Bu yazıyı yazdığım sıralarda muhalefet partileri, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” konusundaki tutumlarını bir ortak dokümana çevirmek için toplantı halindeydi. Liderlerin açıklamalarından ve temaslardan anladığımız kadarıyla, önümüzdeki günlerde bu konularda daha çok haber/söz duyacağız. Muhalefetin –belki de en sorunsuz alan olarak görüldüğü için– güçlü zemini haline gelen “parlamenter sisteme dönüş” programı, biraz daha ete kemiğe bürünecek, neye benzediği, nasıl olacağı ve hangi yoldan gidileceği seçmene de anlatılacak. Yapılan araştırmalardaki bulgular, seçmenin kendiliğinden de sistemin sorunları hakkında bir fikir geliştirmeye başladığını gösteriyor. Bu açıdan, muhalefet partilerinin seçmeni bu alana çağırmaktan daha ziyade, olgunlaşmış bir kanaate somut cevap üretmeye yöneldiğini söylemek daha doğru. “Milletin derdi ekonomi, sistem tartışmasıyla kimsenin bir ilgisi yok” diyenlerin, bunun bir siyasi analiz mahsulü olmayıp güçlü bir insiyaki hissiyatla beslendiğini dikkatten kaçırdığını söylemek gerek. Yurt sorunundan enflasyona kadar bütün sorunları yok kabul eden (uygun market bulan) bir yaklaşıma fatura kesmeye başlayan –bunun işaretlerini vermen– seçmen, adını böyle koymasa da bir sitem tartışmasının zaten parçası olmuş demektir.
Yakın zamana kadar, “tamam çok kararlı bir muhalefet ittifakı kurdunuz ama bunun çerçevesini herkesle paylaşsanız. Önünde olduğunuzu iddia ettiğiniz kapının hangi bahçeye açılacağını anlatmaya başlasanız” diyenlere, siyasetten anlamamak suçlamasıyla saldırmak yaygın bir tutumdu. Muhalefet cephesinin Hayrettin Karaman’ı olmaya hevesli olanlar, “aceleciliğe” sert tepkiler veriyor, iktidara karşı olmanın “şimdilik” yeterli olduğuna inanıyordu. Ortaklığın devam garantisini “belirsizliğe” yaslamak siyasal gerçekçilik, ilkesel netlik ve geleceğe dair şeyler söylemek ise lüzumsuz romantiklik sayılıyordu. Milletin soyut sistem tartışmalarıyla ilgilenmediği, ilkesel meseleler veya demokrasinin değil ekmek davasının belirleyici olacağı söyleniyordu. Ekmek ile özgürlük arasındaki ilişkiyi, ekmek ile “Ekmelettin” arasındaki ilişkiden daha uzak, anlatılması daha zor görüyorlardı. İktidara karşı olmayı ortaklık için yeterli sayarken içerik tartışmasının bozgunculuk olacağını inanıyorlardı. Elbette şimdi “her şeyin zamanı var” diyerek yine haklı çıkabilirler. Neyse sonuçta neden bahsedildiğinin açıklığa kavuşması iyi bir şey. Tıpkı siyasi meşruiyet sınırlarının cesaretle genişletilme girişiminde –senelerce tuzak denmesine rağmen– şimdi sağlanan önemli rahatlamada olduğu gibi.
Muhalefet partilerinin ortak metninde temel ilkeleri tarif edilecek “güçlendirilmiş parlamenter sistem” iddiasının, neyi “güçlendireceği” elbette çok önemli olacak. Ancak geçiş döneminin Cumhurbaşkanı adayı tarifine de damgasını vurduğu üzere, aslında neyi zayıflatacağı veya hangi abartılı güçleri tırpanlayacağı çok daha önemli. Çünkü kişiselleşmiş güç yoğunlaşması açısından olağanüstü bir örnek olmasına rağmen, içinde bulunduğumuz otoriterleşme süreci, 1980’de inşa edilmiş –iktisadi dönüşüm ve güvenlik devletinin ihtiyaçlarıyla şekillenen– “istikrarlı iktidar” zorlamasının devamı. AKP iktidarı ve Erdoğan’a açılan olağanüstü güç imkanı büyük ölçüde bunun üzerine yerleşti, bu tarlanın hasadıyla beslendi. Bu yüzden, yaşadığımız otoriter deneyimin ideolojik kaynağı, onu besleyen dinamikler ve katkı verenler hakkındaki tartışmaları –pozisyonlarımızı haklılaştırma ve “hasımları” dövme hevesinden azade– biraz daha boyutlu yapmak gerekiyor. Bu konuda ağır çarpıtmalara savrulabilen ifrat ve tefrit örneklerine sıkça rastlanıyor. “Eski çok mu matahtı sanki” değerlendirmesiyle “ülkenin kapasitesini küçümsememek gerek” iddialarını, kendi başlarına haklı olabilecek yönlerini zayıflatan saldırı argümanlarına çevirmek, birbirini yararsız ilan etmek çok ilerletici olmuyor. Meşruiyet tartışmasındaki muhatap sadeleştirmesi gibi, tartışma sınırlama girişimleri sağlık alameti değil.
