Gültekin cinayeti kararı: Haksız tahrik
Yargı kararlarımızda haksız tahrikin, temelini İtalyan Ceza Kanunu'ndan alan kanun hükmünün lafzına bağlı olarak uygulandığı, tahrikin ve tarafların güç dengesinin yeterince ele alınmadığı açıktır.
Pınar Gültekin'in Cemal Metin Avcı tarafından öldürülmesi üzerine Muğla 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 2020/230 E. sayılı davanın 20 Haziran'da görülen 13. celsesinde kısa karar verilmiş ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen sanığın cezası, haksız tahrik indirimiyle neticeten 23 yıla düşürülmüştü. Kararda savcılığın mütalaasının aksine, Pınar Gültekin'in tasarlanarak fakat canavarca hisle ve eziyet çektirilmeden öldürüldüğüne kanaat getirilmişti. Nihayet, dün akşam saatlerinde açıklanan 148 sayfalık gerekçeli kararda ise olaydaki neredeyse tüm olguların sanık Cemal Metin Avcı lehine yorumlanması dikkat çekiciydi.
Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasında "İstanbul Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunun raporundaki; '... kişi yaşıyor iken yakılmasına bağlı da ölümün meydana gelmiş olabileceği, mevcut verilerle bu mekanizmalar arasında tıbben ayrım yapılamadığı...', yine '... Adli Tıp Üçüncü Üst Kurulu raporunda; saçlı deri hematomunda %14.9 karboksihemoglobin (COHb) tespit edildiği dikkate alındığında, kişinin hayatta iken yangına maruz kaldığının kabulü gerektiği, ...' gerekçeleriyle sanık Cemal Metin Avcı'nın atılı kasten öldürme suçunu tasarlayarak ve canavarca hisle, eziyet çektirerek işlediğini ve bu sebeple TCK'nın 82/1-a, 82/1-b maddelerince cezalandırılmasını" talep etmişti. Yine aynı mütalaada sanığın kardeşi Mertcan Avcı ve diğer sanıklar Eda Avcı (Karagün), Selim Avcı, Ayten Avcı ve Şükrü Gökan Orhan'ın "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" suçundan cezalandırılmasını talep etmişti.
Savcılığın mütalaasına esas alınan, katılanlar vekilliğini üstlenen Av. Rezan Epözdemir'in paylaştığı Adli Tıp Raporu.
Savcılık ek mütalaasında ise Mertcan Avcı'nın da kasten öldürme suçuna, nitelikli halleriyle iştirak ettiği kanaatine varmış ve onun da "tasarlayarak ve canavarca hisle, eziyet çektirerek" kasten öldürme neticesinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almasını talep etmişti.
Gerekçeleri ise özetle; Mertcan Avcı'nın olay yerinde çağrıldığında (halen hayatta olduğu kabul edilmesi mütalaa edilen maktulenin bulunduğu) varil içerisindeki yangının devam ettiği sırada ve sanık Cemal Metin Avcı ayrıldıktan sonra da kendi beyanına göre 1-1,5 saat kadar tek başına kaldığı süre boyunca varilde ne yakıldığını görmediğine ve bununla hiç ilgilenmediğine, Cemal Metin Avcı'nın bozulmuş kokoreçleri yaktığına dair sözlerine inandığına, bunu hiç sorgulamadığına dair savunmasının inandırıcı bulunmadığı, üstelik maktulün içerisinde yakıldığı varili ne şekilde ve nerede görüp görmediğine dair beyanlarının birbirleri ile çeliştiği, maktulün konulduğu varil içerisinde yakıldığı sırada olay yerine geldiği ve hatta Cemal Metin Avcı'nın ayrılması ile kendi beyanına göre tek başına kaldığında olay yerini ve maktulün yakıldığı varili bu süre zarfında hakimiyeti altına alan sanık Mertcan Avcı'nın bu yangını önleyecek, sonlandıracak veya Cemal Metin Avcı'yı engelleyecek hiçbir eylemde bulunmayarak suçun "icrai hareketlerine" katılmasıydı.
