Selim Turan’ın 1935’te Akademi’de başlayıp, yoğunluklu olarak Paris’te sürdürdüğü sanat üretiminden örnekler, kavramsal bir çerçevede bir araya getiriyor. Hem yaşamı hem de sanatında Doğu ve Batı kültürleri arasında köprüler kurmayı başaran sanatçının üretimi, Dr.Necmi Sönmez küratörlüğündeki sergide “tez, antitez, sentez” kavramları kapsamında değerlendiriliyor. Sönmez ile, Turan'ı ve çağrışımlarını ele aldık.
"Kuşlar ülkesinin bütün kuşları, Kafdağı'nın ardındaki
padişahları Simurg'u bulmak için yola çıkarlar. Ama yolculuk, uzun
ve zorludur. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevî şeylere
takılanlar yolda birer birer dökülürler. Kafdağı'na varanların
önünde ise, hepsi birbirinden çetin, yedi vadi uzanmaktadır. İstek,
Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret ve Yokluk vadileri. Ve, yedi
vadiyi aşabilen 30 kuşu ise, Simurg yerine bir sürpriz
beklemektedir..."
Feridüddin Attar, Tasavvufî Mesnevî konusunda klasik İran
edebiyatında bir dev olarak kabul ediliyor. Kendisinin en tanınmış
yapıtı olan Mantıku't-Tayr (Kuşdili) ise velayetin
mertebelerini, hikâyelerle bezeyerek kuşların dilinden, kuş
güzelliği ile anlattığı, yüzyıllardır parmaklığını kaybetmemiş bir
Şark klasiği olarak kabul ediliyor. İlgilenenler için bu kitabın
bir baskısı da, Eylül 1998 tarihli versiyonu ile, Yaşar Keçeci'nin
Türkçesi ile Kırkambar Yayınları'nda bulunuyor.
Dr.Necmi Sönmez, SSM Müdiresi Dr.Nazan
Ölçer ve İÜ Rektörü Prof.Dr.Mahmut AK
İlahinâme'si ile de bilinen Attar'ın 'Kuşdili' bugünlerde,
15'inci yaşını kutlayan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı
Müzesi'nde 13 Ağustos'a dek yer alan ve sanatçı Selim Turan'a
odaklı Tez-Antitez-Sentez sergisine de ilham vermiş
bulunuyor. Turan’ın sergide Dr. Necmi Sönmez imzasıyla yer alan
eserleri, dönemsel birliktelikleri ve kavramsal arayışında
tuttukları yer gözetilerek sınıflandırılıyor. Bölüm başlıklarının,
Farsça dahil üç dil bilen sanatçının severek okuduğu ve etkilendiği
tasavvuf düşünürü Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr
kitabından alıntılarla adlandırıldığı sergi, “Bu yol kaç
fersah?”, “İnsan burada halden hale girer”, “Biliyorsun ki kapı
kapalı. Yürü o kapalı kapıya var”, “Biri diyordu ki, anahtarı
kaybettim” ve “Sır denizine kavuştum, yok oldum”
bölümlerinden oluşuyor.
Küratör Dr.Sönmez'in, sanatçı hakkında üç yıl önce de özel bir
kitap yayımladığı bir süreçte, 1980-1994’te gerçekleştirdiği
hareketli heykellerin, özel bir sergileme eşliğinde sunduğu “Selim
Turan. 'TEZ-ANTİTEZ-SENTEZ' ”sergisi, Sabancı Holding’in katkıları
ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle izleyicilere
sunuluyor. Bu açıdan Turan, 1975’te Paris’teki Musée de l’Homme’da
gördüğü, Kolombo öncesi Peru’da yapılmış, dokunulduğunda dönen bir
cadı ve melek heykelinden etkilenerek, hareketli (mobile) heykeller
yapmaya yönelmişti.
