Bir dolmuş yolculuğunda, Kızıltepe’yle Mardin arasında, İstasyon’u geçtikten hemen sonra, hatta tam da rayların üzerinden geçme üzereyken radyoda bir türkü çalmıştı. Bir kadın söylüyordu, yıllarca sadece ufacık bir kısmını hatırlayıp kendi kendime söyledim. Ama o an, tam rayların üzerinden geçeceğimiz o an, o dolmuşta çalan türkü benim için çok mühim oluvermişti.
gazeteduvar.com.tr’nin bir güzelliği de, bir yazıda atıf yapacaksan çok uzağa gitmek zorunda kalmamak. Kimi yazılarımda İrfan Aktan’a, Selim Temo’ya doğrudan bu mecradan, bu mecrada yazdıkları yazılara referans verdim. Cem Erciyes’i de merakla takip ediyorum ve “Radyomanım hacıbaba” yazısını çok severek okudum. O da yazısının başında, gene bu mecradan, Murat Meriç’ten referansla başlamıştı. Ve “Ertuğrul Özkök ise Hürriyet’teki köşesinde sormuş: Hâlâ TRT’den müzik dinleyen kaldı mı? diye. Evet var, biri de benim. Sıkı bir radyo ve TRT 3 dinleyicisiyim.” Ben de sıkı bir TRT Türkü dinleyicisiyim ve kimi zaman anonslardan, uzun konuşmalardan, tekrar eden icralardan çok sıkılsam da bu dinleyicilik mesaisini saadetle icra ediyorum. Hiç “Shazam’lamıyorum” da, çok merak ettiğim bir şey olursa aklımda tutmaya, onu tesadüfen bulmaya çalışıyorum –“eski zamanlardaki” gibi.
Çocukluğumun yerel fenomenlerinden biriydi “kaset doldurmak”. 45’lik, 60’lık ve 90’lık kasetlere tahminî şarkı adediyle liste yapılır, kasetçiye verilir, kasetçinin maharetine ve arşivine göre birkaç gün içinde kaset tamamlanır; heyecanla alır eve koşarsın, daha Walkman falan yoktur. Kimi zaman bir şarkıyı bulamamıştır kasetçi, onun yerine kendi tercihiyle başka şey koyar. Ama raconu bellidir, o şarkının icracısının başka bir şarkısı konur genelde. Olur a icracının hiçbir şeyine ulaşılamamıştır, o zaman da o janrdan başka bir müzisyenin şarkısı ikame edilir. O kısımda büyük sürprizler olabilir mesela. Kasetçi, yeni birini tanıtabilir inisiyatif kullanarak, şapkan uçabilir, o müzisyen bir anda hayatının en büyük heyecanı olabilir.
Bir dolmuş yolculuğunda, Kızıltepe’yle Mardin arasında, İstasyon’u geçtikten hemen sonra, hatta tam da rayların üzerinden geçme üzereyken radyoda bir türkü çalmıştı. Bir kadın söylüyordu, yıllarca sadece ufacık bir kısmını hatırlayıp kendi kendime söyledim. Birkaç kişiye de sordum, ne Google var ne başka şey, onlar da bilmiyordu, peşini bıraktım. Ama o an, tam rayların üzerinden geçeceğimiz o an, o dolmuşta çalan türkü benim için çok mühim oluvermişti. Türküye ulaşamamak, kimin söylediğini bilmemek, sözlerinin devamını çok uzun yıllar öğrenememek de güzeldi. İtalik güzel, hatta. Güzel.
