Saat gecenin ve gündüzün kaçı bilmiyorum.
Sevgili üstatlarım, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu'ndan tuzlu yanak damlalarıyla işittiğim, Sivas türküsü, Nurettin Güler sözleriyle, şunu söylüyor:
"Yüce dağ başında yanar bir ışık
Düşmüşem derdine, olmuşam âşık
Ağ buğday benizli, zülfü dolaşık,
Dividim, kalemim, yazarım,
Böyle bir yavrunun kalemi var bende... Yar bende, oy bende,
Aha ben gidiyom, sen (hemen) ağla,
Dön ağla, yar ağla
Yüce dağ başından indiremedim
Yönünü yönüme döndüremedim
Bir güzelin aklın kandıramadım
Dividim, kalemim, yazarım
Yar bende oy bende
Aha ben gidiyom sen (hemen) ağla
Dön ağla yar ağla..."
Şimdi bu metnin, çağdaş sanatla ilgisi ne diyenler çıkabilir. Hakları var... Anlatayım...
Birkaç gün önce, İstanbul Dolapdere'deki Arter'de Cevdet Erek'in Bergama Stereotip isimli işini izliyordum.
Eserin basın metnini okuyorum ve paylaşıyorum:
"Erek’in Bergama Stereotip başlıklı kişisel sergisi, sanatçının Arter’deki galeri mekânına özel olarak tasarladığı sesli bir mimari yerleştirmeden oluşuyor. Küratörlüğünü Selen Ansen’in üstlendiği sergi, hareket noktası olarak aldığı Büyük Bergama Sunağı’nın mimarisini ve serüvenini yeniden yorumluyor.
Sanatçının Almanya’nın Bochum şehrindeki Turbinenhalle’de Ruhrtriennale kapsamında ilk kez 2019 yılında sergilediği, ardından Berlin’deki Hamburger Bahnhof Müzesi’nin tarihi binasında gösterilen Bergama Stereo başlıklı yapıtının devamı ve bir varyasyonu niteliğindeki bu yerleştirme, hareket noktası olarak aldığı Büyük Bergama Sunağı’nı yeniden yorumluyor.
Zeus Sunağı olarak da bilinen Helenistik dönem yapısı Büyük Bergama Sunağı, Pergamon Krallığı’nın Galatlara karşı kazandığı savaşın ardından M.Ö. 2. yüzyılda inşa edildiği ve içinde kurban törenlerinin gerçekleştirildiği düşünülen bir açık hava anıtı.
İzmir’in Bergama ilçesinin merkezindeki antik kent Pergamon’da 19. yüzyılda yürütülen arkeolojik kazılarla bulunan anıtı çevreleyen Büyük Friz üzerinde, yeraltı devleri Gigantlar ile gökyüzündeki Olimpos tanrıları arasındaki savaşın tasvirleri yer alıyor. 20. yüzyılın başında Büyük Sunak’ın kalıntıları Osmanlı İmparatorluğu’ndan, yeni kurulan Alman İmparatorluğu’nun başkenti Berlin’e taşınarak, sunak için özel olarak inşa edilmiş bir müze olan Pergamonmuseum’da sergilenmeye başlanmış. Kalıntıların bu tarihsel yolculuğu süregiden tartışmaların konusu olmuş.
Bergama Stereo’nun bir bölümünü içinde barındıran Bergama Stereotip, hem Büyük Bergama Sunağı’nın hem de yapıtın önceki versiyonunun mirasına işaret eden bir kalıntı işlevi üstleniyor.
Erek’in yapıtı, beyaz mermer kullanılarak inşa edilmiş antik sunağın yapısını soyutlayarak hoparlörler ve hoparlör kasaları da içeren bir ahşap konstrüksiyona dönüştürüyor; Gigantlar ile tanrılar arasındaki savaştan sahnelerin betimlendiği Büyük Friz’i, sergi mekânına farklı sesler yayan bir hoparlör frizi olarak yeniden yorumluyor. Bergama Stereotip, işitsel simetriye vurgu yapan “stereo” kelimesinin yerine, tekrar ve kalıplaşma düşüncesine işaret eden “stereotip” kavramına odaklanıyor. Yapıtın İstanbul’da aldığı Bergama Stereotip ismi, bir önceki versiyonun başlığını devam ettirip aynı zamanda ondan farklılaşarak eseri çevreleyen yorum katmanlarını yansıtıyor.
Bergama Stereotip, Bergama Stereo’da da olduğu gibi, sesi, mimariyi ve tarihselliği merkezine alıyor. Büyük Bergama Sunağı’nda görsel unsurların üstlendiği işlevi, Erek’in bu yapıtında sesli/işitsel unsurlar yerine getiriyor. Sesin yolculuğu, aynı zamanda sunağın tarihsel serüvenini açığa çıkarıyor. Bir sesi değiştirerek, gecikmeyle geri gönderen ve sesin kaynağından uzak bir yerde duyulmasına dayanan “yankı” fenomeninde olduğu gibi, sesin Bergama Stereotip’teki yolculuğu da zaman ve mekân olarak uzak olanın duyulabilmesine olanak tanıyor. Bergama Stereotip’te gezinen izleyicinin hareketleri sonucunda farklı kombinasyonlarla işitilen sesler, her tekrar eyleminin bir başkalaşmayı da içerdiğini, değişim ve yenilik imkânının tam da bu başkalaşmada yattığını hatırlatıyor. Bergama Stereotip, şimdinin geçmişe bakıp onu baştan ele aldığı, dinlenebilir, bakılabilir, üzerinde yürünebilir ve hatta ritimleriyle dans edilebilir bir yapıya dönüşüyor."