Sergi, Selim Turan’ın 1935’te Akademi’de başlayıp, yoğunluklu
olarak Paris’te sürdürdüğü sanat üretiminden örnekleri, kavramsal
bir çerçevede bir araya getiriyor. Hem yaşamında hem de sanatında
Doğu ve Batı kültürleri arasında köprüler kurmayı başaran
sanatçının üretimi, sergide “tez, antitez, sentez” kavramları
kapsamında değerlendiriliyor. Bu kapsamda, sanatçı da 1976’da La
Teste-de-Buch kentinde gerçekleştirdiği bir heykele de
Tez-Antitez-Sentez ismini vermişti. 1969 ve 1970’te
İstanbul’da açtığı kişisel sergilerinde, hem soyut hem de portre
çalışmalarını sergilemekten çekinmedi.
Sergide yer alan eserlerin büyük bir kısmı, sanatçının seramik
sanatçısı eşi Şahika Turan tarafından 2003’te İstanbul
Üniversitesi’ne bağışlanan Selim Turan Koleksiyonu’ndan seçilirken,
1915 doğumlu ve 1947’den vefatına kadar hayatını Paris ile İstanbul
arasında sürdüren Turan’ın sergide bulunan 100’ü aşkın eseri, onun
her iki kentin kültür ortamından aldığı esinin izlerini
taşıyor.
Sergide, Turan’ın yapıtlarının yanı sıra, kendisiyle aynı
dönemde Paris'te yaşayıp çalışmış Hakkı Anlı, Nejad Devrim, Ferit
İşcan, İlhan Koman, Mübin Orhon ve Fahrelnissa Zeid’in eserleri de
yer alıyor. Turan’ın yakın ilişki içinde olduğu Paris sanat ortamı,
1947-1960’ta bu şehirde bulunan önemli ressamlardan Jean Bazaine,
Henri Goetz, Léon Zack, Natalia Dumitresco ve Alexander Istrati’nin
eserleriyle yansıtılıyor.
Sergi küratörü Dr.Necmi Sönmez ile, Turan'ı ve çağrışımlarını
konuştuk:
Selim Turan Kompozisyon, 1951, Kâğıt
üzerine guvaş, Env. no. 2003/2099, İstanbul Üniversitesi Selim
Turan Koleksiyonu
Selim Turan hakkındaki kitabı aşmak senin için tahrik
edici bir problem olsa gerek, bu nasıl oldu?
Dr.Necmi Sönmez: Özellikle son odada,
heykellerde aştığımı düşünüyorum. Kitabı yazarken, aklımda farklı
bir takım şekillendirmeler vardı; sergiyi kurmak için eserlerle
buraya geldiğimde, bayağı bir etkilendim ve onları canlandırmayı
düşündüm. Arka oda için, bir ses sanatçısı beş özel ses
kompozisyonu ortaya koydu. Dolayısıyla varolan bir şeyi, yeni medya
tekniklerini kullanarak nasıl yorumlayabileceğim konusunda önemli
bir deneyim sağladım.
Sergiye refakat eden sanat tarihsel, paralel okumalar
da, senin için üç boyutlu bir dip notlama olmuşa
benziyor...
Dr.Necmi Sönmez: Aynen, aynen... Tabir çok
hoşuma gitti. Dip notlama diyorsun evet; yani şu çok hoşuma gitti:
Selim çok konuşmayan biriydi ve artık, sanat eserinin içindeki sesi
duymaya çalıştım. Hani nasıl, heykelin, yağlıboyanın ,desenin sesi
ayrıdır; ben buradan Selim'in o içsel sesini dönüştürmeye ve bunu
bir video ve akan görüntü olarak imgeye dönüştürmeye çalıştım.
Çünkü o durağan da.
Dokümanter bir sergiyle değil, ama dokümanların bizatihi
yapıtlar olduğu bir sergi ile karşı karşıyayız denebilir
mi?
