Başta eş başkanları olmak üzere 10 milletvekili tutuklanmışken elbette Salı günü dünyanın gözü kulağı HDP grup toplantısındaydı. Ana akım medya ve meclis tv yine şaşırtmadı. Halkın haber alma özgürlüğü ve siyasetin kendini ifade hakkını engelleyen düzenin yılmaz bekçileri olarak itinayla gözlerden gizlediler, grup toplantısını. Parlamentonun muhalefet partilerinden birini yok sayan medya, ülkemizde ifade özgürlüğünün bu denli daraltılmasındaki payını hiç hesap ediyor mu, bilinmez. Bilinmez, dokunulmazlıkların kaldırılmasında olduğu gibi vekillerin tutuklanmasına da “bahane üreten” yorumların, medya için varoluşsal bir sorun, bir tür kendini inkar anlamına geldiğini, idrak edip etmediği. Gemisini yürüten kaptanların umurunda da değil zaten aynı gemide yol alındığı gerçeği.
İktidar, 15 Temmuz gecesi parlamentoya bomba yağdıran jetleri, “milletin silahını millete doğrultan” ifadesiyle anlatırken hiç Roboski gerçeğini hatırlamadığı gibi devlet bütçesiyle kurulmuş meclis ve TRT televizyonlarının, milli iradenin bir cüzünü yok saymakla aynı biçimde millete doğrultulmuş propaganda silahına dönüştüğü gerçeğini de görmezden gelmekte. Siyasi fayda uğruna çiğnenen demokratik ve hukuki ilkelerin, sadece sevmediği rakip partiyi değil kendisinin de içinde yer aldığı tüm toplumu, ülkeyi yaraladığının farkında olmadığı da çok açık. Her seçimde artan oylarının çıkardığı yükseklikte başı dönmüş, her partide var olması gereken yükseklik korkusunu unutmuş halde. Türkiye’nin iç ve dış politikadaki çatışma/savaş hali nedeniyle, toplumun sürüklendiği kuşatılmışlık duygusunun, son tahlilde kendi başarı hanesine yazılacak bir puan olduğunu hesaplıyor muhtemelen.
CHP, milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılırken karşımıza çıkacak tablo bu değilmiş gibi tutuklanmalara karşı bildiri yayınlamakla tribünlere oynayarak hem nalına hem mıhına siyasetini sürdürmekte. Siyasi sorumluluğu olmayan her hangi bir sivil toplum örgütüymüş gibi basın açıklamasıyla “demokratçılık oyunu” oy verenlerine yeter sanıyor belli ki. MHP, urgan siyasetinden bir adım öteye geçemeyerek Kürt karşıtı-derin/devletçi-milliyetçiliğini sürdürmekte. Devletin bekasının, güya sevdiği milletin yükselişinin, toplumun barış ve huzurundan geçtiğini idrak edemeyecek kadar statükoya hapsolmuş halde. Siyasi varlığını anlık taktiksel çıkışlarla sürdürmeye çalışırken, seçmenine hesap vermeme “lüksüne” güveniyor olmalı.
Peki, HDP yanlış politikalarda ısrarını sürdürürken nelere, kimlere güveniyor? Kürt seçmenine olmadığı çok açık çünkü Kobane çağrılarından, hendek savaşlarından bu yana bölgede siyaseten kan kaybettiği sır değil. Kürt olmayan seçmeninde oy kaybı daha da fazla, bilindiği gibi. İktidar yanlıları ve iflah olmaz Kürt karşıtları bu soruya “sırtını dayadığı” terör örgütlerine güvenir şeklinde cevap verirler kuşkusuz. Ancak HDP’nin politik aklını gözleyerek daha gerçekçi cevap vermek de mümkün. Kürt halkının derdine derman olmaktan, ülkenin barışına katkı sunmaktan çok uzak ve Kürt siyasetinin de dışından bir politik akıl bu. Ülkemizde Kürt politikacıların 1970’lerden bu yana Türkiye soluna eklemlenerek siyasi arenada yer aldığı bilinen gerçeklerden. Doğal olarak HDP de Türkiyelileşme çabası içinde en çok sol-sosyalist gruplarla dayanışma içinde büyüdü. Ancak sosyalist kesimlerde yer almayan özgürlükçü, demokrasi tutkunlarının da desteğiyle baraj aşacak konuma yükseldiğini fark etmedi. Kerameti kendinden menkul ve demode sol söylemine rağmen sırf ülke siyasetinin demokratikleşmesi için umut olarak görüldüğünden oy verdi Kürtlerin çoğu gibi Kürt olmayan seçmeninin de bir kısmı. Yazık ki vaktiyle Kürt siyasetine can suyu olan sosyalist gruplar, HDP için sırtında taşımakla yolunu şaşırdığı bir kambura dönüştü. Kendi siyasi beklentilerini gerçekleştirme gücüne sahip olmayan Türkiye solu birleşerek adeta AKP ve Erdoğan karşısında HDP’yi nöbete gönderdi.
Yaklaşık yüz yıllık Kürt meselesini, sadece son on küsur yılda iktidar olmuş AKP karşıtlığına indirgemekle akla ziyan bir politika geliştirdi. Hem seçmenine haksızlık etmiş hem de Kürt çıkarlarına sırtını dönmüş oldu böylece. Brüksel’de, Berlin’de, Boğaz’da konforlu hayatlarını sürdürerek bölgedeki esnafın, öğrencinin, gencin, yaşlının, kadının, çocuğun bu ülke siyasetine ilişkin beklentisinden habersiz yaşayanların “Erdoğan nefreti” üzerine kurulu, politika üretmekle yetindi. Erdoğan’ın başkan olmaması değildi, Sur esnafının derdi. Türkiye halkından da kopuk; yeni fikir üretme becerisi körelmiş; yaptırmam, sattırmam sloganlarından ibaret kalmış siyasi aklıyla kendi sırça saraylarından çıkıp seçimlere katılma cesareti gösterebildikleri zamanlarda toplasan binde bir oy alamayan arkaik solun akıl-daneliğinde, heba etti, kazandığı fırsatı.
Grup toplantısı, seçim barajını yıkıp geçmiş partide bulunması gereken siyasi ferasetin, hala kayıp olduğunu açıkça ortaya koydu. Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” söylevinin okunması ve atılan demode sloganlar, içinde bulunulan şartların ve seçmenin ihtiyaçlarının gerektirdiği gerçekçi politikaları üretmekten çok uzak olunduğunu bir kere daha gözler önüne serdi. Çok değil iki yıl önce demokrasi rüzgarı estirebilecek ümitleri veren parti adeta tutuklanmalarla ayakta kalmaya bel bağlamış görünüyor. Hapse giren sadece vekiller değil Kürtlerin haklı taleplerinin tüm toplumca benimsenmesi için Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi gerektiği iddiasıyla yola çıkan ve özgürlükler adına umut veren HDP de kendini bir çıkmaz sokağa hapsetmiş halde.