Bildiğiniz halk otobüsüydü işte. Hani tıkış tıkış olan ve birilerinin üstüne basmadan ilerleyemediğin. Tek farklılığı, şoförün hemen arkasında, beyaz gömlekli ve şapkalı bir adamın elinde namlusu kesilmiş pompalı tüfek tutuyor olmasıydı. Otobüsün basamaklarını çıkar çıkmaz kısa kesilmiş namluyla göz göze geldik. Biraz sonra kalabalık arasından seçtiğime göre aynı adamdan bir tane de otobüsün arkasında vardı. O biraz daha yüksekteydi ve pompalı tüfeğin kesilmiş namlusu biraz daha uzundu. Bana ters ters bakıyorlardı. Tehlikeli biri gibi görünmek işime geliyordu. Beni dünyanın sokaklarında en iyi koruyan şeydi. Bunun için o kadar da uğraşmıyordum zaten öyle görünüyordum ve yoksul olmak soyulmamak için en iyi şeydir. Hemen ineceğim yeri sordum. Yabancı olduğumu anlayınca rahatladı bana yakın pompalı tüfek, kısa namlusu olan ve elinde tuttuğunun ucunu başkasına çevirdi. Benim için de iyiydi gerçekten bu. Filmlerdeki gibi insanın içinden, koca bir delik açarak geçiyorsa saçmalar, bundan kurtulmuş görünüyordum şimdilik. Otobüs çukurlarda seke seke ilerleyip gidiyordu. Namlu durmadan müşteri değiştiriyordu.
İki mafyanın hat kavgası vardı. Bu yüzdendi halk otobüsündeki özel güvenlikler. Esas gitmek istediğim yere gitmiyordu otobüs. Bütün şoförleri öldürüldüğü için o hatta otobüs yoktu. Ortalama her üç dakika da bir halk otobüsü şoförü öldürülüyordu. –Böyle ortalama çıkaranlara da bayılıyorum. Kamusal bir otizm olmalı bu- Bilet ücreti 10 sent kadardı yani 30 kuruş ama bu kadar kişi öldürüldüğüne göre yekün de oldukça tutuyor olmalıydı. Belki diğer mafya ortadan kalktığında fiyatlar artırılabilirdi. Piyasa ekonomisi sanırım bu. Otobüs her durduğunda şoförü vuracak kimse biniyor mu diye bakıyordum. Böyle bir şeyi istemiyordum tabii ki. Hem öne çok yakındım hem de daha gideceğim yere çok vardı. Bütün binenler, muhtemel katil gibi geliyordu bana. Irkçılık böyle bir şey zaten ama ben de onlara öyle geliyordum galiba.
Pek olay olmadı. Bir kadın elindeki çantayı kapmak isteyene çelme taktı. Genç çocuk yere yuvarlandı. Sonra kadın kendi şişmanlığından hiç beklenmeyecek bir şekilde, üstüne zıplayıp, kısa topuklu ayakkabısıyla, iki üç tekme attı. Bana çocuğu tanıyor gibi geldi. Belki de kapkaç değil basit bir aile kavgasıydı. Hemen otobüsün kapısının dibinde oluyordu bu. Bütün otobüs çok güldük. Kısa namlulu pompalı tüfekli güvenlik de çok güldü. Tüfek ve kısa namlusu, kahkaha atan şişman birinin titreyen göbeği gibi bir aşağı bir yukarı sallanıp duruyordu. Çocuk yerden kalkıp ‘Puta-O...u’ diye bağırdı kadına. Kadın dönüp ‘Puta Madre-O...Çocuğu’ diye bağırdı. ‘Annesi’ dedi, otobüste kenarda oturan kadınlardan biri. Hepimiz ona baktık, onların gerçekten tanıyor mu diye. Kadın bize aldırmadan dışarıya bakmaya devam ediyordu. Gerçek miydi yoksa yerinde kullanılmış bir espri miydi anlayamadık. Belki herkes anladı, ben anlayamadım. Otobüs hareket etti. Şoför vurulmadan, bir durak daha gitmiş olduk.
Durakta inip neredeyse koşar gibi yokuş aşağı indim. Öyle demişti ev sahibi arkadaşım Maxsimo Bu ve biri bir şey sorarsa sakın durma. Başkent Guatemala’nın Gecekondu mahallelerinden biriydi. Aşağı doğru giderken bir kadın önümden hızla uzaklaştı. Soyguncu sanılmak yeterince güvenli diye düşünüyordum. Şoförün bir sonraki durakta vurulmuş olabileceğini düşündüm. Gözümün önünde film sahnesi gibi patlayan silahlar geldi. Belki o şişman kadın diğer mafya grubundandı ve yarın aynı yerde otobüse binip kendisini bugünden tanıyan şoför ve güvenlikçiyi vuracak diye düşünüyordum. Yüzlerindeki kahkaha ile yere düşerlermiş gibi geldi. Bunu tercih ediyordum galiba. Namlusu kısa kesilmiş pompalı tüfekler daha dehşet verici geliyordu bana… Evet, burjuvaca tabii ki…
Benim gecekondu mahallesine geldim. Girişinde bir bira kamyonu duruyordu. İki silahlı koruyucusu vardı. Banka arabası gibiydi. Biranın hakkını gerçekten veren bir ülkeydi Guatemala…