Dr.Necmi Sönmez: Evet, öyle. Dokümanı
başkaları yapsın; bu benim işim değil. Benim kalemim değil; bu
sebeple yapıtın kendisini daha çok ortaya çıkarmaya çalıştım.
Göstermekten ziyade, daha çok yorumlamışsın Selim
Turan'ı...
Dr.Necmi Sönmez: Evet, nasıl ki bir
orkestra şefi Ravel, Mozart yorumlamışsa, benden sonra çıkan da
başka türlü yorumlayabilir. Ben kendimi bir 'enterpreneur/icracı'
olarak görüyorum. Sanat tarihine bakış açımdan ötürü böyle bu. Bu,
katalogda daha başka olmak zorundaydı çünkü hakkında çıkmış ilk
kitaptı ve dolayısıyla ilk çalışmasından son çalışmasına kadar,
kitapta Selim Turan'ın 'yol tutukluluğunun' haritası var;
gidiyor-geliyor...Çok yol tutukluluğu var. Orada bu izleği ortaya
çıkarmaya çalışırken, burada bu izleğin yalnızca kesitsel
özellikleri ön plana çıkmış oldu.
2066,Selim Turan, Esrarkeş, 1948 Kâğıt
üzerine çini mürekkebi, füzen Env. no. 2003/2066, İstanbul
Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu
Ulusal kimlik olgusu ile de çok mücadele etmiş biri
Selim Turan. Bu, yapıtlarını kimlik oluşumuna da yansımışa
benziyor...
Dr.Necmi Sönmez: Şöyle tabii: Babası Ali
Bey Hüseyinzade'nin yaklaşımı çok önemli; ulusal kimliğin oluşum
sürecinde çok aktif rol oynuyor. Ama Selim'de bunun izdüşümlerini
görüyoruz. Özellikle Bedri Rahmi veya Sabri Berkel ya da Nurullah
Berk gibi, Türk sanatı yaratayım diye çaba sarf etmiyor Selim
Turan.
Hiç bir zaman ağzından böyle bir söz çıkmıyor. Ayrıca bu kişi
çok okumuş bir kişi ve 1951'de Paris'te ilk kişisel sergisini
açıyor. 42 yaşında açtığı bu sergisinin davetiyesini bana Veysel
Uğurlu büyük bir şans eseri vermişti ve oradaki tablo isimlerini
yan yana getirdiğin zaman, kendisinin nasıl bir okuma, olağanüstü
yorumlama dünyasının olduğunu görebiliyorsun. İran, Fransız
edebiyatını, Baudelaire'i biliyor. Budizmi biliyor. Küçücük bir
davetiyedeki isimleri bile alt alta yazdığında bile o kadar büyük
bir entelektüel derinlik çıkıyor ki, işte ben o zaman 'pes' dedim.
Selim Turan, aidiyet, kimlik olayına hiç takmamış bir kişilik
ayrıca.
Belki de yörüklere bu yüzden ilgi duymuş... Her yerde
yalnız. Ama her yerde özgün, özgür.
Dr.Necmi Sönmez: Tabii aynen... olabilir.
Evet bu çok güzel ve çok doğru. Bu küçük davetiye, benim kendisi
hakkındaki bütün yorumumu değiştirdi. Benim, daha önceki, geçen yıl
yaptığım bu üç yıllık kitap için bir çok kişiyle ve kurumla temas
kurdum. Benim için çok önemliydi bu çalışma.
Peki Selim Turan'ı 'Paris Ekolü'nün neresine, ne kadar
oturtmalıyız?
Dr.Necmi Sönmez: Yüzde yüz. Hans
Harthog'un asistanı, Pierre Soulages'ın arkadaşı. Henri Goetz ile
birlikte çalışıyor. O dünyanın adamı.
Siyasi bir duruş, üretim peki ?
Dr.Necmi Sönmez:Hayır, hiç bir şey yok. Belli
ki babadan çok çekmiş. Hiç girmiyor o konulara...
