Gözetim toplumu mu dediniz?

Biz zaten uzun zamandır ağır bir gözetim toplumu koşullarında yaşamıyor muyuz? Zaten cep telefonları sinyallerimizden anbean nerede olduğumuz bilinmiyor mu ve sinyal çakışmaları üzerinden aynı ortamda kimlerin olduğu da?

Abone ol

 Mahmut Üstün

“Evet, fırtına dinecek, insanlık yok olmayacak, çoğumuz hayatta kalacağız ancak bu süreçten sonra farklı bir dünyaya uyanacağız. Kısa vadeli acil durum önlemleri hayatın değişmez bir parçası haline gelecek. Acil durumların doğası gereği her kriz doğal tarihi süreci hızlandırır. Normal şartlar altında alınması yıllar sürecek tartışmaların sonucuna bağlı olan kararlar böyle durumlarda saatler içinde yürürlüğe konulur. Henüz çok yeni ve hatta tehlikeli teknolojiler hayata geçirilir zira hiçbir şey yapmadan beklemenin oluşturacağı riskler daha büyüktür. Koca koca ülkeler büyük ölçekli sosyal deneylerin kobay faresi haline gelir.” (Harari, “Korona virüsünden sonra dünya”)

Agamben’in pandemi ile denetim-gözetim toplumu arasında kurduğu çok katı ve hayli komplovari sebep sonuç ilişkisini "Devlet kapasitesi mi dediniz?" başlıklı yazıda ayrıntısıyla ele almıştım. Bu yazıda ise pandeminin gözetim toplumunun pekiştirilmesi sonucunu doğuracağını ileri süren başka görüşleri ele alacağım. Bu tartışmacılar Agamben gibi pandemi olayını bir komplo-kurgu olarak değerlendirmiyorlar ve fakat devletlerce bu yönde bir fırsat olarak kullanılacağını düşünüyorlar. Bu önemli farka karşın tartışmacıların pek çoğundaki ağır distopik hava yine de Agemben’e yalnız olmadığını hissettirecek düzeyde. Bu yaklaşımların ortak noktası da Agamben gibi süreci bütün iç dinamikleriyle ve çok denklemli olarak ele almak yerine basit bir nedensellik içerisinde ele almalarıdır. Yani “gözetim toplumu daha da pekişecektir”  öngörüsünden ziyade bu öngörünün hangi bağlama oturtulduğu ve daha da önemlisi de yöntemsel yaklaşımlarıdır.

TEMEL İDDİALAR ŞU ŞEKİLDE...

Sokağa çıkma yasağı dahil toplum üzerinde her türlü yasakçı uygulamaları meşrulaştıran pandemi döneminden geriye gözetim toplumunun koyulaşmış biçimi miras kalacaktır… Çin'de kullanılan yüz tanıma-vücut ısısı ölçme özellikli sokak kameralarının pandemiyle mücadeleyi kolaylaştırmış olması bu tür kameraların dünya üzerinde yaygınlaşmasına yol açacaktır… Karantina dönemindeki ev merkezli ve toplumdan yalıtık eğitim, çalışma ve yaşam şekli karantina sonrası iş, eğitim ve yaşam şekillerini de değiştirecektir… Üstelik, pandemi-bulaşı vb. korkusunun bireylerde yarattığı güvenlik talebi nedeniyle bu gelişme bir toplumsal rızaya da dayandırılacaktır.

Mantıklı mı? Mantıklı… Ama çok da tartışmalı…

KARŞI DİNAMİKLER BU ANALİZLERDE NİYE YOK?

Salgın ortamının yarattığı güvenlik ihtiyacının gözetim toplumunun derinleştirilmesine yol açacağı öngörüsü, bugünden bakıldığında olasılıkların en güçlüsü gibi gözükse de yine de muhtemel senaryolardan yalnızca birisidir. Bu iddianın kesin raddesinde bir olasılık olarak gösterilmesi için çok daha güçlü argümanlara ihtiyaç vardır. Sahi nereden çıkarılmaktadır bu sonuç? Aynı olguların, iddianın tam tersi bir sonuç çıkarması da pekâlâ mümkün değil mi?

