Ari Aster gibi istisnai durumlar dışında, bir yönetmenin ilk uzun metrajlı sinema filminden, özellikle de bu film korku/gerilim gibi 'sarsılmaz' şablonlara sahip bir yapımsa, çok özel ve özgün bir anlatım beklemek biraz haksızlık olabilir.
Tabii ki hiçbir seyirci ortalama bir korku yapımı izlemek için sinemaya gitmez ancak yönetmenin bu ilk adımını değerlendirirken filme yapımcının müdahaleleri (hatta bazen dayatmaları) veya bütçe sınırı gibi dış etkenleri göz ardı etmememiz gerekir. Bazı durumlarda bu kısıtlamalar yönetmenin hayal gücünü daha da kuvvetlendirir, yapımcıların baskıları filmin avantajı yönünde 'esnetilir' ve filmin yaratıcıları farklı ve yeni bir 'korku' duygusu oluşturmayı başarırlar ama dediğimiz gibi bu örnekler oldukça azdır. Bizce burada yönetmenin yeteneği kadar senaryonun özel olup olmaması da çok önemli bir yer tutar.
2020 yılında çektiği kısa metrajlı filmi "Laura Hasn't Slept"den esinlenerek ilk uzun metrajını çeken Parker Finn’in "Smile"ı bu ender örnekler grubuna katılamıyor. Çünkü filmin temiz olsa da çok özgün bir yapısı yok, filmi sırtlayacak düzeyde ünlü bir oyuncu kadroda bulunmuyor ve hikâye genel anlamda başkaraktere 'yapışan' bir lanet gibi 'klişe' sayılabilecek bir konuyu işliyor. Bütün bunlara rağmen yönetmen Finn, elindeki bu 'ultra klasik' konuyu öyle bir şekillendiriyor ve o kadar beklenmedik yollara çekiyor ki karşımıza yapısı görünümünden farklı, ritmi ve enerjisi benzerlerinden çok daha yüksek, belli bir korku duygusunu 'obsesyon' haline sokan ve özellikle türe meraklı sinemaseverleri fazlasıyla memnun edecek bir sonuç çıkıyor.
Konudan bahsedecek olursak: Bir hastanede psikiyatri olarak çalışan Rose Cotter, bir hastasının intiharına şahit olur. Bu trajik olaydan kısa bir süre sonra Rose esrarengiz bir güç tarafından tehdit, hatta taciz edilmeye başlar. Rose artık kabuslarla gerçek arasında salınan bir dünyada sıkışıp kalmıştır. Hem arkadaşları hem de ailesi Rose’a yardım edememektedir. Rose, bu lanetten kurtulmak için geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
GÜLÜMSEMENİN TEKİNSİZLİĞİ
Yönetmen Finn, filmindeki alışageldik gözüken yapıya, aslında birçok korku filmi yaratıcılarının aklına gelebilecek ama nedense nadiren kullanılan bir eylemi katarak yeni bir korku duygusu yaratıyor: Gülümsemek!
Birçok korku yapımında, hayalet, kötü ruh, zombi (ve bizim sinemamızda cinler) gibi tehditkâr varlıklar, beklenmedik yerlerden çıkarak, çoğu zaman seyircilere 'jump scare'ler yaşatarak, onları yüzlerinde en korkutucu makyaj ve ifadelerle korkutmaya çalışırlar. Yönetmen ise basit gibi görünen ama inanılmaz derecede etkili olan korku unsurunu anında göstermek yerine onu hissettirmek, önce gizlemek sonrasında ise beklenmedik bir şekilde patlak veren bir eylemle göstermek yolunu seçiyor. Bizce korku filminde bir huzur havası bir panik anını, bir kutlama süreci bir felaket olayını veya sevinç atmosferi yaklaşan bir dramı başarılı bir şekilde gizler. Bu filmde ise olayların başlama noktası olan genç bir kadının yarı delirmiş bir şekilde Rose’a gelip korkutucu halüsinasyonlar gördüğünü söylemesi, kuşkusuz sonrasında kocaman bir gülümsemeyle onun önünde kendini öldürmesi gibi bir eylemin etkisini arttırıyor.
Üstelik yönetmen bu boş boş bakan, rahatsız edici derecede yapmacık, kocaman gülümsemeleri filminde öyle yerlere serpiştiriyor ki hikâye sık sık enerji kazanıyor. Finn, diğer korku yapımlarında kullanılan 'jump-scare' yoluna başvuruyor ama genelde görülen bir 'ne zaman?' gerilimine ayrıca bir 'kim?' sorusu da ekliyor. Dolayısıyla seyirci kendini, hikâyede laneti sürükleyen gülümsemenin ne zaman geleceğinin üstüne bir de Rose’un yakın çevresindeki kişilerden hangisinden geleceği bilinmezliği içinde buluyor. Bizce bu çift katman, gerilim filmini daha üst bir seviyeye çekiyor.
BEN ZATEN ÖLMÜŞTÜM!