Gerekçeli kararda, Cemal Metin Avcı'nın "sırf öldürmüş olmak için öldürme veya ölenin acısından zevk alma veya öleni kurban etme gibi bir düşünce içerisinde hareket ettiğine dair herhangi bir delil bulunmadığından" canavarca hisle öldürme unsurunu gerçekleştirmediği, yine sanığın "... maktulle birlikte yayla evine girdikten hemen sonra maktulün boğazını sıkarak maktulü öldürmeye kalktığı ve eylemini bir an önce tamamlamak istediği, eziyet çektirme kastının bulunması halinde uzun süre eylemini devam ettirmesinin gerektiği, sanığın profesyonel bir sağlık personeli olmadığı da gözetildiğinde maktulün boğazını ölümü gerçekleştirecek nitelikte kırık oluşmasına neden olacak kadar sıktıktan sonra maktulün henüz ölmemiş olduğunu bilemeyebileceği, sanığın maktule yönelik yakma fiilini gerçekleştirmekteki amacının eziyet çektirmeye yönelik olmayıp maktulün cesedini yok ederek yakalanmaktan kurtulma ve suç delillerini yok etmeye yönelik olduğu..." gerekçesiyle eziyet çektirme unsurunu gerçekleştirmediğine karar verildi.
Haksız tahrik konusunun değerlendirilmesinde ise Gültekin'le sanığın ilişki içerisinde bulunduğunun, Sibel Gültekin'in ifadesinin de bu ilişiği doğrulaması sebebiyle kabulü gerektiği fakat belirli bir süreden sonra bu ilişkinin yalnız sanığın maktulenin hesabına para yatırdığı anlarda gerçekleştiği kabulüyle (gerekçeli kararda Sanık Cemal Metin Avcı tarafından Pınar Gültekin'in hesabına yatırılan paralar ve hatta sanığın ATM kameralarına yansıyan görüntüleri de tarihleriyle eklenerek) "... maktulün sanık Cemal Metin'i aralarındaki evlilik dışı ilişkiyi eşine ve çevresine söyleyeceğinden bahisle tehdit ederek sanık Cemal Metin'den menfaat temin ettiği, maktulün söz konusu eylemlerinin öğretide ve yargısal içtihatlarda açıklama tehdidi ile menfaat temini olarak tanımlanan TCK'nın 107. maddesinde düzenlenen şantaj suçunu oluşturduğu, ... konusu suç oluşturan fiillerin ise haksız bir davranış olduğunun izahtan vareste olduğu, sanık Cemal Metin'in de maktulün söz konusu haksız fiil içeren davranışlarından duyduğu öfke ile maktule yönelik söz konusu suçu işlediği dikkate alındığında mahkememiz yargılamasına konu somut olayda TCK'nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulama şartlarının tamamının gerçekleştiğinin kuşkuya yer vermeyecek şekilde sabit olduğu" gerekçesinde bulunuldu.
Katılan vekillerinin, tasarlanarak gerçekleştiren eylemlerde haksız tahrik hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin beyanlarına ise "5237 TCK'nın yürürlüğe girdiği 01/06/2005 tarihinden bugüne dek gerek Ceza Genel Kurulu gerekse de kasten öldürme suçlarının görüldüğü Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin istisnasız tüm içtihatlarında tasarlama ve haksız tahrik hükümlerinin bir arada uygulanabileceği belirtildiğinden söz konusu beyanlara itibar edilmemiştir." yanıtı gerekçe olarak gösterildi.
Sanıklardan Mertcan Avcı'nın nitelikli halleriyle kasten öldürme suçunu işleyip işlemediği hususunda ise, suçun halen canlı olan birine karşı işlenebilecek bir suç olduğu hatırlatıldı ve "sanık Mertcan Avcı'nın olay mahaline gittiği saat 19:50'de maktul Pınar Gültekin'in halen canlı olduğuna ve sanığın söz konusu varilde halen canlı bir insan bulunduğunu bildiğine dair dosya içerisinde hiçbir delil bulunmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verildi.