Bugün yaşanmakta olan problemlerin çözümü için, sorunu yaratan ana meselenin nasıl tarif edildiği son derece belirleyici. Bütün eksiklerine ve sorunlarına rağmen iyi-kötü işleyen bir sistemin uğradığı ideolojik bir saldırıdan bahsediliyorsa neyi güçlendireceğiniz veya neyi gerileteceğiniz başkadır, sadece bu iktidarla sınırlı olmayan daha geniş bir sistem tartışmasına göndermeler yapan bir tanımlamayla varacağınız sonuç ise bambaşka. Dolayısıyla bunun müttefikleri ve müttefiklerin ortaklık zemini de çok farklılaşır. Her ikisinin de belirli etkileri olduğuna inanıyorsanız, bu sefer ağırlıkları hakkında biraz daha düşünmeye ve yine ortak zemini buna göre tarif etme ihtiyacınız var demektir. Mesela, otoriterliğin ideolojik dayanağı sadece siyasal İslam ise bu siyasi kimlikle tarif edilmesi pek de isabetli olmayacak Bahçeli MHP’sinin yaşanan süreçteki etkisi nedir? Seküler milliyetçilik, siyasal İslamcılığın panzehiri olacak yeni merkezi şekillendirecek esas dinamik olabilir mi? Devletin “liyakatsizlik enfeksiyonundan” kurtarılması onu kendiliğinden demokratik yapar mı? Ekonominin ve hatta siyasetin kerameti kendinden menkul “tartışılamaz” gereklerine uymak, sorunların çözümü için garanti olmaya yeter mi? Kaybedilen bir şeyi geri kazanmaktan mı söz ediliyor, yeni bir şeyi inşa etmekten mi?
Muhalefet, ortak metinle derinleştirmeye hazırlandığı sistem tartışması eşliğinde erken seçim baskısını da artırmayı düşünüyor. İktidar cephesinde ise mümkün olduğunca bu baskıya dayanma eğilimi hakim. Önümüzdeki yılın başını da kapsayacak, çetin bir gündemi ele geçirme (tutma) mücadelesi dönemine giriyoruz. İktidarın sistem tartışmasının önünü kesmenin aracı olarak gündeme getireceği anayasa hamlesi de muhalefet tarafından epey erkenden “bloklandı”. Ancak zorlamanın ne kadar ısrarlı süreceğini henüz öngöremiyoruz. Diğer yandan bütün partilerin ittifaklardaki ağırlıkları ve rolleri açısından daha hareketli kampanya sürecini başlatacağını öngörebiliriz. Öncelikli değil demelerine rağmen aday tartışmaları da her vesileyle etkili olmanın güçlü adayı. Bütün bu sıkışıklığın göbeğinde, “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” neyi güçlendireceğini, neyi frenleyeceğini hakkıyla tartışmaya zaman ve imkan kalacak mı? “Bu işler aceleye getirilmemeli, seçim sonucu kazaya uğratılmamalı” diyenler haklı çıkacak mı? Umalım -daha önce kötü bir deneyim olarak hatırladığımız- “istikşafi görüşmeler” fazla uzamaz ve üzerine konuşulmaya başlanabilir bir çerçeve hızla üretilir. Fakat daha önemlisi bu konuşmalarda kimse yakışıksız yaftalamalarla birilerini yetkisiz ilan etmeye ve çok erken bir yeterlik önergesi vermeye kalkmasın.