Bütün bunların yanında "Smile" filminin sık kullanmadığı ama bazı kritik noktalarında başvurduğu 'orada olmayan kişi' sekansları var. Başkarakter Rose’un giderek artan sanrılarına işaret eden bu sahneler, bazen gösterdiği karakterlerin gerçekten orada olmadığını, bunların Rose’un başına musallat olan lanetin uzantıları olduğunu gösteriyor. Bizce orada olmayan veya ölmüş bir kişinin bunun farkında olmadan gerçek hayatta insanlara gözükmesi her zaman bir hayalet olduğunu açık ederek arzı endam etmesinden çok daha etkileyicidir. Bu da bir başka 'dip korkuyu' ön plana çıkarır.
Başkahramanın peşini bırakmayan lanete saplanıp kalmak istemeyen yönetmen, hikâyeye belirli bir ritim katmak için bu korku filmine bir araştırma/takip dozu da katıyor. Ünlü "The Ring" filminden beri işe yarayan bu yöntem, bu filmde de güzel yollar açıyor. Rose’un bir çözüm bulmak için araştırdığı kişiler, kendi psikiyatristi (o da terapi görüyor) ile konuşması, bu laneti daha önce yaşayan kurbanların aile fertleri ile temasları ve kız kardeşi ve nişanlısı gibi yakın çevresinden yardım istediği sahneler hikâyeyi zenginleştiriyor, seyircilere nefes alma anları bırakıyor. Her ne kadar bunlar çoğunlukla sert müdahalelerle kırılsa da…
Bu noktada filmdeki müzik ve ses çalışmasının da hakkını vermemiz gerekir: Film boyunca garip, baskıcı, ilkel hatta rahatsız edici bir müzik duyuyoruz. Sıradan görünen sekanslarda (örneğin bir arabada yolculuk) bile 'burnunu gösteren' bu müzik seyirciye başkarakter gibi hiçbir zaman güvende olamayacağını hissettiriyor. Aynı şekilde genelde yakın planlara başvuran ve nadiren karakterlerin yüksekliğine çıkan kamera hareketleri filmdeki 'sıkışmışlık' ve çıldırma duygusunu güçlendiriyor.
ETRAFINA DUVAR ÖRMÜŞ BİR KADIN
Aslında filmin başkahramanı Rose da ilk bakışta seyircilerin empati kurmasını zorlayacak bir karakter. Her ne kadar hayatında evliliğin eşiğine gelmiş bir nişanlısı, sık sık görüştüğü bir kız kardeşi ve saygın bir mesleği olsa da, genelde insanlara oldukça mesafeli, hatta zaman zaman onlara donuk yaklaşan, duygularını dışarıya yansıtmayan ve işini çoğu zaman hayatındaki her şeyin önüne koyan bir kadın…. Hatta her şeyin fitilini ateşleyen ilk intihar sahnesine canlı tanık olan her doktor normalde bu şoku atlatmak için bir süre izin alacakken Rose bunu müdürünün zoruyla yapıyor, yaşanan bu trajediyi olabilecek acı bir olay gibi görüyor. Ancak zamanla bu 'sarsılmaz' görünen kadının aslında çok daha kırılgan olduğunu ve geçmişinde yaşadığı büyük travmadan asla tam olarak kurtulamadığını anlıyoruz.
Yönetmen Finn, değindiğimiz gibi birçok 'jump -scare' kullanmaktan geri durmuyor, kanı bazı sahnelerde bolca kullanıyor. Ancak bu kullanımlarda bir 'gore'a kaymaktan ziyade muhtemelen hayranı ve meraklısı olduğu korku klasiklerine selam çakma gayreti hissediliyor.
Oyuncu performanslarına bakacak olursak: Oyuncu çift Kevin Bacon- Kyra Sedgwick’in kızı Sosie Bacon, filmi sırtlayan, neredeyse eksiksiz bir Rose portresi çiziyor. Bu kadar donuk duran bir karakteri birçok duygusal etaptan geçirmeyi başarmak ve bunu layığıyla seyircilere nakletmek gerçekten büyük bir başarı. Sosie Bacon’ın etrafında yer alan Jessie Usher (Prime Video’daki The Boys dizisi), Kyle Gallner (son Scream), Robin Weigert (‘Big little lies’, ‘Marvel: Jessica Jones’..), Rob Morgan (‘Stranger Things’) ve Caitlin Stasey gibi isimler ona gayet başarılı bir şekilde eşlik ediyorlar.
Ele aldığı konunun sıradanlığı ve biraz fazla hızlı çözümlenen finaline rağmen "Smile", özel bir yönetmen dokunuşu hissettiren, sevdiğimiz türden, gerçekten ürperten çok başarılı bir korku filmi… Efsaneyi layığıyla tamamlamasını beklediğimiz son Halloween öncesinde korku filmi sinemasında umutlanmamızı sağlayan bir yapım. Türe meraklı sinemaseverlere kaçırmayın ve özellikle 'gülümsemeyi’ unutmayın!' diyebiliriz.