Mertcan Avcı hakkında yine; "Sanık Mertcan hakkındaki suç delillerini gizleme suçuna ilişkin soruşturmanın başlangıç tarihinin ise olaydan iki ay sonrasına ilişkin olduğu, bu tarihten sonra yapılan soruşturmada sanığın söz konusu varilde maktulün cesedinin bulunduğunu bilmediği yönündeki beyanının aksine herhangi bir delil elde edilemediği, sanığın yalnızca olay mahalline gitmiş ve bir müddet olay mahallinde kalmış olmasının atılı suçu işlediğini ispata yetecek nitelikte olmadığı" gerekçesi sunuldu.
Mahkeme diğer sanıklar hakkında ise özetle, Cemal Metin Avcı'nın suçu ikrar ettikten sonra delilleri nasıl yok ettiğini açıkça anlattığı ve sanıkların bu hususta bir delili gizlediklerine dair delil bulunmadığından "Suç Delillerini Yoketme, Gizleme Veya Değiştirme" suçunu işlediklerinin sabit olmadığına ve beraat gerektiğine kanaat etti.
Hakimin reddi talepleri konusundaki dikkat çekici gerekçelerden birkaçı ise "... AİHM Peruzi/İtalya kararında da belirtildiği üzere, avukatların yargısal meseleyi tamamen medyatik zemine çekme veya görevli hakimlerle çatışma niyet ve stratejisinden başka bir amaca hizmet etmeyen temelsiz veya içi boş açıklamalarda bulunmaktan kaçınmalarının gerektiği..." ve "...katılan vekilinin tüm hakimin reddi taleplerinin de aynı amaçlarla görevli hakimlerle çatışma niyet ve stratejisiyle yapıldığı, hukukçu olmayan kişileri ve/veya dosyaya ilişkin herhangi bir bilgisi bulunmayan kişileri etkileyerek dosyayı hukuki zeminden çıkartarak tamamen medyatik zemine çekme amacına matuf olduğu ve hakimin reddi talepleri yapılırken hukuki herhangi bir amaç güdülmediği kanaatindedir." açıklamalarıydı.
Mertcan Avcı'nın beraat gerekçesinde, hayatın olağan akışında bir kimsenin, kardeşinin çağrısı üzerine metruk bir bağ evine gitmesi ve yanındaki yanan varilde bir insan cesedinin bulunabileceğini, bir buçuk saat kadar varili ve evi kontrolü altına almasına rağmen öngöremeyeceği gerçeğinin nasıl kabul edildiği ise oldukça şaşırtıcı. Üstelik, sanığın varilde bozuk kokoreçlerin yakıldığına ikna olduğuna inanılarak.
Prof. Dr. Ersan Şen'in karar sonrası katıldığı bir canlı yayında gerçekleşen kakofoni ve haliyle, "hakimleri gömmeyin, dosyayı bilmiyorsunuz, mevzuya öyle bakmayın" sözleri dışında pek bir gerekçe sunamadığı eleştirileri ise tepki topladı. Katılanlar vekili Av. Rezan Epözdemir gerekçeli kararı eleştiren açıklamasına, Şen'i eleştirerek başladı.
5237 sayılı TCK'nın 29. maddesinde "Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir." hükmüyle düzenlenen haksız tahrikin, özellikle Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından verilen kararlarda tasarlayarak öldürme suçlarında da uygulanabileceği (2017/3063 K.) ve hatta cinsel saldırı üzerinden 25 yıl geçmesi halinde de bu kez asgari orandan uygulanması gerektiğine dair (2020/2063 K.) kararları mevcuttur.
Hatta Yargıtay Ceza Genel Kurulunca haksız tahrikte kaçınılmaz hata bulunabilir, yani somut olayda haksız tahrik unsurları bulunmasa dahi failin gerçekleştiğini zannettiği durumlarda da haksız tahrik indirimi uygulanmalıdır (2013/622 K.). Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesi Muhammet Reşit Yıldırım cinayetinin ele alındığı davada, kızının maktul tarafından tecavüze uğradığı konusunda yanılan sanığa dahi haksız tahrik indirimi uygulamıştır.
Önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz, İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi 19.09.2007 tarihli 2006/210 E. 2007/329 K. sayılı kararında sanığın Adil Işık gönderici isimli mesajın bir giyim firmasının ismi mi, yoksa doğum kontrol hapları bulundurduğunu gördüğü eşine mesaj atan aynı isimde bir erkek mi olduğunu ayırt etmesinin mümkün olmadığına karar vermiş, önceki örnekteki gibi yanılmayla da olsa haksız tahrikin gerçekleştiğine hükmetmişti.
Bu yaratıcılıkla neredeyse her kadın cinayetinde bir haksız tahrik unsuru oluşturulabileceği açıktır. Hatta yasa, kötü uygulayıcının elinde bir suç enstrümanına dönüşüyor.
15 Mayıs 2022 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle yıllardır beklenen "ısrarlı takip" suçu kanuna eklenmiş ve kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet, tehdit suçlarının kadına karşı işlenmesinin yaptırım alanı genişletilmekle takdiri indirim konusunda da düzenlemeye gidilmiştir. Fakat, gerek kanunun geriye yürümezliği ilkesi, gerekse Gültekin Davasında takdiri indirim uygulanmaması ve suçun zaten tasarlayarak işlenmesi sebebiyle, bu unsurlardan söz etmek mümkün olmayacaktı.
Fakat örneğin, kendisine ve çocuklarına şiddet uyguladığını iddia ettiği eşini öldürmekle yargılanan ve beş aydır tutuklu bulunan Fatma Koç, Seydişehir Ağır Ceza Mahkemesince tahliye edilmiş, kamuoyu ise Koç'un haklılığı yönündeki düşüncede yoğunlaşmıştı.
Gültekin cinayeti kararında dikkat çeken bir husus ise, mahkemece oluştuğu kabul edilen şantaj suçunun kişide oluşturduğu etkiyle, kasten öldürmede alınan indirim arasındaki tutarsızlık olmalıdır.
Mahkemenin kabulüne göre sanığın Gültekin adına yaptığı ödemeler Ocak 2019'dan Temmuz 2020'ye kadar sürmüş, yine kabule göre bu süreç içerisinde Gültekin, Avcı'ya şantaj yapmıştır. Sanık iddialarını o kadar ileriye götürüyor ki, Gültekin'in kendisini uyku hapıyla uyutarak, hemcinsleriyle fotoğraflarını çektiğini dahi iddia ediyor. Mahkeme, hem Avcı tarafından anlatılan olay örgüsünün gerçekliğine inanıyor, hem de kadın ve erkek arasında var olduğuna inandığı bu ilişkide ilk haksız fiilin Gültekin'den geldiğini varsayıyor. Fakat bu kabule göre dahi, hayatın olağan akışı içerisinde Avcı'nın kolaylıkla içerisinden çıkması beklenen bu durumu, Gültekin'i öldürmekle sonlandırması, cezai indirimi hak edecek midir?
Bir soru daha olarak, acaba Avcı, Gültekin hakkında bu eylemler sebebiyle suç duyurusunda bulunsa, Cumhuriyet Başsavcılığı iddianameyi, Muğla 3. Ağır Ceza Mahkemesinin suçu tespit ettiği kolaylıkla hazırlayacak mıydı? Yoksa delil yetersizliğinden takipsizlik (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) kararı mı verilecekti?
Yargı kararlarımızda haksız tahrikin, temelini 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu'ndan alan kanun hükmünün lafzına bağlı olarak uygulandığı, tahrikin ve tarafların güç dengesinin yeterince ele alınmadığı açıktır. Haksız tahrik unsurunu ortadan kaldırmanın evrensel ilkelere aykırı olacağını ve ceza kanunları sistematiğimizi bozacağı görüşteki fikirlere katılmakla, uygulamada gözetilemeyen tutarsızlık sorununun çözümü, genel bir haksız tahrik hükmü yerine tahrike konu edilecek eylemlerin kısıtlanması şeklinde bir anlayış değişikliği ya da düzenlemeye gidilmesi olabilecektir.