Çocukluğumuzun testosteron dolu, küt saçlı çizgi film kahramanı He-Man’i hatırlıyor musunuz? Ne kadar da erkek bir insandı. Ego, başarı, sertlik, pazu ve hepsinden önemlisi, güç ondaydı.
He-Man, normalde Adam adında, kendi halinde, hafif pısırık (ve pembe gömlekli) bir prensti. Gölgeler Şatosu’nun koruyucusuydu. Savaşması gerektiğinde, kılıcını havaya kaldırır ve saçlarını savura savura şöyle derdi:
“Gölgelerin gücü adınaaa, güç bende artııık!”
Bunu dediği an, her yerden ışıklar fışkırır, şimşekler çakar; bizim küt saçlı mazlum prens, küt kaslı (ve mavi zırhlı) bir süper kahramana dönüşürdü. Önce “Kâinattaki en güçlü adam benim!” diye bağırarak, ekrana bir yumruk atardı, sonra kötülerle savaşırdı.
(Sarı saçlı, kara kaşlı He-Man’in güçsüzken pembe, güçlüyken mavi giyiniyor olması, çocuk bilincimize alttan altta verilen bir mesaj mıydı, bilmiyorum. Lepiska saçları, bembeyaz teni, zırhının üstündeki koca haç ve kaplanı sebebiyle Nazi propagandası yaptığı da söylendi bir ara. Büyümekle meşgul olduğum için, neler oldu takip edemedim.)
Şu hayatta güçlü olmak, iyi bir şey tabii ama birinin, He-Man misali, bütün gücün kendisinde olduğunu bilmesi, düşünmesi ya da hissetmesi gerçekten iyi değil.
İnsanı sarhoş, gözleri kör, kulakları sağır ediyor çünkü. Yavaş yavaş zehirliyor. Akıl tutulması başlıyor. Mantık, vicdan, duygu ince ince yok oluyor. Katmanlı bir kibir bulutu, güneşin önünü kapatıyor.
İnsanlara zulmeden diktatörler, çalışanların ihtiyaçlarına kulak kapatan gözü dönmüş patronlar, ilişkide olduğu kişiye hayatı zehir eden manyaklar, aniden kendini “kâinatın hakimi” zanneden apartman yöneticileri... Hepsinde (sahip olduğu gücün büyüklüğüne göre) mantığımıza sığmayan çeşitli hareketler.
Peki neden?
Neden gücü ele alan insanlar, bu hale geliyor? Lider, patron, başkan, müdür ya da apartman yöneticisi fark etmeden; iktidar sahibi olan bazı insanlarda benzer özellikler olmasının sebebi ne? Liderlik basamakları birer birer çıkılırken, her basamakta biraz daha büyüyen karakter boşlukları niye oluşuyor bazen?
Bütün bu soruların, tek cevabı varmış: Beyin hasarı. (Şimdi böyle söyleyince, çok bilimsel durmadı biliyorum ama gerçek bu.)
Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de psikoloji profesörü olan Dacher Keltner, bu meseleyi kafaya takmış ve yıllarca (yirmi yıl) çalışmalar, araştırmalar, testler, deneyler yapmış. Sonuç olarak, gücün etkisinde olan insanların, travmatik beyin hasarı yaşayan insanlarla aynı davranışları sergilediğini görmüş.
Adalet ve paylaşma duygusu, gittikçe soluyormuş. Gerçeklikle bağları kopuyormuş. Benmerkezci, kimselere güvenmeyen ama kendi dehasına fazlasıyla güvenen, tehlikeleri görmeyen, riskleri fark etmeyen, sonunu düşünmeden hareket eden, kapalı, zalim, sabırsız, frensiz, ayarsız insanlar oluyorlarmış.
En önemlisi de olaylara başkalarının gözünden bakma becerilerini (yani empatiyi) yavaş yavaş kaybediyorlarmış.
(E biz bunu zaten biliyoruz değil mi? 20 yıl, o kadar zahmetli araştırmaya gerek yoktu. Gelip bize sorsa, hemen söylerdik.)
Kanada Ontario, McMaster Üniversitesi’nde nörolog Sukhvinder Obhi, bu işi biraz daha ileri götürmüş. İnsanların kafasını, Transkraniyal Manyetik Uyarım aletine sokmuş.
“Bu alet de nedir?” derseniz, şöyle özetleyebilirim: Kafaya, elektro manyetik akım veren minik bir şey takılıyor. Manyetik alan oluşturularak, beyindeki aktivitelere bakılıyor. Bildiğimiz MR’ın başka türlüsü yani. (Bu konuda daha fazla açıklama yapmak isterdim ama yapamıyorum.)
Kendini çok güçlü hissedenler, normal hissedenler ve pek de güçlü hissetmeyenler olarak, üç grup insanın beynini incelemiş Sukhvinder Obhi.
Çok güçlü hissedenlerin beyinlerinde, nöronlarla ilgili spesifik bir sürecin zarar gördüğünü bulmuş. Bu süreç, empatinin temel taşı olan, “aynalama”.
Aynalama, beyindeki “ayna nöron” isimli arkadaşların marifeti. Birisi bir şey yapınca, bizim nöronlar da uyarılıyor. (Biz yapmış kadar oluyoruz yani.) Hani farkında olmadan, karşımızdakinin bazı hareketlerini, mimiklerini ya da sözlerini taklit ediyoruz, hissettiklerinin aynısını hissediyoruz ya bazen, işte o.
İlişkileri ve anlayışı güçlendiren, iletişimi artıran, bariyerleri kaldıran, sevenleri kavuşturan tatlı bir durum.
Karşımızdaki esneyince esnememiz ya da gülümseyince gülümsememiz ondan. Üzücü film izlerken böğürerek ağlamamız ondan. Biri dayak yerken canımızın yanması ondan. Başkalarının acılarının taa kalbimize oturması ondan. Çıldırmamız ondan.
Güçlü hissedenlerin, beynindeki bu özellik yaralıymış işte. Nöronları, beklenen tepkiyi vermiyormuş. Uyuşturulmuş gibiymiş. Ne acı...
Anlamıyorlar yani. Duymuyorlar. Hissetmiyorlar. Empati, çok uzaklardan el sallıyor.
Yıllardır, bazı insanlar için, “Yahu geceleri nasıl rahat uyuyor bunlar?” diyorduk. Uyuyan nöronlarıyla birlikte mışıl mışıl uyuduklarını anlamış olduk böylece.
Mışıl mışıl ve güçlü güçlü.