İtiraf edin… Bir şeyi çok seviyorsanız, onu herkesin çok sevdiğini düşünüyorsunuz. Zaten o kadar güzel bir şeyi kim sevmez değil mi? Sevmeyen varsa, büyük olasılıkla onda bir arıza, bir gariplik vardır. Normal değildir. Belki de insan değildir.
Mesela, zeytin. Hayatımın büyük bir bölümünü, insanlara neden zeytin sevmediğimi anlatarak geçirmiş olabilirim. Zeytin yahu! Sevilmez mi? Hiç mi sevmiyorum? E kahvaltıda ne yiyorum? Yazık. İnanılmaz yani. Zeytin yahu zeytin!
Bu durum, benim kedi sevmeyenleri bir türlü anlayamamam gibi bir şey. Kocaman insanların, minicik kediyi görünce havalara zıplaması ve ortamı terk etmesi nasıl açıklanabilir? Kime, ne zararı olabilir bu kadar muhterem bir hayvanın?
Arkadaşlarınızla sinemaya gittiğinizi düşünün. Film nefis. Konu güzel, senaryo güzel, kurgu şahane, Meryl Streep her zamanki gibi mükemmel oynuyor filan. Büyülenerek çıkıyorsunuz. Tabii, arkadaşlarınız da bayılmış sizin gibi.
Sonra, bir tanesinin yeni tanıştığınız “değişik” sevgilisi, “Ben filmi pek beğenmedim.” diyor. Beğenmemiş. Zaman duruyor. Herkes şokta. Önce bütün gözler, sırayla devriliyor. Sonra, arkadaşa dönülüyor ve “Yol yakınken, hemen ayrıl!” bakışı atılıyor.
Biz neyi seviyorsak, neye inanıyorsak, nasıl davranıyorsak, ne yapıyorsak, başkalarının da bizim gibi olduğunu düşünme eğilimindey(miş)iz. Bu bizim gibi olan insanların sayısını tahmin ederken, abartıyormuşuz bazen. Konu zeytinler olabilir, filmler, büyük resimler, küçük insanlar, adalet, siyaset olabilir. Fark etmiyor.
Psikolojide, bunun bir adı var: “False Consensus Effect”. Türkçe'ye, “Yanlış Fikir Birliği” olarak çevrilmiş.
(Ben bu çeviriyi tercih ettim. “Sahte konsensüs yanlılığı”, “yanlış uzlaşı etkisi”, “hatalı ortaklık etkisi”, “uzlaşı yanılgısı” gibi tam olarak ne demek istediğini anlayamadığım, başka havalı çeviriler de var ama konunun uzmanı olmadığımdan, “uzlaşı” gibi kelimeler kullandığımda fenalaşıyorum.)
Halk diliyle söylersek; “Gayet doğru, iyi, güzel şeyler düşündüğüm için, şu âlemdeki insanların çoğu da benim gibi düşünüyor olsa gerek.” deme hali.
Niye böyle diyoruz? Niye bazen göz göre göre, yanılgılar denizinde boğuluyoruz? Kör kuyularda merdivensiz dolanıyoruz?
Ailemiz ve canım arkadaşlarımız her zaman bizim gibi düşünüyor çünkü. Birlikte çalıştığımız insanların çoğu da bizim gibi düşünüyor. Okuduğumuz gazete bizim gibi düşünüyor. Sevdiğimiz yazarlar, şarkıcılar, oyuncular bizim gibi düşünüyor. Genelde kendi kafamızdan kişileri takip ettiğimiz için, sosyal medya bizim gibi düşünüyor. Neredeyse herkes bizim gibi düşünüyor işte.
İşte tam bu noktada, havaya giriliyor. Bir rehavet, bir tatlı huzur başlıyor. Tamam, “yanlış” düşünenler, “yanlış” yapanlar da olduğunu biliyoruz ama (artık bize kaderimizin bir oyunu mu yoksa beynimizin bir oyunu mu bilmiyorum) çoğunluğun “yanlış” olmadığını sanıyoruz.
Gözlerimizi kapatıp, kendimizi rehavetin esintisine bırakıyor, hamakta bir o yana, bir bu yana sallanıyoruz. Oh, ne güzel.
Bir süre geçiyor, gözlerimizi bir açıyoruz ki, neler olmuş neler. Sonra gelsin çok şaşırmalar, bozulmalar, delirmeler; gitsin bunalımlar... Öyle beklenmedik bir şekilde bozguna uğruyoruz ki, ayağa kalkmamız da çok zor oluyor o zaman.
Peki ne yapalım?
Uyumayalım. Gözlerimizi hiç kapatmayalım. Mesela, bu aralar bir konuda “tercih” yapacaksak, gözümüz açık yapalım. Herkese bakalım, her şeyi iyice görelim. Gözümüz hep açık olursa, bizim gibi düşünmeyenlerin düşünceleri, bizi derin düşüncelere gark etmez sonra.