Belki de doğrusu olmayan bir yanlışın ürünü bu oyun; 2008 yılından bu yana Guardiola bütün rakiplerine gönüllü savunma yaptırıp, savunma bahsinde herkesi geliştirmeye devam ediyor. Geride dörderli iki bloktan oluşan ve enlemesine sahanın enini kapatan, sık dokulu bu anlayış, hala set oyunlarının en çetin bulmacası değerini koruyor. Guardiola’nın yürüyerek gol atma prensibinin, doğal olarak şekillendirdiği bu savunma oyunu, tuhaf biçimde Guardiola’nın en büyük problemi olarak da varlığını koruyor. Etme bulma dünyası gibi, Guardiola kendi 'Frankenstein'ını yarattı desek, hiç de yanlış olmaz.
Guardiola’nın deyimiyle bu ışık sızdırmayan savunmayı aşmak ancak pas ritmi daha hızlı ve daha isabetli bir oyunla mümkün. Bana kalırsa bu talebin karşılanması yeteneğin çözebileceği bir şey değil; bambaşka atletik özelliklere sahip bir oyuncu gurubuyla ancak aşılabilir. Bunun anlamı da genetik bilime ve biyolojiye yeniden müracaat etmek demek. Paris maçında Kevin De Bruyne, biraz o biyonik oyuncu kimliğinden örnekler vermedi değil. Maçın en arzulu ve bedenini sonuna kadar zorlayan neredeyse tek oyuncusu oydu.
Pochettino, Neymar ve Mbappe kozunu ilk yarıda çok ustaca kullandı. Guardiola, hiçbir pozisyonda Mbappe ile birebir kalmamak için, dörtlü defansı hiç bozmadı ve her iki kanatta savunmacıları, bir tedbir olarak geride tutmaya aşırı özen gösterdi. Solda Cancelo, sağda Walker, derinde Mbappe’ye yalnız yakalanmamak için stoperlere çok yakın durdular. İlk yarıda Man City’in rakip ceza sahasına çok az gitmesinin nedeni de bu fren mekanizmasıydı. Ben Guardiola’yı hiç bu kadar temkinli ve temkininde bu kadar kararlı görmemiştim.
İlk yarıda Man City geri dörtlüsü orta saha çizgisini çekmeye özen gösterdi. Ama ikinci yarıda bu temkinli duruş yerini, kısmen üçlüye dönerek, ikinci bölgeye bir fazla oyuncu göndermek için, kısmen revize edildi. Nitekim bu küçük dokunuş, maçın ikinci yarısının neredeyse tamamının Paris yarı sahasında oynanmasını sağladı.
Ama amacı ve niyeti ne olursa olsun, Guardiola’nın savunmanın arkasına atılacak topları bu kadar önemsemesi, Guardiola oyunlarını tartışmalı kılar. Prensip olarak bu oyun daha fazla gol atma ilkesi üzerine bina edilmişti. Ama şimdi gol yememeyi öne çıkarmak, bu oyunu zaaflı ilan etmek anlamına geliyor; ya da "bu oyunun miadı doldu" demek gibi bir şey. Guardiola’nın Şampiyonlar ligi kupasını havaya kaldırma arzusuna saygı duyuyorum. Ama bu arzu, oyundan ödün vermek ve kazanmanın kestirme yollarına meyletmek midir? Doğrusu ben de bilmiyorum.
Bildiğim tek şey bu alternatifsiz oyun kendi içinde kendini dönüştürecek dinamikleri yaratmadan, sırf kazanma arzusuna feda edilmemeli. Çünkü iyi ve güzel oyunun evrimi bu oyunun içinden geçecektir. Her takım Guardiola karşısında savunma yapmak ihtiyacı duyuyorsa, bu durum nesnel olarak o rakiplerin bütününü muhafazakâr kılar. Futbolu tek devrimcisinin muhafazakâr eğilimlere ışık yakması doğrusu kalbimi kırmıyor değil.