Gül, Ciwan ve Cengo'dan hepimize mesaj var...
Genç, cesur ve başarılı bir siyasetçi ama ondan önce güzel bir insan, yürekli bir doktor, şefkatli bir baba, eşine âşık bir koca, halkının yiğit evladı İdris Baluken... Son barış sürecinin en önemli aktörlerinden biri, gerçek bir barış insanı. Majestelerinin memurları tarafından 'terörist' olduğuna hükmedilmiş; siyasi bir mahpus. Hücresinden bize sesleniyor, hepimize. Bu sese kulağını kapatanlara sesleniyor en çok, duymamak ayıp kaçar artık. Bir derdi var Baluken’in, dermanıyla birlikte koyuyor orta yere, ahlaklı bir doktor titizliğiyle.
Selahattin Demirtaş*
DUVAR - İçinde biriktirirsin bazen. Sonra katmer katmer üstüne yığılır biriktirdiklerin. Taşıyamaz hale gelirsin. Hele bir hücrede tek başınaysan, esirsen… Ya seni yer bitirir içindekiler ya da dökersin onları; eyleyerek, söyleyerek. Elinizdeki romanda da böylesi bir iç dökmenin sesi tınlıyor. Öylesine yüklü bir ses ki bu; sırtına bindirdiği elemler salt sesin sahibinden gelmiyor, insanlığın kadim zamanlarından şimdiye bağırıyor; Fransız şair Joe Bousquet'yi tekrar ediyor İdris: “yaralarım benden önce vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum...”
Sesin sahibi de insanlığın kadim zamanlarından beri hakkı bağıranlarla aynı makûs talihi yaşıyor. O da tıpkı Nazım Hikmet gibi, Ahmed Arif gibi, Apê Musa gibi… Zulmün zindanlarıyla susturulmaya, sesi kısılmaya çalışılıyor. İşte Üç Kırık Dal zalimin bu hamlesine karşı hakkı haykıran yiğit bir yoldaşın kaleminden döküldü.
Roman, yolları kesişen üç arkadaşın serüveni üzerinden adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, büyük insanlığın ezelden gelen ütopyasının peşine düşüyor. Bu serüveni takip ederken savaşın yıktığı bir coğrafyayı, mücadelenin insanlığın teneffüsü için açtığı menfezleri izliyoruz İdris’in boyadığı tuvalden.
Üç Kırık Dal'ın asal karakteri Deniz… Babasını bir deniz kazasında kaybeder. Annesi büyütür onu. Derken Diyarbakır’a tıp okumaya gider. Orada Cengiz ve Alican’la kesişir yolu, ev arkadaşı olurlar. Hukuk okuyan
Alican, avukat olup babasını haksız yere mahkûm eden hâkimden hesap soracaktır. Cengiz ise gazetecilik okumaktadır. Gazeteci olup kalemiyle dikilmek niyetindedir zulmün karşısına; yakılan köyleri, işkencede ölümleri, gözaltına alınıp kaybedilen insanları yazacaktır. Üçü de tahsil edecekleri ilmi, onları ideallerine götürecek teknenin yakıtı kılmak derdindedir. Üniversitedeki seyirlerine aşkları eşlik eder sonra Alican’la Deniz’in. Gülçiçek, Deniz’in; Devrim de Alican’ın hikâyesine kendi hikâyeleriyle dahil olurlar. Bir Cengiz’in boynu büküktür…
Okullarını bitirirler sonra. Cengiz muktedirlere angaje bir gazetede çalışmaya başlamıştır. Alican, Devrim’le; Deniz de Gülçiçek’le evlenmek üzeredir… Derken Diyarbakır’da yapılacak olan bir miting aynı yerde buluşturur onları. Cengiz çalıştığı gazete için mitingi izlemeye gelmiştir oraya, Deniz miting alanında bulunan bir ambulansın doktorudur. Alican’ın gelip gelmeyeceği kesin değildir henüz. Miting alanı ise her dem olduğumuz gibi rengârenktir. Sloganlar eşitliği, kardeşliği, adaleti ve barışı haykırır. Bir bomba sesi kıyar bu renk cümbüşüne. Her yer kana bürünür. Bu meşum bomba sesi Deniz’i de alır götürür…
Zalimin hakkı haykıranları zindanla sınamasının hedefi bellidir. Seni sen yapan bütün değerleri yok etmek, seni sen olmaktan çıkartmak için içeriden kuşatırlar yüreğini. Sınır çizgisi çok incedir o noktada. Çürümeyle yücelme arasında, arafta, tam bir irade savaşı başlar. İradeni kırarak hiçleştirmek, teslim almak isterler seni. Ruhundan arındırarak et yığınına çevirmek isterler.
Binlerce tutsak gibi sevgili İdris Baluken de arafta kalmak, oyalanmak, bocalamak yerine hiç tereddüt etmeden yücelmeyi tercih ediyor bu romanıyla. Daracık bir hücreye sığmayacak heybetiyle tavrını bir kez daha ortaya koyuyor; eyleyerek, söyleyerek.
Genç, cesur ve başarılı bir siyasetçi ama ondan önce güzel bir insan, yürekli bir doktor, şefkatli bir baba, eşine âşık bir koca, halkının yiğit evladı İdris Baluken... Son barış sürecinin en önemli aktörlerinden biri, gerçek bir barış insanı. Majestelerinin memurları tarafından 'terörist' olduğuna hükmedilmiş; siyasi bir mahpus. Hücresinden bize sesleniyor, hepimize. Bu sese kulağını kapatanlara sesleniyor en çok, duymamak ayıp kaçar artık. Bir derdi var Baluken’in, dermanıyla birlikte koyuyor orta yere, ahlaklı bir doktor titizliğiyle.
Bu kitabın en önemli özelliği yazılmış olmasıdır. Kendini toplumsal ve bireysel dertlerin dermanına adayan bir yiğit insanın, sıkıştırılmaya çalışıldığı iki metrekarelik bir zindan hücresine sığmamış olmasıdır. O hücreden taşanların, bütün engellere rağmen halkıyla buluşmuş olmasıdır. E, daha ne olsun? Kitabın ilk sayfasını açın, İdris kolunuza girecek ve sizi Diyarbekir'in surlarında, küçelerinde, sevdalarında ve kavgalarında eşsiz bir yolculuğa çıkaracaktır.
Gül ve Ciwan’ın aşkları ile Cengo’nun iç âlemindeki çatışma gerçek bir savaşın acılı coğrafyasında iç içe geçerken, özlü bir sorgulamayı da ihmal etmeyen bu hikâyeden hepimize mesaj var.
Her roman gibi bu kitap da edebi açıdan eleştiriye açık olacaktır elbette. Ama milyonlarca gencin kendilerine örnek aldığı genç bir siyasetçinin tek kişilik hücresinden dışarıya gönderdiği bu uzun “mektup” okunmayı hak ediyor. Ne dersiniz?
*HDP Eski Eş Genel Başkanı