Bu - verimli ve ölümlü - metnin gölgesinde serinlemeye gayretle, yarım yamalak, şımarık ve aç gözlü tarihe, an be an, tüm çaresizliğimle şahit olup, maruz kalıyorum.
Tamam... Eserin ismi, Bergama Stereotip...
Ama eser, bana Batı'nın Doğu'ya dayattığı, itham ettiği her şeyi çağırıyor. Olanca ukalalığı, eksikliğiyle. Ve fakat eser, bana tüm (farkında) yarımlığı ile, kendi çaresizliğini de püskürüyor. Tam da bu yüzden Cevdet'i alnından öpesim geliyor.
Çünkü ânın da, kanın da, zamanın da, canın da tekrarı yok.
Şu saatte şu tarihte, şu tahripte bir şeyleri onun gibi, güya, onun kadar inşa etmeye cüret ediyorum. Gelin görün ki, hatırladığım kadarıyla, ne haddime?
Eksikliğimin cahilane fazlalığından, imkânsızlığımdan canım acıyor.
Bunu anladıkça, an be an acım katlanıyor.
Ama bunu vesile ettiği için Cevdet'e de sonsuz minnet duyuyorum.
Onun vaat edip teşhir ettiği, gerek akustik, gerekse mimarî - kritik - depresyonla, İstanbul Dolapdere'ye ikamet etmiş bu huzursuz, bu ödünç hafızayı, sindirmeye ve sizlere yansıtmaya, affınıza sığınarak teşebbüs ediyorum.
Derdimi önce Batı, sonra Doğu'ya mümkün mertebe eşitçe, hakça, insanca, sınırsızca, koşulsuz bölüştürmeye gayret gösteriyorum.
Keyfim aklım kadar kaçık. Önümde yarım yamalak bir kırmızı, bir siyah nesne - bellekle olduğum gibi, gayet iskelet bir mağduriyetle, hele ki son gelişmelerin ölümlü efektiyle, öylece kalakalıyorum. Sürekli tarihin tahripkâr tekrarına düşüyorum.
Cevdet, önce Batı'nın üstlendiği, ardından İstanbul'a taşıdığı hafızayla hepimize bir şeylere öyle veya böyle sığındığımızı, bir arada olduğumuzu, olmamızın mümkün olabileceğini söylüyor aslında. Vicdanımıza. Unutkanlığımıza. Sabrımıza hitap ediyor.
Gelin.. Beni, varlığım ve yokluğum refakatinde olanca anımsadığınızı, tüm insancıllığınızla siz tamamlayın diyor....
Hepimizi birbirimizde buluşturan unutkanlığımıza kucak açıyor.
Çalınmış çokluğumuza sahip çıkalım diyor...
Akustik, mimarî, sanat tarihsel bir beyan, bir entelektüel ihtarname, Cevdet'inki.
Bu 'İş'in ilginç yönü, eserin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin geçen günlerde 'Kavuşma Durağı' ile Taksim Meydanı'nda yapılıp, Bandista'nın orada bir konser vermeye kalkıştığı ve TOMA'lar, polisler refakatiyle, yasal bir müdahale ile, yıkıldığı bir süreçte karşımızda arz-ı endam ediyor olması.
Cevdet, tanımadığım, tanımasam dahi yüreğim dolusu helalleştiğim bir çok gencin gıyabımda can verdiği şu vahim günlerde, içinde Gezi basamaklarının da (vaktiyle yine kendisinin Venedik Bienali'nde yaptığı gibi) gayet Silivri serinliği ile 'Çın'ladığı bir takvimde, de-konstrüktivist / re-konstrüktivist bir vinç, bir linç uğultulu, esaret altında bir bellek hafriyatı bırakıyor.
Dolapdere'deki Arter'in içindeki bu 'iş', önümüzde. Geleceğimizde ve geçmişimizde duruyor. Ve yine dört duvar içinde, anlayan, işitebilen için görüş gününü bekliyor...
Bergama kefaletinde, coğrafyamızın mâkus kefaretinde, Türkiye'nin, binlerce senelik ve onlarca medeniyetlik, göçebe, çoğul kederinde konaklıyor...
Bir göz çınlaması Cevdet'in bölüştüğü.
Vahim ama samimi bir rastlantı bu. Bölüştükçe zenginleşen, barışçıl bir manâ kehaneti.
Niye mi?
Sözün, gözün tükendiği yerdeyiz zira.
Yine : Niye?
...derseniz, artık susmak kadar güçlü bir çığlık, bir direniş yok artık bu ülkede.
Bilgi: https://www.arter.org.tr/sergiler/bergamastereotip