Türkiye'de ekim ayı içinde toplam on dört tane yerli film gösterime giriyor. Bunların dokuz tanesi komedi. Vizyon tarihi belli olan filmlere bakıldığında sezonun ilerleyen aylarında da tablonun değişmeyeceği görülüyor, ibre hep komediden yana.
Ülkemiz sinemasında bir komedi patlaması yaşanıyor. Daha doğrusu, beş on yıl önce bu patlama oldu, bugün de bir furya halinde sürüyor. Yapım sayılarına odaklanan istatistikler, sinemamızın sektörleşme eğiliminde olduğu, endüstrileşme yolunda ilerlediğini söylüyor. Ama aynı rakam ve istatistikler film üretimimizin ağırlıklı türünün komedi olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Ve görülüyor ki yakın gelecekte de ağırlıklı tür yine komedi olacak.
Komedi, Türkiye sinemasında otoritesini kurmuş görünüyor. Alandaki bütün tercih ve eğilimleri belirliyor. İlginçtir, bugüne dek dram türünde filmleriyle öne çıkmış olan Çağan Irmak'ın gelecek ay vizyona girecek son filmi de (Benim Adım Feridun) yine bir komedi.
Sinemamızın bu gülme ve güldürme azminde, gülmenin insaniliğini ezip geçen hazin bir manzara var. Gülme, mizahın alanına girer. Mizah ise bir tür olarak kendi tarihinde dinin, geleneğin ve her türlü otoritenin dikkafalı buyrukları karşısında insani gülümseyişi yüceltmiştir. Ezop masallarındaki simgesel dünya, Rabelais’nin “Gargantua”sı, Boccaccio’nun “Decameron” ve Chaucer’in “Canterbury” hikâyeleri, Don Kişot'un ironisi, Molière’deki sivri dil, Chaplin’deki deha ile mizah öteden beri tahakküme ve hükmedene karşı bir çeşit direniş sanatı olageldi. O sanat içinde ortaya konulan yapıtlar, tahakkümün gösterişli ciddiyetinin ardına gizlenmiş gülünç çirkefliği açığa vurdular. Abus çehreli kötü dünyaya karşı kendilerince böyle bir suçlama geliştirmişlerdi.
Türkiye’de de mizahın kendine özgü bir muhalefet geleneği var aslında. Bilhassa onun hiciv türünde olanı için birçok bakımdan da onurlu bir gelenektir bu. İkbal yolunun kulluk’tan geçtiği ve üç beş kişinin bir araya gelmesinin bile hayli sakıncalı görüldüğü bir siyaset kültüründe söylenmiş olan “güldürürken düşündürmek” deyimini kazıdığınızda, altından Nasrettin Hoca’lar, Kazak Abdal’lar, Nefî’ler, Neyzen’ler, Aziz Nesin'ler çıkar.
Sinemamızdaki mizah ise kitle kültürü ve eğlence endüstrisinin genel üretimi içinde bir tür artık. Ve bir endüstriye bağlı olarak türleşmenin kaçınılmaz bütün sonuçlarını da yaşamakta. Anlatı kalıplarından diline, içeriğinden görüntü estetiğine kadar televizyonun güldürü anlayışını devralmış olan komedi filmlerimizde kahkaha, özgürleştirici tüm hedeflerinden uzakta, maskaraca bir sırıtışa dönüşmüş durumda.
Oysa öyle bir dönemdeyiz ki, bizde de güldürü tahakkümün kendi gösterişli ciddiyeti ardına gizlenmiş gülünç çirkefliğini açığa vurabilirdi. Buna çok çok ihtiyacımız var.
Yeteneksiz ve isteksiz kültür endüstrimizin bıraktığı boşluğu yine o gülünç çirkefliğin kendisi dolduruyor, hem de ancak mizahın evrensel değerlerinde görülebilecek sapasağlam bir ironiyle. Örneğin, önceki hafta metrobüs şoförüne yapılan şemsiyeli saldırı ya da Anıtkabir’e konulan kaydırak böyle olaylardandı.
Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ında Sitnikov adında harikulade bir karakter vardır. Paldır küldür serbestliğiyle son derece pişkin ve zevzek biridir bu Sitnikov. Bir yerde bitivermesi demek, ciddiyet taslayan her türlü bayağılığın ortaya dökülüşü demektir. Bunun çoğu zaman “faydalı sonuçlar” verdiğini söyler Turgenyev, çünkü ciddiyet taslayan bayağılığın gerdiği bütün telleri gevşetir; Sitnikov’un gelişiyle zaten budalaca olan her şey daha budalaca, zaten boş olan her şey daha boş, zaten yalın olan bayağılık çok daha yalın bir hâl alır.
İşte metrobüs şoförüne yapılan şemsiyeli saldırı ya da Anıtkabir’e konulan kaydırak, tam da bu tarz etkisi olan iki olaydı. Onlar da yaşadığımız büyük bayağılığın belli bir tarzda ortaya dökülüşü gibiydiler. Mesela, çatışmalar, ölümler, gözaltılar ve tutuklamalarla dolu gündemin toplum içinde gerilimi artırdığını, şiddet eğilimini güçlendirdiğini her gün sürekli hem söylüyor hem duyuyoruz, değil mi? İşte size şemsiyeli saldırgan! Ya da, değerler ve simgeler üzerinden yürüyen bir “laik modernler ve İslamcı muhafazakârlar” çatışmasından söz ediyoruz, değil mi? İşte Anıtkabir’e konulup kaldırılan kaydırak! Bu ve benzeri olayların absürtlüğü ve kaba saba gülünçlüğü, aslında, ülkede yürütülen politikaların kendi absürtlüğüdür.
Türkiye’nin asık suratlı, abus çehreli gündemi içinde buna benzer daha öyle çok şey oluyor ki, isteksiz ve yeteneksiz güldürümüze ihtiyaç kalmadan, kendiliğnden bir Sitnikov etkisi yaratıyor, her şey olduğundan daha budalaca, daha boş, daha yalın bir hâl alıyor.