O türkü “Küstürdüm Barışamam”; söyleyeni hiçbir zaman bilemedim. Aklımda kalan kısmı ise “yuvasız kuşlar gibi kalmışam perakende” kısmıydı. Sonradan epey icracıdan dinledim, bazılarını çok da sevdim. Ama o ânı, o ânın biricikliğini hiç unutmadım. Velakin, bu biricikliğin yerini şimdi listeler, öneriler, her teknolojik aletten ulaşılan müzikler aldı. Şikâyetçi değilim asla ve evet, radyomanım. Başlığa çektiğim Celal Sezer’i de tesadüfen keşfettim Youtube isimli arkadaşımızın yaptığı şu “çalmaya devam et” butonu açıktı ve tarayıcının sekmesi Youtube’da değildi, arkadan kendi kendine çalıyordu muzika. Türkü başladı, içimden o raylara varmak üzereykenki ruh hali, o biriciklik geçti ama artık 2018 olduğundan söyleyenin kim olduğunu hemen öğrendim ve hatta izledim. Celal Sezer’di bu isim ve türkü de “İsfahan’da Han İşlerim” isimli şahane Elazığ türküsüydü. Sezer’e bağlamasıyla eşlik eden müzisyen ise Ahmet Gökhan Coşkun’du. Meğer Sezer’in gözleri görmüyordu. Kayıt 2015’e aitti, Tını Stüdyolarında kaydedilmişti, Ankara’da icra edilmişti. Bu türküyü dinledikten sonrası tufan. Başladım Celal Sezer dinlemeye ve mümkün mertebe eşe dosta, hısım arkadaşa dinletmeye. Neydi o reklamın sloganı, sevgi paylaştıkça büyür mü? Bu, hayranlığın paylaşılması daha çok. Paylaşmak kelimesini de elimizden aldılar ya, neyse.
Celal Sezer, 1974 Ordu doğumlu. Ordu doğumlu olduğunu okumasam, Harputlu yahut Diyarbakırlı, hatta Urfalı olduğuna yemin edebilirdim. Tavrı bu kadar içselleştirmiş, bu kadar kendinin kılmış bir müzisyen, nasıl müthiş. Adı da Celal olduğundan, zihnim hemen, kendiliğinden Celal Güzelses’e ulamıştı özgeçmişine bakana dek. Daha ilkokuldayken başlıyor müzikle alaka ve Rıdvan Çıracıoğlu’ndan temel müzik bilgileri eğitiminin yanı sıra halk müziği repertuvarı konusunda eğitim alıyor. ODTÜ’lü oluyor ve meşhur THBT’ye (Türk Halk Bilimi Topluluğu) katılıyor. 2004’te TRT’ye giriyor ve bağlama sanatçısı Mehmet Üçer’le tanışıyor, bu tanışıklık onu oldukça besliyor. Başlarda ağırlıklı olarak zeybek söylerken, sonradan Doğu tavrına, Diyarbakır’a, Elazığ’a, Urfa’ya da yaklaşıyor. Albümlerde ve projelerde yer alıyor, 2009’da solo albümü “Felek Bahane” çıkıyor.
Ankara’da yaşamasına hiç şaşırmadım. Bu şaşırmamanın sebebini bilmiyorum. Hoşuma da gidiyor bilmemek. Ama Ankara’da yaşamasına hiç şaşırmadım. Sanki İstanbul’da olmamalıydı. Ulus’u seviyor olmalı. Görmediği Ulus’u.
Hafız Burhan’la Celal Güzelses’in aritmetik ortası adeta. Hafız Burhan’dan temellük edilen hafıza ile Güzelses’ten devralınan nida. Rüya sesi gibi. İcra etmek sadece gırtlak işi midir? Kavgada yumruk sayılır mı?
Günlerdir neredeyse sadece Celal Sezer dinliyorum. Ama bugün dinlediğim bir kayıt, Youtube isimli arkadaşa henüz yüklenmiş “Ah Öleyim Vah Öleyim”i dinleyince emin oldum. Celal Sezer’in dehasına yaraşır bir yazı yazmak isterdim ama ancak dinleyip bunları söyleyebildim. Affetsin.
Allah eyvallah.
Not numara 1: Cumhuriyet’in haberi söylüyor. Başakşehir’de bir inşaat firması taşerona uyarı yazısını yolluyor: “Şantiyede çalışan personelin farklı bir lisanla konuşulmasından diğer taşeronların ve firma personelleri dahil olmak üzere tüm çalışanları rahatsız etmektedir.”
Farklı lisan. “Olmayan dil”den iyidir sanki.
Not numara 2: Eyüp Tosun’un Tefrika Yayınları’ndan Kör Islık isimli ilk öykü kitabı çıktı. Şahane haber.