Gültan Kışanak: İmkânsızı başarmış gibiydim, yoluma devam ettim

Gültan Kışanak, 12 Eylül’de cezaevindeydi. 40 yıl sonra yine cezaevinde. Tutuklu kaldığı cezaevinden sorularımıza yanıt veren Kışanak şöyle diyor: "40 yıl sonra bir kez daha cezaevinde olmam, Kürtlere yönelik baskı politikalarının devam ettiğinin bir göstergesi. Ancak aradan geçen yıllarda neler yaşandığını görmeden sanki her şey yerinde sayıyormuş gibi bir değerlendirme de eksik kalacaktır..."

Abone ol

DUVAR - Gültan Kışanak 12 Eylül askeri darbe döneminde, henüz 19 yaşında iken tutuklandı. 1980-1982 yılları arasında Diyarbakır Cezaevi’ndeydi. İşkence gördü. Dışarıya çıktığında onda ne değişmişti? “İmkansızı başarmış gibiydim. Bir korku tünelinden geçmiş, hırpalanmış ama güç kazanmış, umutlarını hayallerinin sığınağında büyütmüş ve büyümüş olarak çıktım cezaevinden ve yoluma devam ettim” diye yanıtlıyor Kışanak.

2014 Türkiye Yerel Seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Kışanak’ın cezaevi süreci bugün de devam ediyor. 25 Ekim 2016'da gözaltına alındı. 30 Ekim 2016’da, DBP'li Meclis Üyesi Fırat Anlı’yla birlikte tutuklanarak Kocaeli F Tipi Cezaevi'ne gönderildi.

Kışanak hakkında "terör örgütü kurmak ve yönetmek" suçundan 41 kez, "terör örgütü propagandası yapmak" ve "kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmamak" suçlarından 57 yıl 6 aydan 230 yıl 6 aya kadar hapis cezası istendi.

Kışanak'a 12 Eylül’ün Kürt bölgesine etkisini, mevcut iktidarın “Kürt meselesine” yaklaşımını ve muhalefeti sorduk.

12 Eylül’ün Türkiye tarihi açısından kayıp bir zamana neden olduğu, şimdinin toplumunda izleri olduğu düşünülür. Kürt şehirlerine ve siyasi hareketine etkisi nasıl oldu?

12 Eylül toplumsal gelişimin yönünü değiştirmek amacıyla yapılan bir darbeydi ve hem toplumsal yapıda hem de devlet düzeninde köklü değişikliklere yol açtı. Bu nedenle günümüzde hala 12 Eylül yaşanıyor demek abartı olmayacaktır. Türkiye genelinde, 12 Eylül öncesinde, toplumda “aktif yurttaş” olma yolunda güçlü bir çaba vardı. Hak arama, haksızlığa karşı çıkma, talepleri için mücadele etme, örgütlenme gibi; demokratik toplum olma iddiasının güçlü emareleri vardı. Bu özellikler, canlılık ve dinamizm belirtisidir. İşçiler, gençler, kadınlar, yoksullar yani halk geleceğe ilgi duyuyor, sorunların çözümünde kendisini özne olarak görüyordu. 12 Eylül bunu kesintiye uğrattı. Baskı ve şiddet toplumu edilgen, güce ve iktidara göre şekil değiştiren, talep eden değil, iktidardan bekleyen, verilene razı olan, özne olma iddiasını yitiren bir yapıya zorladı. 12 Eylül rejiminin otoritenin, gücün korkusunu hep yüreğinde taşıyan, “suskun toplum” yaratma amacı, ne yazık ki bir süre sonra şeklen sivil idareye geçilse de değişmedi.

Kürtler de bütün bunlardan nasibini aldı. Ancak, Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan vahşete karşı onurunu koruma refleksi de harekete geçti. Kürt hareketinin kısa sürede kitleselleşmesinde bunun önemli bir katkısı oldu. 40 yıldan beri devam eden savaşın, çatışmanın nedenleri sorgulanırken, 12 Eylül rejiminin belirleyici etkisi doğru anlaşılmalıdır. Demokratik mücadele imkânlarının tümden ortadan kaldırılmasının yıkıcı etkilerini yaşıyoruz hâlâ. Bu nedenle 12 Eylül rejimi ile doğru düzgün bir hesaplaşma Türkiye’nin demokrasi sorunlarının da Kürt meselesinin de çözümünde kilit bir rol oynuyor.

19 yaşında tutuklandınız. 1980-1982 yılları arasında Diyarbakır Cezaevi’ndeydiniz. İşkence gördünüz. O derece şiddetin içinden kalabalığa karıştığınızda, dışarıya çıktığınızda sizde ne değişmişti?