Böyle bir sonuç için yalnızca salgının varlığı yeterli midir? Toplumsal rızanın üretilmesi için devletlerin salgından bir başarı hikayesiyle çıkması gerekmiyor mu? Yine salgın tehdidinin süresi önemli değil midir? Uzun sürmesi halinde bu sürecin ağır ekonomik ve siyasi faturaları olmayacak m? Bu ağır faturalar da devlet otoritelerinin çok daha tartışmalı hale gelmesine yol açmayacak mı? Ya da bu süreçte evden çalışma, evden eğitim vb.'yi deneyimleyen toplum için bu tecrit dönemi yine beklenenin aksine kolektif çalışma ve kolektif eğitim ortamının vazgeçilmezliğini kavrama ve daha bir bilinçle sahip çıkma eğilimi de yaratamaz mı? Ve hepsinden önemlisi salgın döneminde sokağa çıkmak zorunda kalan çok ciddi bir nüfus parçası bu analizlerin büyük ölçüde es geçtiği bir dinamik… Siyasal gelişmelerin alacağı şekillere etki yapabilecek kritik bir potansiyel güce sahip olan bu kesimlerin olası reaksiyonları ne olacaktır? Farklı sınıf ve toplumsal kesimlerin bu süreçte alacağı tepkiler ne kadar özdeştir ya da farklıdır? Diyelim ki haklı çıktılar (ki bu mümkündür); bu yeni gelişmeler salgın sonrası yaşamımızda öncekine göre ne kadar yeni ve ne kadar büyük bir değişiklik olacak ki?

Tartışmaların pek çoğunda bu soruların sorulmadığı ve neden sonuç ilişkisi bağlamında pek kolay ve pek doğrusal bir ilişki kurulduğu görülüyor.

GÖZETİM TOPLUMU ZATEN ZİRVEDE DEĞİL Mİ?

Tam da burada şu basit soruyu sormak gerekiyor: Biz zaten uzun zamandır ağır bir gözetim toplumu koşullarında yaşamıyor muyuz? Zaten cep telefonları sinyallerimizden anbean nerede olduğumuz bilinmiyor mu ve sinyal çakışmaları üzerinden aynı ortamda kimlerin olduğu da?

Bırakalım gelişmiş kapitalist devletleri, Kavala davasında bu tür bir sinyal çakışmasının iddianamenin ana kanıtlarından biri olduğunu hatırlayacak olursak, gözetim toplumunun Türkiye gibi ülkelerde bile önemli ölçüde yerleşmiş olduğunu anlayabiliriz. Yine kredi kartları kullanımı üzerinden herkesin nerelerden ne aldığını saptamanın da kolay olduğunu biliyoruz. Ve bizi gözetlemekte, her dakikamızı kayıt altına almakta kullanılan bu teknolojik araçları büyük bir keyif ile kullanıyoruz. Bilgisayar kullanımı, sosyal medya hesapları, arama motorları vb. hakeza; denetim-gözetim toplumu bakımından tüm bu çok kullanışlı araçlar, zaten koyu bir denetim-gözetim siteminde yaşadığımızı ortaya koymuyor mu?

Kuşkusuz denetim-gözetim devletinin yüz tanıyan hatta vücut ısısını bile ölçen sokak kameraları ile pekiştirilmesi daha da endişe vericidir ama niteliksel bir sonuç doğuracak önemde yeni bir durum da değildir.

GÖZETİM TOPLUMU VE TEKNOLOJİK DETERMİNİZM...

Tartışmadaki bir diğer önemli iddia özellikle yapay zeka alanındaki teknolojik gelişmelerin ürünü bu tür denetim-gözetim teknikleri ile toplumsal muhalefet odakları üzerinde neredeyse mutlak bir denetim kurulacağıdır.

Eskilerde, sınıfsallıktan, toplum ve devlet biçimlerinden azade olarak teknolojik gelişim ile insanların refahı ve özgürlüğü arasında doğrusal bir nedensellik kurmak pek revaçtaydı. Bu günlerde ise bizim önümüze yeni tür ve örtülü bir teknolojik determinizm getirilmektedir. “Örtülü” dememin sebebi, bu yaklaşımlarda teknolojinin, devlet ve/ya sermaye ile bağlantısı içinde ele alınmakta olmasıdır. Fakat sorun şurada ki; devlet-sermaye-teknoloji bileşimi bu yaklaşımlarda kadiri mutlak bir güç gibi ele alınırken, halk katmanları bariz biçimde etkisiz eleman olarak, sadece maruz bırakılanlar olarak görülmektedir.