Nejad Melih Devrim ile Selim Turan'ın yazgısal
benzerlikleri olabilir mi ?
Dr.Necmi Sönmez: Benzerlikleri olmasa da,
izlekleri aynı iki sanatçı. İkisi de kökeni çok soylu bir aileden
geliyor, ikisi de Paris'e gidiyor, ikisi de Galatasaraylı, ama
Nejad Devrim bence galiba daha ilginç bir sanatçı.
Sergide yer veremeyip, elediğin işler oldu mu
?
Dr.Necmi Sönmez: 600'e yakın eseri elemek
durumunda kaldım, çünkü bunlar hep yol tutukluluğunun izleri idi.
Gitmek, orada tıkalı kalmak... Ben bunları istemiyordum. Burada bir
tane sarıkız, bir dansöz, bir figür yok...Bambaşka bir seri
görüyoruz. Selim Turan'ın bu sergidekiler dışında başka kinetik
eseri yoktur. Bunun dışında Paris'te kamusal alana kondurulanlar
vardır, o ayrıdır.
Hem yırtıcı, hem kırılgan bir sanatçı mıdır Selim Turan
?
Dr.Necmi Sönmez: Evet, doğru.
Selim Turan'ın estetik kişiliğinin takipçisi ve yol
arkadaşı sayabileceğimiz başka figürler var mı ?
Dr.Necmi Sönmez: Fahrelnissa Zeid, Nejad
Devrim ve Albert Bitran'ı bu mirastan talepkâr olarak sayabiliriz.
Bir de Tiraje Dikmen var tabii. Ayrıca elbette, İlhan Koman var ve
kendisi, biliyorsun bir Dünya sanatçısı. Bunun yanı sıra, Selim
Turan Abidin Dino ile 1941 Liman sergisinde birlikte iş
sergiliyorlar, yalnızca yakın dostlar. Dönemsel dostluklar bunlar,
neticede ikisi de birbirinin takipçisi, rakibi.
Selim Turan, Dünya ve Türk edebiyatında sana hangi
kalemi veya kalemleri çağrıştırıyor ?
Dr.Necmi Sönmez: Benim için, Selim
Turan'ın ortaya koyduğu çalışmalar Bilge Karasu'nun bu semiyotik
yaklaşımlarına çok paralel. Onun kadar yırtıcı değil, ama suskun ve
kendinden çok emin. Hiç konuşmuyor.
2127 Selim Turan Kompozisyon, 1950, Kâğıt
üzerine guvaş, Env. no. 2003/2127, İstanbul Üniversitesi Selim
Turan Koleksiyonu
Resminde incitici bir dobralık yok mu ?
Dr.Necmi Sönmez: Evet, dediğin gibi
kesinlikle var bu. Öte yandan, Paris'teki Paris Modern Sanatlar
Müzesi'nde vaktiyle açılan sergileriyle, Jackson Pollock'u, Sam
Francis'i görmüş bir kişilik Selim Turan. Franz Kline'ı, COBRA
hareketi üyesi Wolz'u görmüş. Daha ziyade Fransız sanatçılarla ve
Situasyonistler ile teması olmuş.
Türk modern sanatı tarihi niçin hep 'yetim' muamelesi
görür?
Dr.Necmi Sönmez: Çünkü sanatçılardaki
süreklilik ısrarı yoktur. Diğer modern Batı dışı sanatlarda,
örneğin İran veya Mısır'da, ya da Yakındoğu ülkelerinde bu
ısrarlılık var; sanatçı düzeyini koruyabiliyor, anlıyor musun?