İmkansızı başarmış gibiydim. Bir korku tünelinden geçmiş, hırpalanmış ama güç kazanmış, umutlarını hayallerinin sığınağında büyütmüş ve büyümüş olarak çıktım cezaevinden ve yoluma devam ettim.

‘KAÇ KİŞİYİ DAHA TUTUKLAYABİLİRLER?’

40 yıl önce cezaevindeydiniz. Bugün de cezaevindesiniz. Kişisel tarihinize bakınca özellikle Kürtler açısından durumun değişmediği görünüyor. Bunun kırılabileceğini düşünüyor musunuz? Nasıl?

Evet. Benim 40 yıl sonra bir kez daha cezaevinde olmam, Kürtlere yönelik baskı politikalarının devam ettiğinin bir göstergesi. Ancak aradan geçen 40 yılda neler yaşandığını görmeden sanki her şey yerinde sayıyormuş gibi bir değerlendirme de eksik kalacaktır. Benim ve benim gibi çok sayıda Kürt siyasi rehinenin varlığı bile baskıcı devlet politikalarının artık dikiş tutmadığının bir göstergesi. Kaç kişiyi daha tutuklayabilirler?

Bugün yaşananlar değişimi, gelişmeyi kabul edemeyenlerin ayak diremesidir. Değişim, çözüm, barış kaçınılmaz olarak kapıya dayanmıştır. Çözümün kapısı mutlaka açılacaktır. Keşke daha ağır bedeller ödenmeden ve daha fazla gecikmeden gerçekleşse. Bu tarihsel sorumluluk tüm demokratik muhalefetin omuzlarında.

‘ŞU KOŞULLARDA DIŞARISI CAZİP GELMİYOR’

Sizi ve diğer Kürt politikacıları ne zaman dışarıda göreceğiz? “Siyasi rehine” olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu durum hangi şartlarda sona erecek?

Güçlü bir demokrasi ittifakı kurulur ve memleketin sorunlarını çözme iddiası ile halkın karşısına çıkılırsa, sadece bizler değil açık cezaevine dönüşen tüm ülke rahat bir nefes alır. Hiçbir demokratik hakkın kullanılamadığı, insanların düşüncelerini söylemeye korktuğu, iktidarı eleştiren bir cümle için televizyon ekranlarının kapatıldığı, kadına yönelik türlü şiddetin giderek arttığı, adalet ve hukukun üstünlüğü kelimelerinin neredeyse sözlüklerden çıkartılacak kadar görünmez olduğu bir dışarı, hiç cazip gelmiyor doğrusu. En iyisi, içerisi dışarısı demeden, asgari demokrasi kurallarının işlediği, kronik sorunların çözüm masasına yatırıldığı bir süreç için el birliğiyle çabalamalı.

‘TÜRKİYE GERİLİM HATTINA DÖNÜŞMÜŞ BİR ÇEMBERİN İÇİNDE’

Yeni Türkiye ideolojisinin Bahçeli-Erdoğan birlikteliğinden oluşan 'İslamcı milliyetçilik' olduğu görülüyor. Bu birlikteliğin 'Kürt sorununa' ilişkin yaklaşımı sizce nasıl? 

Mevcut iktidar blokunun başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin temel meseleleri konusunda hiçbir strateji, çözüm yaklaşımı yok. Militarist politikaların, içeride ve dışarıda tek seçenek olarak ön planda tutulmasının bir tek nedeni var; o da iktidarda kalabilmek. Bu yaklaşımın sonu; Ortadoğu labirentinde ve küresel emperyalist güçlerin hesapları arasında yolunu kaybetmek olur. Suriye, Libya, Akdeniz, Irak derken dört bir yandan sürekli hararetli- ateşi yüksek, adeta gerilim hattına dönüşmüş bir çemberin içinde Türkiye. Bu durum daha ne kadar, bir kıvılcım almadan devam edebilir? Tüm Türkiye’nin iktidar bloğunun yarattığı tartışmayı, gündemleri bir kenara bırakıp, alternatif çözüm stratejileri üzerinde kafa yorması gerekir. Yoksa durum pek parlak gözükmüyor.

Bir kaç gün önce Sakarya’da çalışan, mevsimlik tarım işçisi Kürt aileye yönelik ırkçı saldırı, nefret dilinin, sürekli düşman yaratma zihniyetinin, siyasetinin, Türkiye’yi içeride de ne kadar tehlikeli bir hale getirdiğini gösteriyor. Bu zihniyeti mahkum etmenin tek yolu, barış politikalarını büyük bir samimiyetle ve ortaklaşarak, herkesi katarak geliştirmek. İktidarın planlarına kafa yormaktansa, çözüme, barışa, demokratik gelişime kafa yormak çok daha kıymetli.