Bu tür teknolojik gelişmelerin devlete ve egemen sınıflara sağladığı büyük avantaj konusunda bir şüphe yok. Ama hırsızlığı engellemek için alınan teknolojik önlemler hırsızlar tarafından karşı taktiklerle nasıl aşılabiliyor, alınan tüm teknolojik önlemlere karşın hırsızlık vakalarında bir azalma olmuyorsa, halk katmanlarının da gözetim devletinin teknolojik alt yapısını boşa düşürecek hatta tersine çevirecek taktikler genleştirebilme olasılığı vardır. Yakın dönemin tüm önemli kitlesel eylemlerinde -bizdeki Gezi Direnişi ve Metal Fırtına denilen işçi eylemlerinde de- bu araçların kitlesel direnişleri engelleyemediğini ve hatta hızla yaygınlaşmasına yol açabildiğini görmedik mi?

BİZE SÖYLENENLER VE BİZDEN SAKLANANLAR...

Bu makalenin amacı pandeminin gözetim toplumunu pekiştireceği iddiasına bir karşıt tez ileri sürmek değildir. Ben de pandeminin devletlerin bu yöndeki adımlarını kolaylaştırabileceğini düşünenlerdenim. Yine de pozisyonumun kalın bir çizgi ile ayrıldığını düşünüyorum.

Üç nedenle; birincisi, bu olasılık şu an itibariyle daha güçlü görünse de tartışmacılar tarafından önemsizleştirilen ve hatta yok sayılan karşıt dinamiklerin sürecin farklı seyretmesine yol açabilecek bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum; ikincisi, tartışmacıların büyük çoğunluğu pandemi sonrası oluşacak anti demokratik yapılanmaları çok belirleyici ve uzun dönemi şekillendirecek bir etken olarak görürken, ben belirleyici önemde bir değişiklik yaratacağı görüşe katılmıyorum. Üçüncü olarak; tartışmacıların gözetim devleti konusunda hep geleceğe referansla konuşmalarının bu alanda bugün zaten gelinmiş olan düzeyi önemsizleştirdiği kanaatindeyim. Bunun önemi ise şuradadır: Bugün gözetim toplumu zaten ileri derecede kurumsallaşmışsa bu, ağırlıkla liberal demokrasi koşulları altında vuku bulmuştur. Bu da tartışmacıların 'gözetim devletine karşı liberal demokrasiye sahip çıkılmalı' argümanlarını anlamsızlaştırmaktadır.

Ayrım çizgisini belirleyen ikinci yan ise tartışmacıların karşıt dinamikleri önemsizleştirerek, hatta yok sayarak tek belirleyenli bir süreç analizi yapmalarıdır. Haklı olarak şöyle bir itiraz gelebilecektir: Karşıt dinamikler zaten çok güçsüz, dağınık ve örgütsüz değil mi? Bu itirazlara genel bir teorik doğru olarak itirazım yok; ama sürecin dinamiklerini analiz ettiğimizde bu itirazların teorik haklılıklarını zayıflatan pek çok veri olduğunu düşünüyorum. İyi niyetli ama eksikli bulduğum bu itirazları başka bir yazıya bırakalım. Fakat eleştiri konusu analizlerin karşıt dinamikleri zayıf buldukları için gözetmedikleri iddiası çok yanıltıcıdır. Bu analizlerin sola-sosyalizme yönelik dinamikleri otoriterlik-popülizm torbasının bir elemanı olarak gördükleri apaçık ortadadır. Analizlerini sol ve sağ, kapitalizm ve sosyalizm, neoliberalizm ve sosyal devlet gibi ikilikler yerine ısrarla otoriterlik-popülizm ve liberal demokrasi ikiliği üzerinde inşa etmeleri de doğrudan bu yaklaşımın bir göstergesidir.

Son olarak; bu yaklaşımların bir başka yöntemsel çıkmazı da, kaçınılmaz biçimde bizim önümüze bir distopya ile çıkmalarıdır. Zira liberal demokrasinin kriz içinde olduğu, ciddi itibar kaybına uğradığı bugün, liberal demokrasiye çağrının başkaca yöntemi de kalmamıştır. Tartışmacıların yüksek tonla söylediği şudur: “Ya liberal demokrasi ya distopya” …

İşin en kritik ve ironik yanı ise “sol” analizlerinden aynı yöntemsel ve kavramsal hapishane içine sıkışıp kalmaları, karşıt sınıfsal, toplumsal ve siyasal dinamikleri benzer biçimde etkisiz eleman kabul etmeleri, aynı distopik karakteri taşımaları ve bizi eni sonu liberal demokrasi sınırlarına sadakate çağırmalarıdır.

Oysa olması gereken tam tersi değil midir?