30,40 yıl değil, 70 yıldan bahsediyorum. Türk sanatında böyle bir
ısrar yok. Albert Bitran ve İlhan Koman dışında, dönemsel bağlamda
1947'den 2017'ye kadar belirli bir kalitede bir iş üretmiş
sanatçımız yok. Öbürlerinde hep bir zig-zag. Bakıyorsun, Zeid,
Mübin, Hakkı Anlı... böyle. Bence bu sanatçılar kendi yaptıklarında
ısrarcı olmadıkları için, çok kırılma noktaları var. Bunu bizim
bilmemiz ve teğetlememiz gerekiyor. Ben bu sergide biraz da, bu
teğetlemeyi Tez-Antitez-Sentez derken bu yönüyle yapmaya
çalıştım. Bu manevra ile, kırılma noktalarını temizleyip daha
farklı noktalara getirmek istedim.
Selim Turan, resmindeki yalnızlığı sosyal hayatında da
seçmiş biri mi ?
Evet, korkunç yalnız ama mutlu. Aynı avluda oturuyorlar, ama
konuşmuyorlar.
Sözü yine 'Kuşdili'ne (Mantıku't Tayr'a) bırakalım...
"Yol gösterici yiğit hüthüt, meydana çıktı, başına
tacını giydi.
Yüz binlerce kuş yola koyuldu. Aya da, balığa da gölge
saldı!
Gide gide yolları, bir vadiye erişti; feryatları, âdeta aya
ulaştı.
O yoldan yüreklerine bir korkudur düştü. Canlarına bir ateştir
erişti.
Birbirlerine yaklaştılar; kanat kanada, ayak ayağa, baş başa
uçmaya başladılar.
Hepsi de gene canlarından el çektiler yükleri ağırdı, yolları
uzun!
Şaşılacak bir yoldu bu yol... bu yola ne bir giden vardı, ne de
yolda bir zerre hayırlı yahut şer bir şey!
Sessiz sadasız bir yoldu...ne artıyordu, uzuyordu bu yol, ne de
eksiliyordu!
Bir kuş hüthüde, "yolda neden kimsecikler yok?" diye sordu.
Hüthüt, "Bu yalnızlık padişahın yüceliğindendir" diye cevap verdi.
- S.140
EK:
DOĞUDAN BATIYA DOĞAN BİR GÖKKUŞAĞI HİKAYESİ
1915’te İstanbul Cağaloğlu’nda Azeri-Kafkas asıllı Prof. Dr.
Hüseyinzade Ali Turan (1864-1940) ile Çerkez Süvari Zabiti
Şemsettin Bey’in kızı Edhiye Hanım’ın (1890-1947) oğlu olarak
dünyaya gelen Selim Turan, çocukluğu ve ilk gençliğini Üsküdar
Paşakapısı’nda geçirdi. İttihat ve Terakki Partisi merkez
yöneticiliği yapan, Azerbaycan Türklerinin mücadelesinde yer alan
ve Türk Ocakları’nda çalışan Hüseyinzade Ali Bey, dönemin
milliyetçi şair ve yazarlarıyla da yakın ilişki içindeydi.
Babasının Batı ve Doğu kültürlerinin özlerinin alınarak
yorumlanmasına dayalı anlayışıyla yetişen Selim Turan, aynı zamanda
onunla beraber desen yaptı, resim çizdi ve renk, form, kompozisyon
denemeleri yaptı. Paşakapısı’nda oturan İsmail Hakkı Altunbezer,
Hattat Kamil Efendi ve Necmettin Okyay gibi geleneksel sanatla
ilgilenen ustalar da Turan’ın ilk gençlik yıllarında sanata yakın
durmasını sağladı. Galatasaray Lisesi’nde okurken resme ilgisi daha
da yoğunlaşan Turan, 1935’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi’ne girdi.
Selim Turan’ın Akademi’ye girdiği dönem, aynı zamanda kurumda
eğitim sisteminin değişmeye başladığı bir zamana denk geldi.
Sanatçı, öğrenciliğinin ilk yıllarında 1914 Kuşağı’ndan Feyhaman
Duran, Nazmi Ziya ve Zeki Kocamemi’nin atölyelerine devam etti.
Ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversite reformları çerçevesinde
kurumun Resim Bölümü Şefliği’ne getirilen Léopold Lévy (1882-1966)
hem Selim Turan’ın hem da çağdaşlarından Agop Arad, Nuri İyem,
Tiraje Dikmen ve Naile Akıncı gibi isimlerin özgür bir eğitim
almasına vesile oldu.
Selim Turan,Hareketli (Cambazlar-Mobile),
1975-1980
Japon kâğıdı, tel, ip, kumaş, alüfolyo, akrilik boya,kurşun,
balmumu, raptiye, yaldızlıkâğıt, kâğıt hamuru, Env. no.
2004/2264,İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu
Modern Türk resminde kişiselleşme ve özgüvenin artması, Lévy’nin
öğrencilerinin gündeme getirdiği bir olgu olarak sanat tarihinde
önemli bir devinim noktasını gündeme getirdi. Bu hareketliliğin en
görünür olduğu noktalardan biri, Selim Turan’ın 1941’de Nuri İyem,
Haşmet Akal, Agop Arad, Avni Arbaş, Turgut Atalay, Abidin Dino,
Fethi Karakaş, Kemal Sönmezler, Mümtaz Yener, Yusuf Karaçay ve
İlhan Arakon’la beraber Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü Lokali’nde açtığı
Liman sergisi oldu. Bu sanatçılar, daha sonra Yeniler
Grubu’na dönüşecek bir sanat hareketinin de çekirdeğini
oluşturdu.
Akademi’den 1938’de mezun olan sanatçı, bu yıllarda kendini
bulma ve araştırma dönemi olarak da nitelendirilebilecek bir süreç
geçirdi. Üsküdar Sultantepe Ortaokulu, Kadıköy Sanat Enstitüsü,
Moda Kız Sanat Okulu’nun aralarında bulunduğu okullarda resim
öğretmeni olarak çalıştı. Sanatçı, bu dönemdeki resimlerini
“realist” olarak tanımladıysa da konularını gerçekçi bir biçimde
tuvallerinde yorumlamayı tercih etmedi. Bu yıllarda balıkçılar,
okul çocukları, pazar yerleri gibi günlük yaşam konularını işleyen
Turan’ın realist tavrı, temalarına yapısal bir açıdan bakmasıyla
şekillendi ve fırçasındaki yorumla ortaya çıktı.
Selim Turan Kompozisyon, 1959,Kâğıt
üzerine guvaş, yağlıboya, Env. no. 2003/2120, İstanbul Üniversitesi
Selim Turan Koleksiyonu
Sanatçı 1941’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin Yurt Gezileri
projesi kapsamında Muğla’da çizdiği resimlerde de tütüncüler,
süngerciler ve incir sandıklayanlar gibi çalışan figürlerini
konulaştırdı. Turan, kendine özgü yorum arayışlarının başlangıcını
oluşturan bu eserlerde Anadolu’ya yönelik “folklorik” bir bakışı
yansıtmaktansa gördüklerine bir anlam katarak “figür” olgusuna
eğildi.
Turan, 1944’te hayatı ve sanatı üzerinde büyük etkisi olan
isimlerden seramik sanatçısı Fatma Şahika Arutay’la evlendi.
1947’de Fransa Hükümeti’nden aldığı burs (Boursiers du Government
Français) kapsamında eşiyle beraber Paris’e gitti. Bu yıllarda
kuşağının diğer isimleriyle beraber soyut sanatın çekim alanına
giren Turan, aynı zamanda Türk sanatçıların Paris deneyimlerinde
önemli bir rota değişikliği yaşadığı dönemin temsilcileri arasında
yer aldı. Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde sadece var olan
sanatsal eğilimleri Türkiye’ye taşımakla görevli kültür elçileri
olarak gönderilen sanatçıların aksine 1945 sonrası yerleşmek
amacıyla şehirde bulunan kuşak, güncel sanat akımlarıyla eş zamanlı
bir diyalog içine girdiler.