‘EŞ BAŞKANLIK, EŞİT TEMSİL İDDİANIN GÖRÜNEN YÜZÜ’

Dışarı çıktığınızda sizi kapıda bekleyenler kimler olsun? Aslında özlediklerinizi soruyorum...

Kimse kapıda beklemesin. Gerçek bir özgürlük selamıyla ben karşılamak isterim. Özlediğim herkesi, tüm dostlarımı, arkadaşlarımı, ailemi, yakınlarımı, yoldaşlarımı…

Tahliye olmanın en kötü yanı, kapının arkasında birilerini bırakarak çıkmak. Düşüncelerinden dolayı, siyaset yaptıkları için, sorunlara çözüm aradıkları için, adalet ve özgürlük istedikleri için cezaevlerinde bedel ödeyen herkes için kapılar açılsın.

Yeni Yaşam Gazetesi’ndeki bir yazınızda HDP’nin kadın özgürlük çizgisini güçlendirecek sorular üzerinde durması gerektiğini yazdınız. “Nerede hata yaptık?” sorusu başlığı altında sorular silsilesi ile devam ediyordu yazı. O yazı niçin yazıldı? Eksiğiyle gediğiyle HDP için görünen nedir size?

HDP’nin kadın özgürlüğü iddiası, öyle bir kaç pratik politika ile sınırlı değil. “Eş başkanlık”, “eşit temsil” bu iddianın görünen yüzü. Geleceğin demokratik toplumunu inşa etmek, eşitlik ve özgürlük değerlerini toplumsal değişimin rehberi olarak kabul etmek gibi büyük bir iddiaya sahip HDP. Yazdığım yazı bu iddiayı kamuoyu önüne getirmek içindi. Zira büyük iddialar büyük mücadeleler gerektirir.

‘KÜRT KADINLARINI HAREKETE GEÇİREN ŞEY ÖZGÜRLÜK İHTİYACIYDI’

Türkiye’deki kadın hareketinin, Kürt hareketi içinde yer alan kadınlardan da ilham alarak buralara geldiğini düşünüyorum. Diğer taraftan bunca feodal yapıya, kültürel kodlara rağmen Kürt hareketi de inanılmaz ölçüde yol katetti. Bu nasıl gerçekleşebildi?

Yokluğu çekilen şey çok kıymetli olur ve insanı ona ulaşmaya yöneltir. Kürt kadınlarını harekete geçiren şey özgürlük ihtiyacıydı. Ancak yanılgılı bir durumu da düzeltmek gerekir. Feodal yapılarda, hele ki çözülmeye başladıkları süreçlerde toplumsal hareketler için önemli fırsatlar oluşur. Kürt kadınları da bu fırsatları değerlendirerek, ideolojik- politik bilinçle buluşarak epey mesafe katettiler. Kapitalizm, ataerkinin çözülüp yok olduğu, cinsiyet eşitliği ve özgürlüğünün sağlandığı bir sistem değildir. Tam tersine, erkek egemenliği, kapitalist sistemde en örgütlü halini yaşamaktadır. Küresel kapitalist sistemde kadın bedeni ve emeği en temel sömürü alanı haline getirilmiştir. Bugün dünya genelinde kadın hareketleri, kapitalist sistem karşıtı bir karakter kazanmaya doğru evriliyor.

‘HAYATIN HER ALANINDA KADINLAR BEN DE VARIM DEMEYE BAŞLADI’

Şimdi baktığınızda en çok neyi başardık diyorsunuz?

Kadın özgürlük mücadelesinin, toplumsal- siyasal mücadelenin, temel gündemlerinden biri haline gelmesi önemli bir başarı. Önemsediğim bir diğer başarı kadınlarda özgüven gelişimi. Sadece siyasette değil hayatın her alanında kadınlar “ben de varım” demeye başladı. Ekonomik sosyal konumu, eğitim düzeyi, yaşam tarzı çok farklı kesimlerden kadınlarda “özgüven” gelişimini görüyoruz. Bu çok önemli. Erkek egemenliğinin yeniden üretiminde, kadına giydirilmiş “özgüven” eksikliğinin çok önemli bir rolü var. Kadının özgüven kazanması, eşit ve özgür bir geleceğe doğru atılmış en büyük adım.