiğince tecrübe ediliyor.
Pascal Bruckner'in 'Masumiyetin Ayartıcılığı', Jean Baudrillard'ın 'Kötülüğün Şeffaflığı' veya Emil Michel Cioran'ın 'Ezelî Mağlup' gibi felsefi - edebi zihinsel 'şarap'ları, bu sergideki resimlerde adeta kadeh kadeh, tüm kırmızı tonlarıyla, renk, koku ve harmanıyla yüreğinizi kor edip, tüm keyifli ekşiliğiyle sizi baştan çıkarıyor ve midenize oturuyor. Hani, güzel bir şarabı koklarsınız ya; bu resimleri de gözlerinizle koklamanız, işten bile değil.
Gözaltına alınmış bu dünyaya şahadetin kibirli suç ortaklığı, önünüzdeki insani veya sosyal manzaralara tahammülün sınırları, Aksayar'ın tahayyülünde süzdüğü bu yarı - fantastik, yarı ibretlik çalışmalara ezeli müddette mesele oluyor.
Asıl mesele, bu ortak suça ne kadar iştirak edebildiğimizde dedirten Aksayar'ın çağrısı açık.
Sonrasında kimin, neye şahit yazıldığı. Bu da insanda, yaşama bakma ve onu ister sevgiliniz, isterse 'sevgisiz'iniz olsun, her daim 'öteki'ne çırılçıplak telaffuz etme cesareti gerektiriyor.
Bu yap-boz, bu duruşma, tek başına çekilmiyor.
Yoksa, 'Yanıyorken Şehir', sen neredesin diyen, 'Yıkıntı'yı ta gözümüzün içine döken genç ressamın davası hep ileri bir tarihe kalacak.