Hem dönemin önemli galerilerinde kişisel sergiler açtılar, hem
de jürili grup sergilerinde boy gösterdiler, eserleriyle Fransa,
Belçika, Danimarka, Hollanda ve Avusturya’nın seçkin müzelerinin
koleksiyonlarında yer aldılar. Bu kuşağın önemli temsilcilerinden
olan Turan, önce farklı özgün baskı atölyelerinde çalışarak Asgar
Jorn, Pierre Soulages, Miró, Picasso gibi sanatçıların litografi ve
gravürlerini bastı. Ardından da soyut resmin önemli isimlerinden
Hans Hartung’un asistanlığını yaparak, o dönemin sanatsal
anlayışını birinci elden özümsedi.
Selim Turan, Bodrum, 1941, Tuval üzerine
yağlıboya, Env. no. 2003/2058, İstanbul Üniversitesi Selim Turan
Koleksiyonu
1948’de Galerie des Deux-Iles’taki grup sergisi “La Roses des
Vents”la (Rüzgârgülü) soyut resimleri ilk kez Paris sanat ortamında
sergilenen sanatçı, buradaki ilk kişisel sergisini de o yılların
önde gelen galerilerinden Galerie Breteau’da açtı. Eleştirmenler
tarafından “Siyah Dönem” olarak adlandırılan bu döneminde Turan,
sıkça Hıristiyan İkonografisinin en önemli konularından biri olan
çarmıha gerilmiş İsa motifini soyutlayarak kullandı. Bu dönem
çalışmalarıyla “görünenin ötesine” geçmek için köklü bir duruşu
sergiledi.
1960’larda Paris sanat ortamında gözlemlenen dönüşümle beraber
Selim Turan’ın resim tarzında da bir değişim yaşandı. Bu dönemde
araştırmalarını figüre yönlendiren Turan, 1964’ten itibaren mimar
Jean Balladur ile birlikte çalışmaya başlayarak onun binaları için
sanat eserleri üretti. Ayrıca Arles, Bordeaux, Cean, Carmeau,
Passac, La Teste-de-Buch, Cotepave, Dieppe, Lacepier, Teeltiére,
Lille, Nîmes, Toulouse, Marsilya kentlerinde okul ve
üniversitelerinde büyük boyutlu heykeller, meydan düzenlemeleri,
freskler gerçekleştirerek yaşamını sanat yaparak sürdürmeyi
başardı.
Sanatçı 1976’da La Teste-de-Buch kentinde gerçekleştirdiği bir
heykele de Tez -Antitez-Sentez ismini verdi. 1969 ve
1970’te İstanbul’da açtığı kişisel sergilerinde, hem soyut hem de
portre çalışmalarını sergilemekten çekinmedi. 1975’te Paris’teki
Musée de l’Homme’da gördüğü, Kolombo öncesi Peru’da yapılmış,
dokunulduğunda dönen bir cadı ve melek heykelinden etkilenerek,
hareketli (mobile) heykeller yapmaya yöneldi.
1979’da dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün daveti üzerine
İstanbul’a gelen ve yaşamının son döneminde folklorik temalara
ilgisini gösterdiği bir dizi çalışma üreten Selim Turan izleyeni
şaşırtan, ona sürekli olarak soru sorduran bir sanatçıdır.
Özellikle babasının Doğu-Batı kültürleri arasında kurmaya çalıştığı
bağ, Turan’ın bir yanda Léopold Lévy’nin öğrencisi olarak modern
sanatı kavramasına yardımcı olduğu gibi, geleneksel sanatlar
alanında çalışmasını da destekliyordu. İlk bakışta bir karşıtlık
olarak gözükse de, Turan inanılmaz duygu yoğunluğuna ulaştığı soyut
resimlerindeki “ustalıklı ifade” ile hareketli heykellerindeki
“oyun havası” arasında bir ayrım gözetmedi.